HOŞ GELDİN YA RESULALLAH
Reklam
Kenan Güzel

Kenan Güzel

[email protected]

HOŞ GELDİN YA RESULALLAH

24 Eylül 2023 - 10:37

Kutlu Doğum Anısına
         

Sen gönlümüze bir güneş gibi doğmadan önce insanlık zulmet üzerine zulmet, semalarımız karanlık üzerine karanlık yaşıyordu. Sen bu karanlıkları aydınlatacağın ana kadar da güzel ile çirkini, günah ile sevabı, dostluk ile düşmanlığı birbirinden ayıramıyor ve gönüllerimizde bir çöl kuraklığı yaşıyorduk. Kalplerimiz kırık, veda tepesinde  seni bekliyor, her gelen kervana seni soruyorduk. Çünkü ümitsiz değildik. Varaka Bin Nevfel gibi sinelerimiz sana duyarlı, gönül pusulalarımız senin geleceğin istikamete ayarlıydı.
 
Ve Sen Geldin Ey Sevgili
Sen gönüllerimize teşrif ettin. Senin gelişini yer ve gök ehli adeta ayakta alkışlıyor, sema rahmet üstüne rahmet ile o kupkuru çölleri cennetlere çeviriyordu. O güne kadar dünyamızı kasıp kavuran kuraklıklar adeta büyüsünü kaybediyor, susuzluktan çatlayan dudaklar kendi rengini alıyordu. Hazan vurmuş gönül bahçelerimiz senin rahmetinle tekrar yeşerirken; zalimin zulmü, Mecusilerin ateşi gibi sönüp giderken, gönüllerdeki kin ve nefret Kisra’nın saray burçları gibi bir bir yerlere seriliyordu.

Hani, Hz Ömer (r.a)’in o karanlık devirde kız çocuklarını diri diri toprağa nasıl gömdüğünü anlatırken, gözlerin zulüm ateşlerini söndürecek, kadınlık alemini tekrar diriltecek rahmet damlalarıyla çağlıyordu. Çok ağlamıştın ve bir daha, bir daha anlat diyerek, ıslanan o kirpiklerinle kaskatı o yürekleri yumuşatıyordun. O nasıl bir yumuşatmaydı ki, kömür ruhlu gönülleri, göz kamaştıracak pırlantalar haline getiriyordun.
 
Hoş Geldin Benim Efendim
Senin gelişinle insanlık bir kere daha ayağa kalktı. Herkes senin rahmet ve merhamet deryana koşup gönül kovasına  doldurdu. Veda tepesi; ‘’ Talaal Bedru Aleyna, Min Seniyyetil Veda’’  sedalarıyla inlerken, ‘O geliyor, O geliyor’ muştuları dört bir yanda duyuluyordu. Çöl ortasında günahsız yere gömülen kız çocukları o müjdeyle tekrar diriliyor, zulme ayarlı kalpler adeta tuz-buz oluyor ve bütün insanlık hep bir ağızdan; ‘Hoş Geldin Benim Efendim’  çığlıklarıyla yeri-göğü inletiyordu. Sen geldin, Vahşi düşüncelerin, Selül fikirlerin ve merhametsiz kalplerin bir anda düğümünü çözüverdin. Kendi elleriyle çocuklarını kumlara gömen bedevi bir toplumdan, dünyaya rehber olacak bir altın nesil yetiştirdin.
 
