Hey Gidi Günler
Derin bir nefes alarak ‘Nerede o eski ramazanlar’ diye hayıflanırız. Çünkü , o ramazanların ayrı bir yeri, ayrı bir hatırası, ayrı bir coşkusu kaldı gönüllerimizde. Teravihleriyle, iftarlarıyla sahurlarıyla, insani münasebetleriyle ayrı bir dünyanın kapılarını aralardı herkese. Gönül rahatlığıyla, sevgisiyle, merhametiyle bereketli günlerin huzurunu yaşatırdı bizlere. Herkes pişirdiği güzel yemeklerden komşularına ikramda bulunurken paylaşmanın, kardeşliğin, birlik ve beraberliğin huzurunu mayalardı gönüllerimize. Senin, benim evim; senin benim kapım yoktu. Kapılar kilitlenmez açık olurdu herkese. Erzak açısında darda kalan komşular, birbirilerinin evine koşar, yağını, ekmeğini, tuzunu komşusundan tedarik ederlerdi. Çünkü komşumuzun kuru kabuklu ekmeği, evimizdeki baklavadan daha lezzetli daha tatlı gelirdi bizlere.
Sonra ezanla beraber iftarlar açılır, dakikalarca sadece kaşık sesleri ramazanın o enfes musikisine eşlik ederdi. Bu sofralar çoğu zaman kardeşliğin, birlik ve beraberliğin, hoşgörünün meyvesi olan misafirlerle bereketlenirdi. Küsler barışır, dargınlar ramazanlarda birbirilerine alışırdı. Hiç kimsenin yaşamına, partisine, cemaatine, tarikatine, rengine bakılmazdı. O günlerde insanlar adeta renk körüydü. Hiç kimsenin kusurunu görmez, renk ve desenleri tefrik edemez ve kendisi gibi olmayanı ötekileştirmeyi asla düşünmezdi.
Çünkü o günlerde insanları bir araya getiren onları birbirine yakınlaştıran, sevdiren herkesin oturabileceği geniş yüreklerin varlığı idi. Biz ‘Nerede o eski ramazanlar’ derken bu güzellikleri, bu kardeşliği, bu birlik ve beraberliği ve bu hoşgörüyü arıyoruz. Bugün olduğu gibi birbirine yabancılaştırılan çıkar ilişkili, menfaat esaslı, tilki suratlı, sırtlan dişli siyaset fitnesiyle kavgaya tutuşan bir toplum; zehir kusan ve kendinden olmayana saldıran kobra siyaseti yoktu.
Nerde O Eski Siyasetçiler
Şimdilerde aynı sözleri siyaset ve siyasetçiler için kullanır olduk. Geçmişteki hatıralarımızın, ramazanlarımızın, kardeşliğimizin ve bir arada yaşama geleneğimizin üzeri bugünkü siyasilerin kirli suratlarıyla örtüldü. Bir Çanakkale, bir kurtuluş savaşıyla bölüp parçalanamayan bu milleti, sapı bizden günümüzün balta siyaseti yerlere serdi. Harun diye gelip Karun olanlar; İbrahim diye gelip Nemrut olanlar; Davut diye gelip Calut olanlar bu millete en büyük ihaneti yaptılar.
Çocukluğumun o güzel hatıraları arasında siyah beyaz televizyon ekranlarından âşına olduğum siyasiler ayrı bir yer tutar. O günlerin tıpkı ramazan gibi ayrı bir güzelliği, ayrı bir huzuru ve ayrı bir neşesi kaldı yüreğimde. Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu, Necmeddin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut Özal (Allah hepsine rahmet eylesin) gibi, hepsi farklı görüşlerin insanı olmasına rağmen bir masa etrafında toplanır kendilerine yakışan tavrı ortaya koyarlardı. Onlar açık oturum programlarında tartışırken, ayrı ayrı partilerden insanlar televizyon karşısında saatlerce onları seyrederdik. Onlar kendi görüşlerini, icraatlerini anlatırken farklı görüşteki insanların nasıl bir masa etrafında birbirlerine hakaret etmeden konuşabileceğini de bizlere gösterdiler.
