ELLERİM GÜL KOKUYOR DİYE...
Reklam
Kenan Güzel

Kenan Güzel

[email protected]

ELLERİM GÜL KOKUYOR DİYE...

10 Mart 2024 - 07:49

Ellerim GÜL Kokuyor Diye…

Ruhlar daraldı, gönüller yaralandı, yollar tıkandı ve duygularıma ışık veren ümit lambalarım bir bir yüzüme kapandı.  Bedenim ayaklarıma, gözyaşlarım yanaklarıma, umutlarım yüreğime yük olmaya başladı. Kaskatı kalpleri yumuşatan inci tanesi gözyaşları, kalplerinde merhamet lambaları sönenleri aydınlatamadı. Daraldıkça bana uzanan eller, gözüme bakan gözler birden bire yok oluverdi. Kuvvet şeririn, hak kavinin, hüküm gaddarın elinde. Din ile kin, günah ile sevap, adalet ile ihanet, zillet ile izzet hiçbir zaman bu gök kubbe altında böylesine sarmaş dolaş olmadı. Gönül gözleri mühürlenmiş, Rabb’in rahmet kapısını bilek gücüyle açmaya çalışan zavallılar, her yerde paçavra eller tarafından alkışlanıyor ve ruhsuz iskeletler tarafından omuzlarda taşınıyor.
 
Yakınlarıma, dostlarıma, mahalle arkadaşlarıma baktım. Gözleri gözlerimde ama, yürekleri hep güçlüden yanaydı. Bazen hıçkırıklarımı aşikar ettim belki bana döner, yüzüme bakıp zalimin sillesiyle kızaran yanağımı okşarlar diye. Anladım ki, içlerine bir damla rahmetin, merhametin sızmadığı bu insanlar; tekme savurmayı, hakaret etmeyi ve arkalarına bakmadan dönüp gitmeyi tercih ettiler. Keşke kırdıkları kalbimle, söküp aldıkları ciğerimle, çaldıkları duygularımla yetinseler; çektiğim acılar ve yaşadığım zulümler üzerine sarhoşlar gibi dans etmeselerdi. Boyun eğmekten zevk alan bu kirlenmiş şerefler, tıpkı Nemrutların ateşine odun taşıyan fasıklar; mancınığın ipini kesmeye çalışan cellatlar; ateşin başında İbrahimilerin yanmasını seyretmekten zevk alan münafıklara döndüler.

İnanmak, Sevmektir
Kendime ait değil ülkeme, milletime ve geleceğe ait çok büyük umutlarım vardı. Ama bu millet mezarcılarına rağmen, hakikat güneşinin yeniden doğacağına, köklerinden sürgün verip insanlığa öncü olacağına inanıyorum. Yıllar önce ümitlerimi bir bavula koyup bayrağımın rengini, milletimin himmetini, vatanımın sevgisini taşıma adına yollara düştüğüm o günler, benim en mutlu günlerimdi. Anne kucağının sıcaklığı ile ısınmayı, Asya’nın sert ve soğuk rüzgarlarında üşümeye tercih etmiştim. Herkes dünyalık hülyalarını, umutlarını, geleceğe ait planlarını yeşertmeye çalıştığı bu dönemde ben,  hayallerimi başka bir bahara bırakarak yaşlı gözlerle ayrıldım ailemden, sevdiklerimden ve doğduğum topraklardan.
 
Bazen sert rüzgarlar, yüksek dalgalar, kar ve boranlar beni engellemeye çalışsa da, ‘’yaşamak yanmaktır’’ deyip yoluma devam ettim. Yollar sarpa sarınca da umutlarımı yükledim yanaklarımdan akan hasret gözyaşlarıma. Duygularımı yeşertmeye çalıştım zulümle yanmış, buzlaşmış topraklarda. Donmuş parmaklarımla diktiğim, sıcak nefesimle ısıttığım, gözyaşlarımla suladığım fidanlarımı buluşturdum tuzlaşmış, çoraklaşmış topraklarla.
 
