İlk Muhacir; Hz. Adem (as)
Yüce Allah, kendisine halife olarak yarattığı insan ile meleklerini müthiş bir imtaha tabi tutmuş, Azazil (Şeytan) denilen melek bütün benliğini kaybederek huzurdan kavulmuştu. Şimdi imtihan sırası Hz. Adem’e gelmişti. O da, imtihana tabi tutulacak dünyalık dertler karşısında dayanıklığını test edilecekti. Huzurda yapılan restleşmeden sonra, insanlığın en büyük düşmanı olan şeytan, şimdilik ortalıkta gözükmese de, Hz. Adem (as) ve onun soyunun yakasından kıyamete kadar düşmeyecekti. Çünkü Rabb’in rızasını kazanıp, tekrar cennete geri dönmek için dünya, müthiş bir imtihana sahne olacaktı.
Hz. Adem’in ilk imtihanı, insanın yaratılış fıtratına en ağır gelen yalnızlıkla olacaktı. O’na herşeyin adı ve mahiyeti öğretilmişti ama, yalnızlığın o yakıcı atmosferinden yanmadan nasıl geçeçeği öğretilmemişti. Çünkü buradan geçebilmek ancak imtihan olmak ve bu imtihanı kazanmaktan geçiyordu. Uzun zaman yalnız kalan Hz. Adem, bu yalnızlık imtihanını başarıyla geçerek, kendi kaburga kemiğinden yarattığı bir zevce ile Yüce Allah onu mükafatlandırır.
" Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah'tır…" (A’raf 189) " Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan…" (Nisâ, 4/1) " Kadın bir eğri kaburga kemiğinden, yaratıldı. Onu doğrultmaya uğraşmayaın, doğrultmaya kalkarsanız kırarsınız." (Buhari, Nikah 79; Müslim, Reda 65; Tirmizi, Talak 12)
Artık onlar, insanlığın çoğalması adına büyük görevler üstlenen iki arkadaş olarak cennette beraber yaşamaya başlarlar. Yüce Allah, başlangıcın sonu olan cennette onlar için bütün şartları yaratmış, kul olmanın zorluklarıyla onları baş başa bırakmıştı. Evet, cennet onlar için hazırlanmıştı ama, dünyada olduğu gibi buradaki rahat ve rehavet, onlar için en büyük bir tuzak olacaktı. Aynı zamanda Yüce Yaratıcımız, kulunu daha dünyaya göndermeden, şeytani oklara karşı onun insani sistemlerini dayanıklı hale getirmek istiyordu.
Rahat ve rehavetin kol gezdiği, mutlu ve huzurun egemen olduğu bir hayatın, insana manevi olarak kazandıracağı hiç bir şey yoktu. Hz. Ebu Bekir gibi sadık, Hz. Ömer gibi adil, Hz. Osman gibi zahid, Hz. Ali gibi alim olması, rahat ve rehavetin efsunlaştırdığı bir hayattan uzaklaşıp, çile ve ızdırabın kollarına yelken açmasıyla mümküm olacaktı.
Evet, Hz. Adem ve Havva tam rahat ettiklerini düşündükleri bir anda, en büyük düşmanları olan şeytan sahneye çıkıyordu. Çünkü, rahat ve rehavet gevşemeye, nisyana ve kullukta matlaşmaya gebedir. Rabb'leri onlara cennet gibi bir hayatı bahşederken; " Ey Adem, sen hanımınla birlikte cennete yerleş. Cennetin her çeşit nimetinden bol bol, dilediğiniz gibi yeyin, ancak şu ağaca yaklaşmayın. Şayet yaklaşırsanız kendinize yazık edenlerden olursunuz. " (Bakara 35) diyerek, imtihan konusunda da onları uyarır. Başka bir ayette; " Ey Adem, işte bu İblis, sana ve hanımına düşmandır. Sakın ola ki sizi cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun. Orada sana acıkmak ve çıplak kalmamak nimeti vardır. Ve sen orada susamayacaksın, güneş altında kalmayacaksın. " (Taha 117-119) buyurarak, kulluğun ve kullukta imtihanın ne kadar zor bir yük olduğunu hatırlatıyordu.
Cennet onlar için ibadet yeri değil, nimet yeriydi. Hizmet yeri değil, mükafat yeriydi. Bundan dolayı gevşeme ve unutkanlık bir insan için kaçınılmazdı. " Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.’’ (A’raf 16-17) diyerek, yemin eden şeytan gibi bir düşman elbetteki onarın bu beşeri nisyan yönünden yararlanacaktı.
Allah tarafından cennetteki bir ağacın yasak edildiği haberini alan şeytan, çok sevinmişti. Cennet kendisine yasak olmasına rağmen o, bir yolunu bulup en büyük hasmı Hz. Adem ve hanımına ulaşacak ve her zaman denemeye değer o planını sahneye koyacaktı. Evet, ümitsiz de olsa, cennetin kapısına giderek, onların kapıya yakın bir yerden geçmesini bekleyecekti.
Elmalı Hamdi Yazır bu konuyla alakalı A’raf suresinin 10-25. ayetlerinin tefsirinde; “Adem ve Havva, bazen cennetin kapısına yakın gelirler, Şeytan da dışardan onları gözetir, yaklaşırdı; vesvese bu şekilde meydana geldi.” diyerek onlarla konuşma fırsatını yakaladığını ve ardından; “ Rabbiniz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil ancak iki melek olacağınızdan veya ebedî kalacağınızdan dolayı men etti. Yani bundan yerseniz, ya yemek içmek ihtiyacından melekler gibi müstağnî olursunuz (ihtiyaç duymazsınız), yahut ölüm yüzü görmez, ebedî kalırsınız’’ diyerek, onları meyveden yemeye razı ettiğini söyler.
‘’ Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar…’’ (Tâhâ 121) Onlar, yaptıkları bu zelleden dolayı Rabb’lerinden öyle utanmışlardı ki, sağa-sola koşarak üzerlerine örtecek bir şeyler arıyorlardı. Yapmış oldukları bu hatanın geriye dönüşü olmayacak ve ceza olarak cennetten çıkarılacaklardı. ‘’Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de ‘Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için orada yerleşecek bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır’ dedik...’’ (Bakara 36 - 39) fermanıyla, Hz. Adem ve Hz. Havva birbirlerinden ayrı olarak dünyanın değişik bölgelerine hicret etmek zorunda kalır. Böylelikle İlk yaratılanlar olmanın yanında, dünyaya ayak basan ilk beşer olma payesine de sahip olurlar.
Gelecek yazımız: Bu Gidiş Nereye!