Ey Gönlü Kırıkların Ümidi
Bunaldıkça bunaldık. Kalpler kırık, düşünceler darmadağın. Züleyhalar saraylarda gününü gün ederken, iffetin ve sadakatin timsali Yusuflar zindanlarda derbeder. Kardeşler, ihanetten dişler takmış kardeşlerini kemirirken, Züleyhalar attığı iftiranın ikrarına doğru koşuyor. Yolların sarpa sardığı şu günlerde bir müjde ile tekrar doğ gönüllerimize. Dindir gözyaşlarımızı, kurtar annelerine hasret evlatları, evinin direğine aşık kadınlarımızı. Konuştur attıkları iftirayı Züleyhalara, koştur Ken’an elinin sadakatsiz kardeşlerini bir hiç uğruna kuyuya attıkları mazlumlara. Muhtaç eyle onları Mısır’daki  Yusuf’a ve kır zulmedenlerin belini, kes zalimlerin nefesini, rahmet damlalarını boşalt başımızdan aşağıya.
 
Ey Merhametin Kahramanı, Benim Efendim
Biz, her şeye rağmen sana gelmek için yollarda emekliyoruz. Böyle bir gelmeyi kabul edeceksen, biz geldik diyerek önüne diz çöküp, boyun büküyor, kuyu dibindeki Yusuf gibi senin inayetini bekliyoruz. Kervanlar geçiyor yanımızdan, kuyudaki sesimizi duyan olmuyor. Bu kervanı da kaçırırsak eğer, başka kervanları bekleyecek sabrımız kalmadı. O merhamet elini uzat bizlere, söndür bu fitne ateşlerini, kardeş kinlerini; durdur bu amansız kasırga gibi zulümleri. Gönüllerde uzun sürebilecek bir kuraklık ve kıtlık daha yaşatma bizlere. Kalmadı ne Yusuf kadar sabredecek gücümüz, ne de Yakup kadar bekleyecek ümidimiz. Hz Yakup misali, sür Hz Yusuf’un gömleğini gözlerimize, aç gözlerimizi hakikate, göster bize gerçekleri. 
  
Benim Efendim
Kulluğumuz gelenek ve göreneklerin kıskacında mahkum. Duygularımız delik-deşik ve çıkar edalı. Gerçekler, iftira ve yalanlarla perdelenirken emanet, hıyanetin boynunda bir gerdanlık gibi.  Zalim, zulmüyle altın devrini yaşarken,  mazlum ve mağdur gözyaşları içinde boğuluyor. Gönüllerimiz tutsak, bedenlerimiz dünya zindanlarında mahkum  Hz. Yusufları arıyor. Daraldıkça daraldık, bunaldıkça dünyalıklara sarıldık. Artık ne dayanacak halimiz, ne de düştüğümüz yerden doğrulacak takatimiz kalmadı. Yanımızdan her geçen bizi ayağa kaldırmak yerine, bir tekmede o vuruyor. Uzat elini dünyamıza. Batmaya yüz tutmuş gönüllerimizi çekip al şu zulmet denizinden. Konuştur Züleyhaları, zindandakilere muhtaç et sarayları.
 
Düşkünlerin kanadı, yetimlerin sahibi Benim Efendim
Çok yıprandık, duygu ve düşüncelerde kaymalar yaşıyoruz. Aynı rengi aynı deseni paylaştığımız dostlarımızda müthiş matlaşmalar görülüyor. Bakışları bulandı, nefeslerinde bir hırs bir kin ve bir öfke hızı seziliyor. Burun delikleri gayzla açılıyor, ses telleri bu zamana kadar alışık olmadığı titreşimlerle derbeder. Kalplerimiz kırık, gönüllerimiz buruk. Yaşananlar gözlerde yaş bırakmadı. Müslüman görünümlü bir yalancı, bir günahkar, bir müfteri, bir zalim kisvesine büründük. Üzerimizdeki imani nakışları gerçek manada sergileyemedik. Mümince yaşamanın vasıflarını yitirdiğimiz günden itibaren de münafık motifli libaslara sığınıp; derviş kılıklı zalimler haline geldik. Bugün seni bekleyecek bir veda tepemiz yok ama, o tepelerin ardında Yusufları koynunda saklayan kuyular; zindanların yolunu bekleyen gönlü hüzünle dolu Yakupların, Züleyhaların var.
        
