HANİ BİR GÜN
Reklam
Kenan Güzel

Kenan Güzel

[email protected]

HANİ BİR GÜN

18 Ağustos 2024 - 10:08

 

Hani bir gün, senin yanına gelip müslüman olduklarını söyleyerek senden islam dinini kendilerine öğretecek hafız istemişlerdi. Sen de onlara yetmişe yakın seçkin hafız sahabe göndermiştin. Bunların bir tanesi de Asım bin Sabit (ra) idi. Bu seçkin insanlar Bir’i Mağune denilen yere gelince sana ricada bulunan müşrikler bu hafızları pusuya düşürülerek şehit edilmişlerdi. İçlerinden  Asım Bin Sabit (ra)’in hayatı boyu yapmış olduğu bir duası vardı hani. Yarabbi! Ben hayatım boyunca bedenime kafirin haram elini değdirmedim. Çaresiz kaldığım şu anda kafirin haram eli benim bedenime değmesin demiş ve Allah o bedene kafir eli değdirmemişti.
 
Ya Resülellah! Biz değil bedenimizden, duygu ve düşüncelerimizden dahi haramı çıkarıp atamıyoruz. Biz Hubeyb gibi uzun mesafelerden sana selamımızı  ulaştırmada yetersiz kalıyor, inanıyoruz ki sen her şeyi duyuyor, görüyor gönderdiğimiz selamları alıyorsun. Ne olur Ya Resülellah şu günlerde bu ağır günahlar altında ezilen benliğimize Asım’ların bedenine dokundurmadığın o zalim, o müfteri, o hain elleri değdirme.
 
Hani , bütün dünyanın cazibesini bir tekmede kaldırıp atan, yoluna dizilip ona el sallayan kızlara aldırmayan; ipek giysileri çıkarıp ailesine bırakarak senin yolunu tutan ve sonunda da kefen dahi bulanamayan; kurumuş otlar kefen yapılarak defnedilen  Mus’ab Bin Ümeyr’i ne çabuk unuttuk. Ya Resülelah!  Hiç mi bizim kadar dünyadan zevk almayı düşünmemiş, hiç mi ana-babasına karşı saygıyı bilememiş; hiç mi güzel giysileri sırtına giyip sokaklarda çaka satmayı düşünmemiş; hiç mi babamın şurdaki malları, filan yerdeki dükkanları, filan yerdeki gayri mengulleri diye serzenişte bulunmamıştı?  Bizler, senin yolunda değil canımızdan malımızdan, evladımızdan, paramızdan hatta ve hatta sıcak döşeklerimizden bile vaz geçemiyoruz. Koşmaktan hoşlanmayan,rahatından fedakarlık yapamayan, evlerinde sıcak döşeklerinde sıkışıp kalan bizleri bu rehavet atmosferinden uyandırır mısın Ya Resülellah.
 
Hani evinde misafir olduğunda, senin alt katta kalmandan rahatsız olup, sabaha kadar tek adım atmayarak yerinde oturup kalan Eyyup SultanHazretleri vardı ya. Fethin müjdesiyle İstanbul önlerine kadar gelen, ‘ Ve enfiku fi sebilillahi vela tulku bi eydiküm ilettehlükeh” kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın, ayetini yanlış anlayanlara  bu ayet bizim gibiler hakkınmda nazil oldu. Bizler bir ara,  cihattan cihata koştuk, Allah için canımızı, malımızı ortaya koyduk. Artık biraz da evlerimize dönerek çoluk çocuğumuzla, bağımızla bahçemizle ilgilensek diye düşündüğümüz bir anda bu ayet nezil oldu. Adeta; böyle yapmakla kendi elimizle kendimizi tehlikeye atıyoruz diyordu.
 
Ya Resüllleh; Onlar böyle yaşamışlarsa, bizim hayatımzın her dakikası her salisesi tehlikede demektir. Halbuki bizler, nasıl daha çok cüzdanımızı doldurabiliriz, nasıl daha çok mal biriktirebiliriz. Nasıl eski mobilyalarımızı  atarak daha muasır mobilyalar alabiliriz; nasıl daha kısa yoldan köşeyi dönebiliriz diye günlerce kafa yoruyoruz. Ya Resülellah o günlerde onları anında ikaz eden ayetler ve sen vardın. Bugün bizleri sürekli ikaz eden, yolların ayrımında durup, kolları bir makas gibi açarak, bu yol çıkmazdır deyip kendi hayatını feda eden kimsecikler kalmadı. Herkes bir kenardan duyguları sömürmekle meşgul. Ne din, ne iman ve ne de Kur’an artık bizlere hiç bir şey ifade etmiyor. Şu günlerde sana muhtacız, ne olur o zor günde cehennem yolu üzerine kollarını bir makas gibi açarak burası çıkmaz sokak diyerek bize kucak açar mısın Ya Resülellah!
 
