Gafletin Sevgilisi
Güzel bir sonbahar günüydü. Can suyu kuruyup sararan yaprakların kendini boşluğa bırakması görülmeye değer bir manzaraydı karşımda. Hayat tıpkı o yapraklar gibi, süzülüyordu damarlarımdan. Bu manzara karşısında tıpkı o yapraklar misali, düşünce dünyam adeta bir sefere çıkarmıştı beni. Hayat boşluklarıma düşen yaralı duygularım tülleniverdi gözümün önünde. Sonbaharın güzelliği her ne kadar şiirlerde insanlara tadına doyum olmayan ayrı haz verse de, iç dünyamın onun varlığından ciddi şekilde rahatsız olduğunu hisseder gibi oluyordum. Çünkü o bir kopuş, bir çürüme, bir ayrılış demekti.
Evet, adeta yaprakların dalından kopmasının yasını tutarken, toprak şükrediyordu Rabb’ine duasını kabul ettiği için. Ben ise yasını tutuyordum hayatın. Bu öyle bir yas idi ki, teselliye gelenlerin olmadığı, arkadaşlıkların, dostlukların fayda vermediği, dost gibi görünenlerin gerçek yüzünü gösterdiği; yalan göz yaşlarının kızaran yanakları soldurduğu bir yastı.
Geriye dönüşü olmayan zamanlama hatalarımın bir mengene misali beni ezdiği; yaparım, düşünürüm, temizlenirim duygu ve düşüncesi, bir defa dahi arkaya dönüp bakmama bile imkan vermiyordu. Çünkü ben dünyaya, sevdiklerime, sevgimle gönlümde hikayesini yazdığım herkese aldanmıştım. Bu öylesine bir aldanma idi ki, gönlümden ivmek ivmek söküp aldığı duygularımın, kuruyan gözyaşlarımın ve yalancı tebessümlerin acı bir feryadı gibiydi. Evet, şimdi böyle bir aldanmanın, aldatılmanın ızdırabı ile iki büklümüm. Hayallerim, peşinden koşturduğum, yüzüne dahi bakmaya kıyamadığım dünyalıklarım, hepsi beni aldatmış, bana yalan söylemişlerdi. İnsan bazen zarar gelmez dediği şeylerin esiri haline gelir fakat, körü körüne bağlanmanın verdiği şaşkınlıklar bu gerçekleri görmesini engeller ve acı bir lokma gibi oturur midesine ve bir ömür boyu kıvrandırır sahibini. İşte öyle bir aldanmanın, diğer bir tabirle gafletin sevgilisi idi benim hikayem...
Daha çocukluk yıllarında girmişti hayatıma, sevecen mi sevecen tavır ve edasıyla. Ruhumun derinliklerine nüfus edercesine nağmeler fısıldardı kulaklarıma. Beni kollarına alır bir beşik gibi sallardı bir oyana, bir buyana... dalardım onun kucağında insanı sarhoş eden dayanılmaz hülyalarına. Büyülü bir el gibi sıvazlardı sırtımı, ohhhlar çektirirdi ardı arkası kesilmeyen. Vücudum ritmik olarak yavaşlar, damarlarım kanı taşıyacak takati bulamazdı kendinde ve bir lezzetli uyuşukluk başlardı bütün benliğimde.
Kucağına başımı koyar, onun o büyüleyici, büyüleyici olduğu kadar da o efsunkar hikayelerini dinlerdim beni saran sıcacık kolları arasında. Adeta dünyanın bütün dertlerini unuttururdu bana ninnileriyle. Anlattığı hikayeler bana o kadar tesir ederdi ki, Gassalın elindeki meyyit gibi, sarıp sarmalardı beni gecelerin zülüfleri arasında. Anadolu’da ceviz sarması derlerdi, pestilin içine cevizleri dürüp yemeye; ben de aynen ona benzer bir şekilde, dürülürdüm onun dünyasına, pestilin o cevize verdiği doyumsuz tadı tadardım onun dünyasında.
Onu çocukluğumdan beri, hatta dünya’ya merhaba deyişimden beri tanıyordum. Birbirimize o kadar bağlanmış, öyle bütünleşmiştik ki, günümün yarısını onunla geçiyordum. Bana herkesten ve her şeyden daha yakın, gücümün azaldığı, dizlerimde dermanımın kalmadığı ve hastalandığım zamanlar bile hemen onun o etkileyici atmosferine koşar, onda derman ararcasına kendimi onun kucağına atardım.
Öyle bir sıcaklık ve duygusallıkla yaklaşırdı ki bana, anneleri bile kıskandıracak mahiyetteydi onun yakınlığı. Azıcık bendinden ayrılacağımı düşündüğümde, vücudum bütün fonksiyoner birimleriyle isteklerime karşı harekete geçer, beni duygu ve düşüncelerimle esir ederdi kendine.