Daha gençlik çağımda dünya kadar derdi, kederi, hasreti yüklerken bütün duygularına; derdi sadece dünya olanlar ihaneti, hainliği yüklediler omuzlarıma. Ömrünü gül bahçesinde gül yetiştirmekle geçiren bahçıvanların gül kokusu elbette siner tenine, nefesine ve ellerine. Çünkü o eller gül dikmiş, gül okşamış hem de aldırış etmemiş dikenlerine. Gül kokusundan rahatsız olanlar ellerim gül kokuyor diye terörist, hain, katil diye suçlarken beni kendi vatanımda, gül dikmiş olabileceğimi anlatamadım başta en yakınlarıma.
 
Gül ekmenin, güller dermenin suç olabileceğine aldırış etmeden hayallerimi serpince Kafkas yamaçlarına, bir çiçekle bahar gelmez diyenlere inat, demek demet çiçekleri yükledim ümit kuşlarımın kanatlarına. Hiç düşünmeden gençliğimi bir patika taşı gibi sererek onların yollarına; o ayakların varlığıyla tutundum affın, merhametin sarsılmaz kollarına. Bir gençlik verip, bin gençlik alınıyor ise Hakk nazarında;  bin gençliğim olsa da feda olsun o kupkuru çölleri cennetlere çeviren gülzarlara.
 
Evet, mesleğim bahçıvan, işim gül yetiştirmek. Ellerim gül kokar, barut değil. Yüreğim sevgi dolu, ihanet değil. Hedeflerim ukbalıktır, dünyalık değil. Elbette ben de insanım ve benim de geleceğe ait planlarım, hülyalarım vardır.  Benim hülyam eğer bir gün demet demet güllerim gelirse mezarımın başına, her attıkları adımı, her yaptıkları duayı bir vesile sayarım affıma. İşte  o zaman o gül kokularıyla rahat uyurum mezarımda.

Dünyalık Hiçbir Hayalim Olmadı
Ömrümde çok kalp sahibi insanlar tanıdım. Onlar yeryüzü tarlasına serptikleri tohumları hiçbir zaman dermeyi düşünmediler. Onlar sadece duygularını tohum, yüreklerini saban, gözyaşlarını da su olarak kullanıp gittiler.  Ben de bu duygularla sevdiklerimden ayrıldığım o günden beri kendime ait hiçbir hayalim olmadı. Ne para, ne servet ne de rahat bir yaşam. O gün yola çıktığım çantamda sadece vatan ve millet sevgisi ve o toprağımın kokusunun sindiği üç-beş gömleğim vardı, dönerken de bir boş bavulum. Şeytanın dünyevi okları sürekli yüreğimi kanatsa da, bir an olsun başımı çevirip dünyaya göz kırpmayı bile düşünmedim. Hiçbir zaman rahmet denizinden kaçıp yosunlu kıyılarda temizlenmeye çalışan kirli suratlar, meyhane kapılarından içeri bakmakla zevklenen namussuzlar, vatan ve milletine ihanet eden haramiler gibi olmadım. 

Yüreğim Yanıyor
Asırlar boyu dünyaya kendi desenini çizen ülkemin haline yandım. Kahredici zulümlerin, haksızlıkların, adaletsizliklerin, hukuksuzlukların feryatlarının göklere yükseldiği ve yaşanan acılara kalabalıkların alkış tuttuğu ülkemin sokaklarında dolaştım. Yabancı bir diyarda, korumasız aç, susuz yaşadığım o yılların acısı bile yüreğimi bu kadar yakmadı, yakamadı. Bu gördüklerim karşısında duygularım bumerang misali gelip benliğime saplandı.Bir rahmet, bir merhamet iksiri aradım kendimce. Etrafıma baktım ‘’gökleri dua, toprağı secde kokan’’ bu diyarları tuzlaşmış, çoraklaşmış ve gerçek tadını kaybetmiş gördüm. Çünkü görmeyen gözler, duymayan kulaklar, hissetmeyen kalpler Rabb’in rahmet kapılarını çivilemekle meşgullerdi. Bu merhamet düşmanlarının kalpleri kirlendikçe benim kalbim kırılıyor, sızlıyor ve acı çekiyorum. Anladım ki, kalpsizlerin, vicdansızların cenneti olan bu dünya bana yar olmayacak. Çünkü bana bu dünyayı zindan ederken arkamdan bana kurşun sıkanlar düşmanlarımız değil, dostlarımızdı.
 
