Hızlı Bir Çöküşün Eşiğinde
Bir topluma yapılacak en büyük kötülük o toplumu, varoluş gayesi sayılan kendi değerlerinden ve onu ayakta tutan dinamiklerinden koparmaktır. Son birkaç asırdır geçmişiyle bağı koparılan bu necip millet, bu bölgede var olduğu günden itibaren ne zaman ayakları üstüne doğrulacak olsa, yeniden bir manevi bunalım içine çekilerek, sun’i gündemlerle meşgul edilmiş, dini hassasiyetleri sürekli törpülenmiştir. ‘’ … toplum üst üste gaile ile yorgun ve sarsık… kitleler şaşkınlık içinde… elli noktada elli ayrı fitne ateşi.. şeytan ve onun insi hemcinsleri bu iç içe yangına habire körük çekerek, dini hassasiyetimiz ayaklar altına alınıyor.’’
Bununla da ruhla manayı savaştıran, eşyanın perde önünden ve perde arkasından hiçbir şey anlamayan, fizik-metafizik sırlara ulaşamayan, tefekkür yeteneklerini bir bir kaybeden, inandığı gibi değil, yaşadıklarına inanan muhakemesiz ve mukallit bir toplum ortaya çıkıverdi.
Kandırılmış ve inanç çizgisinden kaydırılmış bu güruh takvayı, ruhu, manayı ve metafiziği; hepsinden önemlisi dini yaşamayı devre dışı bırakıp kendilerini entel görünme sevdasına kaptırarak İslami duygu ve düşünceden de uzaklaşmış oldular.
İnsanımız duygu ve düşünce dünyasını ateşe vererek, adeta Allahsız bir yaşama doğru hızla koşmaktadır. Rahmetli Nureddin Topçu’nun tabiriyle ‘’Allahsız Müslümanlar’’ çizgisine kaymaktadır. Halbu ki Yüce Allah (cc); ‘’… Bir toplum kendini değiştirmedikçe, Allah onları değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini murat ederse, artık onu geri çevirilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.’’ (Ra’d 11) Ve böylelikle değiştikçe, değiştirildik. Utanmaz, sıkılmaz, arlanmaz ve hayatını Allahsız yaşamaya meyleden bir toplum haline getirildik.
Hangi Dine İnanıyoruz?
‘Oku’ emriyle başlayan bir dinin mensupları olmamıza rağmen, okumuyor, düşünmüyor ve her şeyi bir başkasından bekleme zilletine düşüyor ve her defasında da aldatılıyoruz. İslamiyet Rahipler ve günah çıkaran Papazlar dini değildir. Müslümanlar cenazesini bir imama yıkatma, ölülerine bir imama Kur’an okutma, ilmihal bilgilerini bir imamdan öğrenmek zorunda değildir. Okumalı, araştırmalı ve kendi dinini ve Yaratadını öğrenecek kadar araştırması zaten üzerimizi farz kılmıştır.
Yıllar var ki ülke insanı olarak biz, kendi kendimize bir takım teviller yaparak papağanlarla konuşmaya, hayvanlara edep adap öğretmeye, sosyal şebekelerde kendimizi reklam etmeye, mahremimizi bütün dünyanın beğenisine sunmaya harcadığımız eforu, Kur’an öğrenmeye, okumaya ve araştırmaya harcamıyoruz. Camiden çıkan cemaate sorsanız günde kırk defa okuduğu Fatiha suresinin manasını bilen kaç kişi çıkacaktır? Hep taklidi şeylerle kendimizi avuttuk. İslami ruhun engin denizlerinde gezinmek yerine, ekranlarda ki na-ehil insanların hezeyan deryalarında dalıp kendi iç dinamiklerimizi kaybettik.
Çıkalım cadde ve sokaklarımıza, bakalım şöyle bir çevremize, İslam’a ve İslam ahlakına uyan kaç fotoğraf çekebiliriz mahallemizden, evimizden, sokağımızdan. Kaç bayan görebiliriz hakiki manada tesettürüyle İslami ruhu temsil eden; kaç erkek görebiliriz gerçek manada kendi asaletini sergileyip edebiyle yürüyerek sokakların hakkını veren. Kaç cami imam gösterebiliriz beş vakit namaz kıldırmanın dışında, imametin hakkını verip, irşat ve tebliğ için gecesini gündüzüne katan.