Çocukluğumun o güzel hatıraları arasında siyah beyaz televizyon ekranlarından âşına olduğum siyasiler ayrı bir yer tutar. O günlerin tıpkı ramazan gibi ayrı bir güzelliği, ayrı bir huzuru ve ayrı bir neşesi kaldı yüreğimde. Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu, Necmeddin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut Özal (Allah hepsine rahmet eylesin) gibi, hepsi farklı görüşlerin insanı olmasına rağmen bir masa etrafında toplanır kendilerine yakışan tavrı ortaya koyarlardı. Onlar açık oturum programlarında tartışırken, ayrı ayrı partilerden insanlar televizyon karşısında saatlerce onları seyrederdik. Onlar kendi görüşlerini, icraatlerini anlatırken farklı görüşteki insanların nasıl bir masa etrafında birbirlerine hakaret etmeden konuşabileceğini de bizlere gösterdiler.
Onlar, Osmanlı dizileriyle milleti asileştirip kılıçtan, adam öldürmekten, düşman başı kesmekten kan kokusu alan boğalar gibi birbirine saldırmıyorlardı. Miting meydanlarında, televizyon ekranlarında sokak ağzıyla konuşmuyorlardı. Yerli ve milli siyaset erbabı arayanlar bir de onlara baksınlar. Oturuşları, kalkışları, seçtikleri kelimeler ve kullandıkları vücut dili hem insani, hem İslami hem de yerli ve milli idi. Çünkü, milletine, devletine, halkına birazcık olsun saygısı olan bir liderin, bir siyasinin başka türlü davranması asla düşünülemezdi.
Bizler ‘Açık Oturum’ dediğimiz programları iple çekerdik. Bazen birbirlerine zeka mahsulü öyle ince espiriler, öyle güzel latifeler yaparlardı ki; rahmetli Demirel’in o kıvrak zeka mahsulü kasılarak verdiği cevaplar bizleri kahkahaya boğardı. Erbakan Hoca’nın nefis türkçesi ve beden dili; Ecevit’in göz kırpması ve nezaketi; Mesut Yılmaz’ın kameralara yapmacık tebessümü; Erdal İnönü’nün hızlı ve zor anlaşılır konuşması, Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava adamlığı ve ağırlığı, Özal’ın tombişliği ve sevecenliği yüreklerimizde ayrı izler bıraktı.
Din, Siyasete Kurban Edilemez
Din, Siyasete Kurban Edilemez
Benim çocukluk yıllarım CHP’li bir babanın terbiyesinde geçti. Rahmetli babam Ecevit dostu birisiydi. O yıllarda köyümüzde sadece iki komşuda siyah-beyaz televizyon vardı. Bazı akşamlar sadece Ecevit’i görmek için bir bahane bularak komşumuza gider, haberlerde onu konuşmasını dinlerdik. Karadenizli olmamıza rağmen babamın ağzından şaka dahi olsa bir yalan ve insani sınırlara sığmayan en ufak bir söz duymamışım. Çünkü sevdiği, desteklediği, arkasından gittiği siyasi lider de aynı kıvamda birisiydi.
Namazını kılan, herkesi kendi konumunda kabul eden ve uzun yıllar yapmış olduğu köy muhtarlığı görevinde yoldan geçen herkese sofrasını açan nadide birisiydi. Rahmetli annem, o kadar işin yanında misafirlere hizmet etmeyi de asla ihmal etmezdi. Hayatları misafir doyurmakla, misafir ağırlamakla geçti desem mübalağa yapmış olmam. Hatta o yıllarda evimizde misafire ait bir odamız vardı. Misafirler için özel hazırlanmış yatak ve yorganlar aynı odada yüklük denilen bir masa üzerine örtülü şekilde bekletilirdi. Gelen misafirler orada ağırlanır, karnı doyurulur ve bütün ihtiyaçları karşılanırdı.
