Adalet Kimin İçin?
‘’ Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayasızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte aklınızı başınıza alasınız diye size böylece öğüt veriyor.’’ (Nahl,90) Her Cuma hutbelerden okunan Nahl suresinin 90. ayetini bazı cımbızcılar kendi yaptığı yanlışlıklara örnek olarak gösteriyorlar. Ayet, akrabaya, yakınlarına cömert olmayı emredermiş… Beki, başka ne emrediyor, orası yok. Kendilerine kılıf olarak gördükleri bu emir dışında hiçbir emir onların işine gelmiyor. Çünkü ayete başından başlayarak mana vermeye kalksa, yapmış oldukları ahlaksızlıkları, zorbalıkları, kötülükleri, örtemeyecekler. ‘’ İslâm düşünürleri, kâinatın her alanında var olduğunu kabul ettikleri ve zaman zaman adl (adalet) kavramıyla da ifade ettikleri mükemmel nizamı, gerek her bir bireyin ahlâkî kişiliğinde, gerekse tabiatı gereği medenî varlıklar sayılan insanların birbirleri arasındaki münasebetlerinde yani toplumsal ve siyasal hayatta da bulunması zorunlu bir ilke olarak görmüşlerdir’’.
Halbu ki ayet adaletle başlayarak, bütün duygu ve düşünceyi ona bina ediyor. Kur’an’ı Kerim bunun örnekleriyle doludur. “Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.” (Sad,26)
Kur’an’ın bazı ayetlerini anlamak için ilahiyatçı, müftü, cami hocası, siyasetçi olmak gerekmez. Birazcık okumak, okuduğunu anlamak ve araştırmak yeterli olacaktır. Cenaze namazını kıldırmak, mevtayı yıkamak, mevlit okumak, ölülere Kur’an okumak ve insanlara namaz kıldırmak için cami hocası olmakta şart değildir. Namaz kılan her Müslüman başkalarına da namaz kıldırabilir. Zaten Müslüman bir kişinin ibadetlerini yerine getirebilecek kadar dini bilgi öğrenmesi üzerine farzdır. Bir siyasetçi nasıl ayetlere mana verip, Kur’an’dan hüküm çıkararak yalan söyleyebiliyorlarsa; müftüler, cami hocaları da peygamber kürsülerinden ayet ve hadisleri siyasete malzeme yaparak yanlış tevil yapabiliyorlar. İtiraz edince de, ‘siyaset İslam’da var’ diyerek, kendilerini savunuyorlar.
Yüce Allah, ayette ilk olarak adaleti emrediyor. Ayete dikkatli, tarafsız ve vicdanlı olarak bakıldığında, adaletten sonra zikredilen ‘’ihsan, cömertlik, hayasızlık, zorbalık’’ adalet anlayışına bağlıdır. Yani adaletli olamayan bir insan bu vecibeleri asla yerine getiremez. ‘’ … toplumsal hayatta adalet ihsandan daha önemli ve önceliklidir; çünkü İslam bilginlerinin sık sık tekrar ettiği gibi ‘yer ve göklerin düzeni adaletle kaimdir’ (Razi,XX,103) Bu yüzden Hz. Peygamber, ‘’ Hüküm verirken adaletli olanlar, ailesine karşı ve yönetimi altında bulunanlar hakkında adil davrananlar, kıyamet gününde nurdan minber üzerindedir’’ (Müslim, 18) buyurmaktadır.
Her Şey Kokuşmaya Başladı
Önceleri dine karşı saygılarından dolayı insanlar cami önlerinden geçerken araçlarında müziğin sesini kapatır ya da kısarlardı. Ama şimdi çoğu cami avluları kahvehanelere çevrildi. Çoğusunda televizyon var, filimler seyrediliyor. Namazını eda edenler bu ‘’Cami Kafe’’lere koşuyor, siyaset, gıybet, yalan, dedikodu, iftiranın tozunu attırıyorlar. Hani, camiler Allah’ın evi idi? Hani buralarda sadece ibadet ediliyordu? İşte, yukarıda zikrettiğimiz ayeti cımbızlayıp, kendi çuvalındaki mızrağa kılıf yapmaya çalışanlar, bunlardan asla rahatsız olmuyorlar.
Öncelikle belirtmek gerekir ki biz Müslümanlar, Kur’an’ın ilk emri ‘oku’ ayetini bile anlayamamışız. Müslüman dünyası olarak okumanın yerine sosyal hesaplarımızla zaman geçirmeyi, aile fotoğraflarımızı sayfa sayfa reklam etmeyi, eşimizle, kızımızla mahrem sayılabilecek fotoğrafları boy boy sosyal medyada dünyanın gözü önüne sermeyi ve çokça ‘tık’landığında da mutlu olmayı yeğlemişiz. Bir dakika bile telefonsuz, internetsiz duramayan bizler, günlerce haftalarca hatta aylarca Kur’an okumadan, namaz kılmadan durabiliyor, bunu bir internetin, bir telefonun eksikliği kadar önemsememişiz.
Tere Yağından Kıl Çeker Gibi…
Kendi ruhumuzu, vicdanımızı besleyen adalet duygumuzu çalanlar, Nahl suresinde geçen ayetteki dinamiklerimize de bombalı saldırı düzenlediler. Zamanla haya, namus kalelerimiz bu köstebekler tarafından alttan alta oyularak, içimize sızdılar. Neyimiz varsa kemirdi ve gönül dünyamızda büyük boşluklar meydana getirdiler. Sonrası malum, ne kadar kimyasal ve zehirli atık varsa içimize doldurdular. Yıllarca bu yabancı maddelere karşı savaş veren bünyemiz yenilgiyi ilan edince, sokaklarımızın rengi, deseni, hayası, namusu, tesettürü, dini, imanı ve inandığı kutsalların rengi değişti. Evlerimiz, apartmanlarımız, sitelerimiz, odalarımız zehirli atık üreten fabrikalar haline geldi. Utanmıyor, haya etmiyor ve aile mahremliğini sokaklarda sergilemekten sıkılmıyoruz. Eşimizle, kızımızla yaşadığımız her anı ‘ölümleştirmek’ adına, duyguları uçkuruna bağlı milyonlarca canavarın dolaştığı sosyal medyaya servis yapmaktan utanmıyor ve ‘tık’lanmaktan gurur duyuyoruz. Daha da önemlisi bunu çağımızın bir gerekliliği, bir medeniyet ve bir yaşam tarzı olarak görüyoruz.
Vicdani ve ruhi matlaşmalar hızla devam ederken işte bu cımbızcılar bu defa hayat matbaasının başına oturup, gönül baskılarının harflerini karıştırmayı kendilerine görev edindiler. İçkisini besmele ile içip, hırsızlığı, arsızlığı, yandaşlığı Allah için yapanlar; hayasızlığı demokratik hak, zinayı kendi mülki tasarrufu olarak görüp, sokakları müstehcen tablo sergilerine döndürenler; halkı güdülecek koyun sürüsü görüp, kendilerini elit çoban diye lanse edenler; her türlü haksızlığı, adaletsizliği, zalimliği, gücü, bir kırbaç gibi kullanıp Kur’an ayetlerini kendi menfaatleri için şerh edenler ve kendi bahçelerine rahmet yağarken başka bağlarının kurumasına ses çıkarmayan Selüller, Şimirler unutmasınlar ki, .‘’ Muhakka ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayasızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte aklınızı başınıza alasınız diye size böylece öğüt veriyor.’’ (Nahl,90)