Bu Vebal Kimin
Ekran başlarında kaybettiğimiz zamanı kendimize göre bir kazanç sayarak, her şeyi ondan öğrenmek, saatlerce onun karşısında ömür sermayemizi tüketmekle, kazanma kuşağında kaybettik. Sadece zamanımızı mı? Hayır. Dini hassasiyetimizi, utanma duygumuzu, eşimizi, çocuklarımızı her şeyimizi, hatta ahiretimizi kaybettik.
Hal böyle olunca, genç nesle örnek olabilecek hiç bir merci, hiçbir yuva, hiçbir eğitim modeli kalmadı. Vitrinlerimiz adeta yağmalandı Ne kadar rol model diyebileceğimiz unsur varsa hepsi talan edildi. Gençlerimiz dizilerde, sosyal mecrada, magazin dünyasında kendilerine rol model arama sevdasına kapıldılar. Camiler kendi fonksiyonunu, hatipler edipliğini, öğretmenler rol modelliğini ve daha acısı milleti idare eden siyasiler kendilerine has mevki his ve ahlakını kaybetti.
Dini kendi tekelinde görenler, gençliğimizin imanı cayır cayır yanarken yıllardır cami kürsülerinden hep namazı bozan-bozmayan; orucu bozan-bozmayan şeyleri anlatıp durdular bu millete. Neden canını dişine takarak bu imansızlık, ahlaksızlık ve arsızlık yangınıyla tutuşan sokakalarımızı, caddelerimizi, evlerimizi söndürmeye koşmadılar. Ellerinde mikrofon mahalle aralarında, cadde ve sokaklarda mevlitlerde pop star gibi ses yarıştıracağına, aynı heyecanla neden hakikatleri haykırmayı düşünmedi. Din adına, dinayet adına belli makamları işgal edenler, neden karakterimizi, kimliğimizi, neslimizi çürüten, mazi köklerimizi bir haşere gibi kemiren TV’lere, dizilere karşı bir önlem almadılar. Bir kilo baklavayı çalan küçük bir çocuğun yaptığı işe fetva dizenler, neden aile içi şehveti, tacizi, ahlaksızlığı, dinsizliği özendiren her şeye karşı isyan bayrağı açmadılar. Müslüman kimlikleriyle sanal alemde günah çıkaran sözüm ona bazı ‘’Din Taçirleri’’, bütün bu çirkeflikler yaşanırken acaba neden hala üç maymunu oynamaya devam ettiler. Dini bir ifadeyle; ‘’ Emri bil maruf’u ’’ yaparken neden ‘’ Nehyi anil münkeri’’ hasır altı etmeyi yeğlediler?
Beki kim bu işin sorumlusu. Kimin omuzlarına yükleyelim bu ağır yükü. Kadınları taciz edenlerin, sabilere tecavüz edenlerin, öğrencilerine sarkıntılık yapanların, mahremiyle aşk hayatı yaşayanların, başkalarının namusuna göz dikenlerin, Allah’tan habersiz sokakları bir sel haline getiren genç neslin hesabını kimlere yükleyelim.
Kendi teb’asına örnek olamayan ahlak, edep, nezaket sınırını ayaklar altına alarak, birbirlerine bağırmayı, hakaret yağdırmayı, kavga etmeyi ve yalan söylemeyi adet haline getiren siyasilere mi? Ve ya onların borozanlığını yapan gazete köşelerini işgal edenlere mi?
Namaz kılmayana hayvan diyenlere mi? Müslüman kimliğiyle hırsızlık yapan, zina işleyen, zulmeden, harama el uzatan hırsızlara mı? Utanma perdesini çehresinden sıyırmış arsızlara mı? Çoluk çocuğu ile ekran karşına geçip ruhunu delik deşik eden dizileri sıkılmadan, utanmadan izleyen ve namazını reklam aralarında sıkıştıran anne ve babaları mı? Beş vakit namazını kıldırıp, kendi şahsi işlerine koşan; her gün arkasında saf tuttuğu cemaatinin derdinden, tasasından bi haber olan ve haftada en-az üç müdavimine aile ziyareti bile yapamayan, kendi cemaatinin dertlerine derman olamayan, imameti bir meşrep halinden bir meslek haline getiren diyanet teşkilatına mı?
Kime yükleyelim?