Allah’ın Mağfireti
Helalleşme; gasp edilen bir hakkın sahibine geri ödenerek onunla razılaşılmasıdır. Buradaki helal kelimesi, haram'ın karşıtı olan helal ile aynıdır. Yalnız, helalleşmeden sonra, hellallık isteyenin hakkı ortadan kalkmakla beraber, helallik dilemeğe yol açan günahın helal olduğu anlamına da gelmez. Yani, hakkı yenen kişinin yapılan şeyden dolayı kendi hakkından vazgeçmesi, Allah’ın günahı işleyenin üzerinde olan hakkının affedilmesi manasına gelmez. Kul, hakkını gasbettiği kuldan helallık almakla sadece kulun hakkını ödemiş olur, Allah’ın hakkı ancak O’nun mağfireti ile bağışlanır. "Helalleşme ile, zâlim, mazlumdan üzerindeki hakkı bağışlamasını dilemiş olur. Allah'ın haram kıldığı şeyden hasıl olan günahı bir kimsenin helâl kılması mümkün değildir" (Tecrîd-i Sarîh, Tercümesi, VII, 376) Çünkü; '' Allah (cc), mağfiretini kulun affına bağlamıştır.'' Kulun affetmediği bir insanı Allah asla affetmeyecektir.
Bu helalleşmenin ferdi planda şartları ne ise, toplumsal planda da aynı şartlar geçerlidir. İki şahıs arasında yaşanan haksızlıklar, ancak şahısların dünyada bir araya gelerek helalleşmesiyle ortadan kalkar. Ama bunun zor olan bir tarafı da şudur ki, birey bazında hellalık her ne kadar kolay olsa da, toplumsal helalleşme adeta mümkün değildir. Eğer bir milletin, bir toplumun hakkı gasbedilmişse, bu vebalden kurtulmanın yolu herkesi bulup onlarla tek tek hellaleşmekten geçer. "Kıyamet günü mü'minler Cehennem üzerindeki sırattan kurtulduktan sonra Cennet ile Cehennem arasındaki ikinci bir köprüde durdurulurlar. Burada, dünyada aralarında bulunan ufak tefek mezâlimden bir birlerinin hakkını vererek hesaplaşıp, pâklanarak arındıkları zaman bunların Cennete girmelerine izin verilir" (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, VII, 353-354, 1085 nolu Hadis)
Şanlı tarihimiz bu hassas dengeyi korumada kılı kırk yaran insanlarla doludur. Özellikle devleti idare eden ve halkın hazinesinin anahtarlarını elinde bulunduran, halka ait işlerde çalışan insanlar bu konularda daha da hassas davranmışlardır. Hz. Ebubekir (ra)’in hazineden aldığı maaştan ihtiyaç fazlasını milletin hakkı deyip bir testiye koyup kensidisinden sonra gelene halifeye bırakması; Hz. Ömer (ra)’ın tesis ettiği hassas adalet dengesi bunlara çarpıçı birer örnektir. Evet, süt ne ise üzerinde de onun kaymağı da o olacaktır.Bir Helalleşme Örneği
Emevi devletinin 8. halifesi Ömer b. Abdülaziz vefat edince, yerine Yezid b. Abdülmelik geçer. Ömer devrinde yapılan düzenlemelerle haksız maaşların kesilmesi, yandaş olma nimetlerinin elinden alınması, hortumların suyunun kesilmesinden rahatsız olan birisi halife Yeizd’e gelerek; ‘’ Ey mü’minlerin emiri! Ömer b. Abdülaziz müslümanlara ihanet etti. Neyimiz varsa topladı. Maaşlarımızı kesip kendi cebine indirdi. Gücünün yettiği kadar inci ve değerli eşyayı evinin iki odasına doldurup kilitledi’’ diyerek, Ömer bin Abdülaziz’den şikayetçi olur. Bunun üzerine halife, kız kardeşi olan Ömer b. Abdülaziz’in karısı Fatıma’ya; ‘’ Bana, Ömer’in kilitli iki odayı haksız yere edindiği cevher ve incileri doldurup kapattığına dair bir şikayet geldi. Bu konuda bilgine başvurmak istiyorum’’ diye haber göndererir.
Fatıma annemiz de; ‘’ Kardeşim! Ömer bana şu bohçanın içinde olanlardan başka hiç bir şey bırakmadı. Eğer bıraksaydı bundan mutlaka benim de haberim olurdu’’ diyerek, bohçayı halifeye gönderir. Halife bohçayı açınca içinde yamalı eski bir entari, kirli bir aba ve ince astarlı kalın bir cübbe çıkar. Bunun üzerine hemen elçiyi yanına çağırarak tekrar kız kardeşine gönderir ve; ‘’Ben senden bunları istemedim. O iki odadaki değerli eşyaları istedim’’ diye, ısrar eder. Halifenin bu ısrarı üzerine Fatıma annemiz şaşırır ve; ‘’Allah’a yemin ederim ki, o halife olduğu günden beri o odaya girmeme asla izin vermezdi. Ben o günden sonra o odaya bir defa dahi olsun girmediğim için içerde ne olduğundan da haberim yoktur. Al bu anahtarlar o iki odanındır. Gel aç ve içinde bulduğun her şeyi hazineye devret’’ diye cevap gönderir.