Bu dostların yerlerde tekmeledikleri yetmiyormuş gibi, bir de yerden doğrulup ellerini öpmemi bekliyorlardı. Ne yani, her yanı zulümle çevrili bu kaşanede huzur ve mutluluk mu arayacaktım? Hazlarını, bedeni duygularını mazlumlara, mağdurlara zulmetmekte arayan zalimlere alkış mı tutacaktım? İntikam teraneleri kulaklarımı sağır ederken, en yakınlarımın sokak aralarına kaçıp kaybolmalarından korkup, omurgamı eğilmeye mi zorlayacaktım? Yürek mertte olur. Namertteki sadece bir parça ettir. Çünkü mertler ömründe bir defa ölür. Namertler gibi her gün ölüm korkusuyla ölüp ölüp mü dirilecektim?

Her Şeye Rağmen
Her şeye rağmen gün ümitsizlik, birbirine kin kusma günü değil, yeter ki af dileyelim Yüce Allah’tan. Züleyha gibi ihanetlerimizi, tuzaklarımızı, oyunlarımızı bir bir itiraf edelim, helallık isteyelim Yusuflardan. Kimsenin günahını, vebalini, acısını taşımayalım omuzlarda. Makam, mansıp, mal, mülk demeden Züleyha gibi çağıralım bütün sırdaşlarımızı,  toplayalım onları bir sofra etrafında. Dökelim önlerine gizli aşikar kurguladığımız sırlı olayları. Koyalım sofraya adaletin keskin bıçaklarını ve doğrayalım içimizdeki kin ve nefret unsurlarını. Ve bu mübarek ramazanda koşalım Rahman’ın  af ve mağfiret kurnalarına. Rahmet damlalarını dökelim başımızdan aşağıya ve gözyaşı içinde yalvaralım Yüce Allah’a. Canını yaktıklarımızdan, yuvalarını yıktıklarımızdan, hayatlarını zindana çevirdiklerimizden helallık isteyelim. Çünkü Rabbin affı, kulun razılığına bağlanmıştır.

Kapına geldik
‘’Rahmet öyle bir ummandır ki, dolmak için bizden sadece  bir damlacık ister. Ona kendinden bir damlacık su vermezsen aftan ebediyen mahrum kalırsın’’ Ey Merhameti bir damlacık suya ihtiyaç duymayan Rabbim, kapına geldik. Bir ömür boyu taşımaktan yorulduğumuz şu bedenimizi günah kirleriyle ağırlaştırdık. Dizlerimiz günahkar bu bedeni taşımaktan, gözlerimiz yollarını karıştırmaktan yorgun düştü. Gönüllerimize fer, dizlerimize derman ol.

Ya Resulellah! Daldır elini şu dünyanın dibine, ters-düz eyle bütün oyunları, dağıt bu sis ve dumanı. Nefesini kes zalimlerin, iflahını kes zulmedenlerin, ömrünü kısalt kötülüklerin. Nefesin bize iksir, elin bizlere Mesih olsun.
Ya Resulallah! Şu günlerde her zamankinden daha fazla sana muhtacız. Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş olan Ramazanın hürmetine, delik sandal misali su almaya başlayan  gönül sefinemize  o kevserleri akıtan mübarek parmağını tıka. Hak ile batılı, rahmet ile zulmü, zalim ile mazlumu yeniden birbirinden ayır. Yeniden günahlarımızla aramıza hendekler kazıver. Yeniden gönüllerdeki taşlaşmış kin ve nefret kayalarına Hendek’te indirdiğin o balyozu indir. Hz. Yakup misali,  Yusuf’un gömleğini gerçeklere kör olan gözlerimize çekiver. Dünyası kararmışların, gönül gözleri buğulanmışların, kalbi kırılmışların, darda kalanların imdadına koş. Koş ki, ya Resulallah inan ki çok bunaldık.

Bu yazı 825 defa okunmuştur .