Ey Mezar-ı müteharrik bedbahtlar!
Gözleri dünyadan başka hiçbir şeyi seçemeyen, bütün sevgi ve mutluluğunu geçici zevklerde gören; gönül duvarlarını şehevani hislerle bezeyip mala-mülke tamah edenler. Şahsi menfaatleri uğruna dünyayı ahirete tercih edip zulüm, iftira ve yalan kalelerini bir sığınak haline getiren derviş kılıklılar. Mazlumdan, mağdurdan yana olmayıp, zalime methiyeler dizen fasıklar. Kendi dünyasının saraylarında yaşarken; Hak katında cehenneme mahküm zındıklar. Dünyanın 3-5 yıllık mahkumiyetinden korkup, ahiretin ebedi cehennemine aldırış etmeyen korkaklar. Ve bunca zulüm, bunca acı, bunca feryat karşısında evlerinin kuytu bir köşesinde sessizliği tercih eden insi cinnin avaneleri. Gelin bu mübarek gün ve gecelerde koşalım onun kapısına. Tıpkı Hz. Ömer gibi anlatalım yaptığımız günahları, attığımız iftiraları, yaktığımız canları bir bir. Bırakalım kini, nefreti ve çekememezliği. Eteklerimizdeki taşları dökelim ortaya ve gün yüzüne çıkarıp itiraf edelim Züleyha gibi zihnimizde gizlediğimiz gerçekleri. Dara düşmeden, yokluğa ve açlığa mahkum olmadan koşalım Yusuf’un sarayına, bel kırıp boyun bükerek helallık isteyelim mazlumlardan.
 
Yine ona ait şarkıları söyleyelim, yaşlı genç, erkek kadın, çoluk çocuk koşalım gönüllerimizin veda tepesinde. Karşılayalım onu yine, asrı saadette olduğu gibi. Girelim kol kola, haykıralım kardeşliğimizi; helalleşelim, barışalım hatalarımızla.  Tıpkı, iki düşman olan Evs ve Hazreç kabilelerinin yaptığı gibi, bir kardeşlik destanı koyalım ortaya.
Ey kendisine yapılan zulümle asla zalim olmayı düşünmeyen mümin gönüller. Durduğunuz yerde durun, nefsinizin soluklarını dinleyip kaçmayın uzaklara. Zor günlerde birbirlerine Evs ve Hazreç olanların vuslatını gerçekleştirelim gönüllerimizde. Şu mübarek gün ve gecelerde açalım gönül sofralarımızı bize koşacaklara. İftarın aydınlığından hız alarak, sen gelirsin diye bir tabak ve bir kaşık daha koyalım sofralarımıza. Yeter ki, sen otur gönül tahtımıza…
 
Sen bir gülsün dalımda, hiç bir mevsim solmayan
Sen bir nursun alnımda, her zaman parıldayan.

Sensiz hayat olur mu? Sen varsın her saatte,
Sultanlar Sultanısın, dünya ve ahirette.

Sen olmadan dönmüyor, dil söylemiyor sözü,
Sensiz dile gelmiyor, görmüyor gönül gözü.

O kadar haretim ki, o tatlı rü’yetine,
Rüyamda dahi olsa, dokunsam nur tenine.
 
O kokunu bir duysam, ruhum ile koklasam,
O mübarek cübbene, bir kıtmir gibi tutsam.

O halde götür beni, Sen gittiğin yerlere,
Sevgin öyle derin ki, sığmıyor gönüllere.
 
Benliğim bir kurt oldu, doğruyor bedenimi,
Ey Hakk’ın sevgilisi, uzat bana elini.

Gün geldi sevgin ile, oturdum hep ağladım,
Rüyalarımda dahi, sana gönül bağladım.
 
Ne olur gelsen bir gün, O nur çehreni görsem.
Ayağının dibine, bedenimle serilsem.

 


 

Bu yazı 599 defa okunmuştur .