Evet, dünyada annenin sevgisinden başka bütün sevgiler asla karşılıksız değildi ama o, sevgisinde asla karşılık beklemedi ve ya öyle görünmeye gayret ederdi. Verdiği şeyleri hep karşılıksız vermiş, akıl ve mantığımın tesirinde kalan ruh dünyamı da bu şekilde dünyalık metalarla ufuksuz hale getirmişti. Soğuk kış gecelerinde beni sararken bile asla bir karşılık beklemiyor düşüncesi ağır basıyordu bende.
Çoğu zaman vakit isteriz, zaman isteriz biraz kendimize gelmek için. Ama ne zaman yanına vardıysam, derdimi anlattıysam, dermansız, halsiz bir bedenle dizinin dibine yıkıldıysam, hep o sıcak ve güler yüzüyle karşılardı beni. Asla zaman ve vakit istemeden bütün duygu ve düşüncedeki yoğunluğumu bir hava misali boşaltırdı gönül kafesimden.
O kadar bağlanmıştım ki ona, gecelerimin çoğunu uyuyarak geçiriyordum onun kucağında. Uyku anımda çok defa kucağında sağa-sola tepelensem de, hal ve hareketlerimle onu rahatsız etsem de bana hiç darılmaz, beni kıracak bir hal ve hareket asla sergilemezdi.
Meğerse Aldatılmıştım…
Yıllar sonra kendimi, yaşadıklarımı sorgulamaya ikna etmiş, tarihin sayfaları arasında küçük bir seyahate çıkmıştım. Sevmesini bilen ve sevdiğini sadece Allah için sevenlerin hayatlarına baktım fakat, onların dünyasında bu sevgiliye ait hiçbir şey görememiştim. İnsanlara bu kadar yakın olan ve vazgeçilmez sevgilisi olan birinin, neden bu insanların hayatlarında yeri yoktu? Neden onlarla hiç barışık değildi? Acaba benim göremediğim, duyamadığım, hissedemediğim derin duyguların esiri mi olmuştum diye, içimi bir şüphe kapladı.
Adeta rüyadan uyanır gibi kendime geldim ve gerçeklerle yüzleşmiştim. O çok sevdiğim yalancı dostumun hayatımdan çaldıklarını görünce ürperdim. Hemen kurnalara attım kendimi ve sığınacak bir liman aradım kendime. Fakat o limanımı da çalmıştı benden. Yani bütün yolları kendine bağlamış, gecelerimi aydınlatacak lambamın ve gönlümü ısıtacak seccademin de üzerine oturmuştu.
Rabbimin; ‘’ Yok mu bana dua eden, istediğini vereyim’’ dediği gecenin o kutlu ipine sarıldım. Yukarı bakınca o ipte de onun salladığını gördüm. Çünkü, nefsi terbiyede bir badire olan ‘’az uyuma’’ duygularımı da benden koparmıştı. Sürekli sihirli ninnilerle beni uyuttu, avuttu. Ruh dünyamın zenginliğini, gündüzümün kirlerini temizlediğim manevi kurnalarımı kuruttu.
Gecenin zülüfleri arasındaki duygularımı çalarak, kuruttu gözyaşlarımı, yıktı hayallerimi, kararttı gecelerimi. Gecemin nurlu ve bereketli ziynetlerini elimden çekip alandı. Ancak sevgisinin dünyalık olduğunu anladığım da artık çok geçti. Elinde tuttuğu yastığımı diğer eline bir kamçı gibi vurarak ‘ Sen olmasan da senin gibilerini kamçılamaya ve kucağıma alarak aldatmaya devam edeceğim’ diyerek, bana acı bir tebessüm çaktı.
Herkes düşmanını iyi bellesin. Asıl düşmanı olan gafletin sevgilisini rahat ve rehavetin kollarında olduğu dakikalarda arasın. Onu aramak için yollar yürümeye, diyar diyar dolaşmaya hiç gerek yok. ‘’Taş yakından gelir’’ darbı meseliyle onun çok uzaklarda olduğunu düşünmeyin. Ben aldandım, siz aldanmayın. Gönül evimin çırağını çalan, seccademin üzerine oturup kabir ofisimin enerjisini keserek beni karanlığın kollarında yapayalnız ve çaresiz bırakan; Rabbim'in; '' Yok mu bana dua eden duasını kabul edeyim' (Mü'min 60) çağrısına kulaklarımı tıkayan en büyük düşmanım, meğerse gafletin sevgilisi SICAK YATAĞIM idi.