Evet, bir insanın hangi partiye oy verdiği, hangi liderin arkasından gittiği onu inançlı ve ya inançsız yapmaz. İman kalptedir ve asla bir parti meselesi yapılamaz. Oy vermek ne farz ne vacip ne de sünnettir. Burada ölçü adalettir. Adaletine güvendiğin her partiye oy vermek, şahıslar adına müstâhab bir görevdir. İşte o günlerde bugün olduğu gibi pervasızca kendinden olmayanı, kendi partisine oy vermeyeni, kendi liderinin arkasından gitmeyeni dinsiz, vatan haini, terörist ve cehennemlik yaftasıyla ötekileştiren beyinsiz; hatta başının arkasında bir beyin olduğunu bile unutan sürüler yoktu.
Bu öldürücü zehiri kusan bu kobra siyasetinin yaralamadığı, sakat bırakmadığı, yatalak ve yataklara düşürmediği hiç kimse kalmadı. Bir insanın partisinin, düşüncesinin, tarikatinin, cemaatinin farklı olması onu kafir yapmaz ama, bunu iddia edenleri kendi kazdığı kuyuya düşürebilir. "Herhangi bir kimse, din kardeşine kafir derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne âlâ. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner, kafir olur." (Müslim, 1/319)
Hiç Kimse Şikayetçi Olmazdı
Bu öldürücü zehiri kusan bu kobra siyasetinin yaralamadığı, sakat bırakmadığı, yatalak ve yataklara düşürmediği hiç kimse kalmadı. Bir insanın partisinin, düşüncesinin, tarikatinin, cemaatinin farklı olması onu kafir yapmaz ama, bunu iddia edenleri kendi kazdığı kuyuya düşürebilir. "Herhangi bir kimse, din kardeşine kafir derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne âlâ. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner, kafir olur." (Müslim, 1/319)
Gençlik yıllarımda siyasetin nezaketine, nezahetine şahit olmuş birisi olarak o yıllarda tıpkı gazete yazarları gibi, gazete karikatüristleri vardı. Onlarda çizdikleri karikatürlerle siyasi gündemi kendilerince mizahsel bir şekilde eleştirmeye çalışırlardı. Öyle ince espirilerle siyasiler eleştirilirdi ki, bunlar bazen bir köşe yazısından daha etkili olurdu. Ama, hiçbir siyasi kendileri için çizilen bu karikatürlere itiraz etmez, şikayetçi olmaz ve hakaret davası açmazdı. Çünkü bunlar siyaset yolunun çeşitliliğini, nezaketini, hoş görüşünü halka aşılayan özgürlük motifleriydi. Çünkü o günün siyasetçileri halkın özgürlüğünü, yaşam tarzını, inanışlarını bir ötekileştirme, bir ayrıştırma değil de bir zenginlik olarak görürlerdi. Onlar, kendi partisine oy vermeyenlere, kendi görüşlerini benimsemeyenlere, kendilerini eleştirenlere ağzı alınmayacak sözlerle yüklenerek, toplumu kutuplaştıracak bir ihanet içine girmemişlerdi.
Uzun yıllar kendi görüşümden, kendi düşüncemden ve kendi yaşantımdan farklı insanların yönetiminde yaşadım bu ülkede. Bu kadar yüzümün kızardığı, duyduklarımdan bu kadar utandığım, siyaset ve siyasilerden bu kadar iğrendiğim, ellerimle yüzümü bu kadar kapattığım bir siyasi kepazelik dönemi yaşamadım. Kendi halkına, kendi milletine bu kadar hakaret eden; kendi vatandaşını bu kadar kutuplaştıran; kendi kültürüne bu kadar düşman olan; yalan konuşurken bile yüzü kızarmayan bu kadar lideri bir arada hiç görmedim. İşte bundan dolayıdır ki, birileri ‘nerde o eski ramazanlar’ derken ben, nerde o eski siyasiler diyorum.