Şikayetçi adam, odaların kapalı olduğu ve hanımının da oraya girmesine izin vermediğini düşünerek söylediklerinde haklı olduğunu düşünür. Demek ki, içeride önemli bir şeyleri gizliyordu ve hanımının dahi bunları bilmesini istemiyordu. Tabi ki, herkes meselelere kendi gönül pençerinden bakacak, her şeyi kendi duygu ve düşüncelerine göre değrlendirecekti. Halife Yezid, yanına şikayetçi adamı da alarak milletin malından çaldıklarını gizlediğini iddia ettiği o odaları bakmak için kız kardeşinin evine gider ve ilk odanın kapısını açarlar. İçeri girinçe bir sandalye, yanına konmuş dört tane çömlek ve bir de büyükçe bir testi bulurlar. Halife ve şikayetçi şaşkındır. Sonra ikinci odaya girerler ve orada da, tabanı çakıllarla örtülü bir mescid ve tavanında da asılmış bir zincir görürler. O asılan zincirde de insanın boynuna geçebilecek kadar büyük bir halka vardı ki Ömer, ibadetten yorulduğu zaman o halkayı boynuna geçirerek ayakta kalmaya çalışarak ibadetlerine öylece devam ediyordu. Daha sonra odanın bir köşesinde kilitli bir sandığa gözleri ilişir. Şikayetçi her halde hazineyi bulduk diye sevinir ama, ondan da bir sepet, bir cübbe ve kalın yünden dokunmuş bir elbise çıkar.
Bu hadise karşısında Halife ve yanındaki şikayetçi gözyaşlarına boğulurlar. Bunca zaman devleti idare eden ve bütün hazinelerin anahtarı elinde olan bir adam, devlet hazinesinden bir kırıntı dahi evine getiremez miydi? Hakkım deyip, devletin kasasından kendine pay ayıramaz mıydı? Rahat ve huzurlu bir yaşam için kendine bir ev alamaz mıydı? Ailesine bolluk içinde bir hayat sunamaz mıydı?
Bu olay karşısında büyük alim Salim b. Abdullah;‘’ Ey Ömer! Senden önce birçok kimse halife oldular; gördüğün gibi hepsi de ölüp gittiler. Dünyada iken cemaatleri, yardımcıları ve askerleri olduğu halde ölünce Allah’a tek başına gittiler. Dünyada yumuşak yastık, döşek ve sedirde yattıkları halde ölünce , boyunsuz döşeksiz sedirsiz ve yastıksız toprağa baş koydular. Mal ve mülkten doymayan karınlarını ancak toprakla doyurdular. Güzel kokular sürüldükleri halde leş gibi kokarak gittiler. Çünkü onlar senin gibi Allah’ın emir ve hükümlerine boyun eğmiyorlardı.’’ Çünkü onlar, milletle helalleşmeyi kendi gururlarına yediremiyorlardı. Çünkü onlar, devlet idare etmeyi bir ayrıcalık, bir üstünlük ve bir yaşam tarzı olarak görüyorlardı.
Ey hayatını kul hakkıyla, mazlum ahıyla, yetimlerinin gözyaşlarıyla kirletip, sonra da helalleşmek isteyenler Nadanlar! Helallık, hakkı yenen, hakkı gasbedilen, hakkı hayatı zehir edilen mazlumlardan istenir. Siz; kirlettiğiniz gönüllerden, cehenneme çevirdiğiniz hayatlardan, geleceğini çaldığınız çocuklardan, malını haksız yere yediğiniz insanlardan mı? Yoksa darağacında sallandırdığınız günahsızlardan mı? kiminle helalleşmek istiyorsunuz?
İşte, Ömer bin Abdülaziz, Emeviler devrinde yolsuzluklara, devlet malının çarçur edilmesine, zulme, haksızlığa, adaletsizliğ, yandaşlığa ve işkenceye son verdiği için zehirlenerek öldürüldüğü rivayet edilir. İşte Ömer, işte rol model. Millet olarak önümüzde bu kadar rol model dururken, başka vitrinlerin önünden ayrılmayanlar asla davalarına sadık kalamaz, teb’asıyla helalleşip, Rabb’e kul olmaz. Çünkü;‘’ Allah (cc), mağfiretini mazlumun affına bağlamıştır.’’ İşte helalleşme böyle olur.