Çocuklar, Rabb’imizin bize emanet ettiği ve bu emanete sahip çıkmayı emrettiği değerli varlıklardır. Onlara gösterdiğimiz ihtimam, sadece onları koruyup kollamaktan ibarettir. Bu iş bize bazen altından kalkılamaz yükler yüklese de, yinede onu koruyup kollayan onu Yaratan Yüce Allah’tır. Onu yaratan, bir kan pıhtısından, bir tutam etten, güzeller güzeli, mis kokulu bir gül haline getiren de yine O’dur.
Bitmedi; rızkını veren, yaşaması, boy atıp gelişmesi için hava ve suyu indiren de O’dur. Rabb’imizin merhameti o kadar büyüktür ki, yaratılışına göre bizi işin en kolay kısmıyla yükümlü tutmuş, gözleri kamaştıran bir pırlanta misali evlatlarımızı kucağımıza emanet etmiştir. Ama, işin asıl görülmesi ve düşünülmesi gereken tarafı ise, bizler bu emanete sahip çıkabildik mi? Onları yaratılışları kadar mükemmel bir ilahi boya ile boyayabildik mi? Beki bizler ne yaptık?
Bizim yaptıklarımızı, 1962 yılında kaleme aldığı ve ‘Çocuklar’ yazısını Merhum Üstad Nureddin Topçu’dan bir çığlık olarak dinleyelim.Bitmedi; rızkını veren, yaşaması, boy atıp gelişmesi için hava ve suyu indiren de O’dur. Rabb’imizin merhameti o kadar büyüktür ki, yaratılışına göre bizi işin en kolay kısmıyla yükümlü tutmuş, gözleri kamaştıran bir pırlanta misali evlatlarımızı kucağımıza emanet etmiştir. Ama, işin asıl görülmesi ve düşünülmesi gereken tarafı ise, bizler bu emanete sahip çıkabildik mi? Onları yaratılışları kadar mükemmel bir ilahi boya ile boyayabildik mi? Beki bizler ne yaptık?
‘’Biz günahkarız; meyvesi nur olacak ruh tarlasını harabeye çevirdik. Biz çocuklarımıza zulmettik; ezel bezminde yaşanan hayatın rüyasını yeryüzüne indiren yavrularımızın getirdiği ilahi emanete değer veremedik. Halbu ki onu kendi dünyasının aleminde elinden tutup, adım adım yürüterek hakikatın mihrabına ulaştıracaktık.
Çocuk dediğimiz melek varlıkta samimiyet, sevgi, ümit bunların hepsi vardı. Biz onun ruhundaki bu ilahi tohumları, cennet kapılarını aydınlatan ruhları inkişaf ettirecekken, onu kendi dünyasından çekip ayırdık. Kendi zevk, menfaat, riya ve zulüm zindanlarına soktuk. Ondaki ruh cevherinin Allah’a götürücü olgunlaşmasını yalanladık. Yerine kaba maddenin dürtmeleriyle kımıldanan kirli iskeletin bütün isteklerini doldurduk.
Biz Suçluyuz
Biz suçluyuz; iman aşkıyla dolup taşan masum kalpleri zehirledik. Aşk ihtiyacıyla yanan gönülleri kararttık. Peygamber’in gösterdiği yolun remz olduğu itaati, isyana tebdil ettik. Çocuklarımızın gözlerinde parlayan teslimiyet sevgisini öldürdük; yerine hoyrat saldırışları koyduk. Bir büyük gün gelince bize mutlaka sorulacak: Gözlerinde iman, gözyaşında Allah görünen bu yavrulara nasıl kıydınız? Bizden, kalbine yapılacak kuvvet aşısı, hakikat rüyasına tutulacak ışık isteyen, temiz ruhundaki himaye ihtiyacıyla bize sığınan Allah kuzularını nasıl boğazladınız?
Onlar bizimdi de onun için değil mi? Acaba bizim olacaklar mı? Acaba bin bir zehirle zehirlediğimiz, yalan, fitne, hırs ve kini öğrettiğimiz, elimizin ve dilimizin her kımıldayışıyla ruhlarına zulmü aşıladığımız çocuklarımız gerçekten bizim olacaklar mı?
Onlar, cennet yolunu arayan o masum yürüyüşleriyle dünyamızda dolaşırken, biz onları arkadan vuran kahpe eller gibi takip ettikten sonra onların, yarının imanlı ve temiz neslini meydana getirebileceklerine inanıyor muyuz? Mezarımızda dolaşacak ayaklar, acaba Allah’ın emaneti olan o melek adımlar mı olacak? Yoksa, yoksa..?
Çocuk denen ve nüsha-i kübra ( büyük kopya) olan bu ilahi cevherden bin bir hayvanın hırslarıyla yüklü çehreler çıkarmak hüner mi? yoksa inkılap mı, ne dersiniz?’’
NOT: Bu yazı Merhum Nureddin Topçu’nun Dergah yayınlarından çıkan ‘’Var Olmak’’ kitabından alınmıştır.