Köprülerimiz, Tünellerimiz Yoktu ama…
Siyaset kirlendi, diller keskinleşti, söylemler ahlaksızlaştı ve haksızlık ve adaletsizlik bir kırbaç gibi toplumun sırtında şaklamaya başladı. Bugünün siyasileri değil ekranlarda bir araya gelmek, bayramlarda bile bir araya gelmekten korkar oldu. Toplumun kaynaştırıcıları, uzlaştırıcıları, ahlak ve nezaket vitrinleri olması gereken parti ve liderler; toplumu parçalamak, kutuplaştırmak ve birbirlerine düşman haline getirmekten başka hiç bir işe yaramadılar.
O günlerde bolluk içinde bir yaşantımız yoktu ama, huzur ve bereketimiz vardı. O gün küçüklerin büyüklere saygısı; büyüklerin de küçüklere sevgisi vardı. O günlerde bu kadar oto yolumuz, kıtaları birbirine bağlayan tünellerimiz, göz alıcı köprülerimiz ve dünyaca meşhur liderlerimiz yoktu ama, farklı görüşleri birbirine bağlayan, mutluluk ve sevincimizi birbirine ulaştıran, dert ve kederlerimizi beraber omuzlayan, hasta olunca kapımızı açan, yere düşeni sırtlayan inanılmaz bir beraberlik tutkumuz vardı.
Kim ne derse desin ve kim ne düşünürse düşünsün. ‘’ Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez…( Ra’d, 11) Eğer toplum olarak başımızın arkasında bir beyin olduğunu anlayıp, takım tutar gibi parti tutmaktan vaz geçmediğimiz sürece bu zihniyetsiz, bu cibiliyetsiz propagandalar altında kalıp ezilmeye; bu ehil olmayan siyasetçiler tarafından sürüler halinde güdülmeye devam edeceğiz.
Hiç Kimseye Bir faydası Yok
Bugünkü siyasetin ne millete, ne devlete ve ne de geleceğe ait hiçbir faydası yoktur ve asla da olmayacaktır. Nezaket ve nezahetini yitiren, toplumu kaynaştırmak yerine ayrıştıran, kendinden olmayanı şeytanlaştıran bir dil, olsa olsa cehennem ateşine odun taşıyan zebanilerin dili olabilir. Benim yaşımda olanlar şöyle geriye dönüp bir baksınlar. Eski ramazanları karşılaştırdıkları gibi eski siyasileri de bir karşılaştırsınlar. Görün bakalım hangileri daha medeni, hangileri daha milliyetçi, hangileri daha halkçı ve hangileri daha yerli ve milli.
Tekrar söyleme ihtiyacı duyuyorum. Bir partiye gönül vermek, ona oy vermek asla ve asla dini bir vecibe değildir. Ne kur’an da ne de sünnette insanları kafir konumuna düşürecek böyle bir ibare de yoktur. Aksine, Kur’an okumak, besmele çekmek, camiye gitmek bir insanı Müslüman ve mümin yapmaz. Her gün cumalarda dinlediğimiz‘’ Şüphesiz ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayasızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar…’’ (Nahl,90) ayeti diline dolayıp, kendi çıkarlarına kılıf arayanlardan da Müslüman olmaz. Eğer birileri bu ayette ilk sırayı alan adaleti bilerek sümenaltı edip diğerlerini vitrinleştirerek halkı da buna inandırıyorsa, o toplum kötüler, hayasızlar ve zorbalar tarafından istila edilmiş demektir.
Boşuna alkıştan ellerinizi, sevgiden yüreğinizi, koşuşturmakdan dizlerini yormayın. Adam olacak çocuk yaşantısından, oturup kalmasından, konuşmasından, utanmasından ve adaletli davranmasından bellidir. Bediüzzaman’ın deyimiyle ; ‘’ Şeytandan Allah’a sığındığım gibi, siyasetten de Allah’a sığınırım’’ sözünü bir kere daha hatırlatın nefsinize ve neslinize. Ve; ‘’ Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin…’’ (Maide, 8) ayetini rehber ediniz kendinize. Göreceksiniz her şey daha güzel olacak.