Hani sana “ Ya Resülellah, kıyamet günü o kalabalık içerisinde ümmetini nasıl tanıyacaksın” sorusuna karşılık “ ben onları tanırım. Sizin bir sürü atınız olsa, onlar arasında ayaklarında ve alınlarında beyazlıklar olsa siz onları tanımaz mısınız. Bende benim ümmeti tanırım. Çünkü onların abdest uzuvları ve alınları o gün parlayacaktır..” buyurmuştun. Ya Resülellah, orada atları misal göstermen acaba  gecesinde ve gündüzünde küheylanlar gibi koşan, rahat nedir bilmeyen; insanlığı sırtlanıp aydınlık dünyalara taşıyan; yaşatmak için yaşayan, sonrada kalbinin çatlamasıyla bir yerde  yıkılıp kalan, alınları nurla parlayan küheylanları mı tasvir ediyorsun? İnan Ya Resülellah gündüzlerimiz gecelerimizden karanlık, gecelerimiz  hissiz, seccadeler alınlarımıza dargındır. Gönül dünyamız sisli ve bulanık. Alınlarımız ise, yavaş yavaş parlaklığını kaybetmeye yüz tutmuş bizleri o gün tanıyabilir misin, Bunlar da benim ümmetimdir diyebilir misin Ya Rasülallah?
 
Hani bir gün orduyu savaşa hazırlamak için insanların himmetine baş vurmuştun. Osmanlar, Ebu Bekirler, Ömerler Aliler ve daha niceleri herşeyleriyle dökülmüşlerdi. Sen Hz. Sıddık’a sormuştun ya “ Ey Eba Bekir evdekileri ne bıraktın” o da; “Onları Allah’a ve Resülüne bıraktım” demişti. Bunlar verenlerdi. O gün birde verecek birşeyleri olmayanlar vardı. Onlarda utandıklarından dolayı o meclise  iştirak edememişlerdi. Dışarda bir yerde oturup ağlıyorlardı. Bir şey veremedikleri için ağlıyorlardı. Ve sonra üzgün olarak dönüp gitmişlerdi. Kur’an “ ve eğyunuhum tefizu...” ayetiyle onları sana bildirmişti. Ama gel gör ki, Ya Resülellah; bütün servetini bâtıla sarfedip, yaşantısıyla yoluna sütreler koyan; haksız yere başkasının malına çöken; kendi dindaşına akıl almaz zulmü reva gören, inancı boğazından aşağı gitmeyen sözde inanmışları, Allah yolunda Bir Ebu Bekir, bir Osman (ra) olamayan bizleri orada hatırlar mısın Ya Rasülallah?
 
Hani yine bir gün sana “ Ya Resülellah. Ebu Cehil’in müslüman olmayacağını bile bile, niye kendini bu kadar yoruyorsun” diyenlere Ya Allah’a, eğer Muhammed bir daha bana gelseydi iman edecektim derse ne derim cevabını veriyordun. Evinde oturup, kapı kapı dolaşmaktan nefret eden tenperverleri; beş vakit arkasında namaz kılan cemaatini bir defa dahi olsun ziyaret etmeyen imamları; peygamber kürsülerini kahvehane masalarına çeviren vaizleri; tv’lerde, sokaklarda boy gösterip manevi duyguların işportacılığını yapan sözüm ona din hadimlerini; derviş cübbesine bürünüp insanları aldatan yobazları; Bir makam, bir mevki ve bir itibar uğruna kendi kardeşine zulmedenleri orada tanıyıp, bunlarda benim “ümmetim” der sahip çıkar mısın Ya Resülellah.
 
Hani amcan Ebu Talip’ten sonra sana sahip çıkan, senin en sevgilin haline gelen, aynı zamanda süt kardeşin olan Hz Hamza’yı şehit eden Vahşi vardı ya. Sen, sana en büyük kötülüğü yapan, seni ikinci defa yetim bırakana değil kötülük yapmayı, ona ebedi dünyayı kazandırmak için çırpınıyordun. O taşlaşmış kalbini hidayet damlalarıyla yumuşatmak için defalarca gidiyor, kur’an ayetlerinden ona okuyordun. O her defasında kendinin çok büyük günahlar işlediği, iman edemeyeceğini, Allah’ın onu affetmeyeceğini ileri sürüyordu. Sonunda taşlaşmış yüreğini parçalayan “ Ey hayatını israf eden kullarım. Allah’tan ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahlarınızı affeder. Allah gafur ve Rahimdir” ayetiyle dize getiriyordun. Ya Resülellah, Vahşi’nin bile kalbinin parçalanmasına yeten bu ayeti  defalarca okumamıza rağmen, bir türlü onun hissettiğini hissedemiyor, onun duyduğu manevi hazzı duyamıyoruz.

Bir lütufta bulun bizlere. Hiç acımadan birbirimizi yemeye doyamadığımız şu günlerde, kardeş kardeşe zulmediyor, bunu gören diğer kardeşler ise elleri çatlarcasına bu zulme alkış tutuyor. Onlara ilahi emirler hatırlatılınca da, bu işi vatan ve millet adına yaptıklarını iddia ediyorlar. Ya Resülallah! Duygu ve düşüncelerimiz öyle bir katılaşma yaşıyor ki, bir hiç uğruna ölüme gönderilen masumlar, annesiz yaşamak zorunda bırakılan sabiler, Gazze'de katledilen binlerce masum bile kalplerimizin yumuşamasına yetmiyor. Yumuşat katı kalplerimizi, bir yol göster bizlere,  bir  amca katiline sunduğun iksirden bize de sun. Amca katili demeden kin ve nefret duygularına meydan okuyarak elinden tutup ayağa kaldırdığın o Vahşı gibi bizi de ayağa kaldır. Bize de insan olma yollarını; merhameti, acımayı, masuma ve mağdura el tutmayı göster Ya Resulallah!
                                                                           
              
 
 
 
 

Bu yazı 377 defa okunmuştur .