'' Kişilik, doğuştan getirilen bazı eğilimleri de kapsamakla beraber ağırlıklı olarak bebeklikten itibaren kişinin çevresindeki insanlarla kurduğu etkileşimler ve bu etkileşimler sonucu yaşadıkları ile şekillenir. İnsan düşüncesinin, ölümüne kadar hiç kesilmeyen sürekli ve değişmez bileşimine benlik ve ya şahsiyet diyoruz. Onun davranışlar ve tepkiler halinde görülen özelliklerine ise karakter diyoruz.''
Bazı bilim adamları toplumları arkasından sürükleyen tarihi karakterler üzerine büyük çalışmalar yapmışlardır. Alman nörolog ve psikolg Dr. Ernst Kretschmer karakteri beden yapılarına; Leptozom, atletik, piknik tipler diye tasnif ederken; Fransız psikolog Armand Ribot karakteri insanların ruhsal yapısına göre; Şekilsizler, Sebatsızlar, Duygulular, Duygusuzlar, Zekalılar, İradeliler ve Dengeliler diye tasnıf eder. Bunlar içerisinde en dikkat çekci olanı ise ‘’Şekilsizler’’ olarak karşımıza çıkar.
Küfe Karakterliler
Belirken özelliklerine baktığımızda bu şekilsiz tiplere Küfe karakterliler ve ya Münafık karakterliler de diyebiliriz. Armand Ribot’a göre bu tipler; ‘’ … belirli bir karaktere sahip olmayanlardır. Ruhsal yapıları günün olaylarına, çevrelerine ve değişen durumlara göre sık sık değişir. Kendi davranışlarını düzenlemek için mutlaka başkalarının karar vermesini beklerler. Halk arasında en çok rastlanan ve telkin yoluyla dışarıdan güdülmeye en fazla elverişli olan tipler bunlardır.’’ Çünkü bu tiplerin en belirkin özellikleri esen rüzgarın gücüne ve kuvvetine göre hareket etmeleridir. Hiç bir zaman kendi benliklerini, duygu ve düşüncelerini ortaya koyamazlar; dik durmaktan, fikrini söylemekten, konuşmaktan, okumaktan, araştırmaktan korkarlar.
Tarihimiz bu tiplilerin ihanetiyle doludur. Bu karakterler tarihin en büyük ihanetini Kerbela’da hem de kendi Peygamberinin ehli beytine karşı yapmış, karakterlerinin gereği olarak Peygamber torunlarını Yezidlere satmışlardır. Çünkü, çuvallar dolusu mektup yazarak Küfe’ye çağırdıkları cennetin reyhanı Hz. Hüseyin Efendimizi Kerbela’da kılıçlarıyla doğrayanlar, atlarının ayakları altında çiğneyenler, Fırat’tan onlara bir damla su bile vermeyenler de yine bu ‘’Şekilsiz’’ karakterli insanlardı. Çünkü bu tipler daima güç ve kuvvetin yanında yer alarak, zulüm ve zalimi alkışlamışlardır. Arap şairi Ferazdak’ın Hz. Hüseyin (ra)’e dediği gibi; ‘’Ey Hüseyin, bunların gönülleri sende olsa da, kılıçları güç ve kuvveti elinde bulunduran Yezid iledir.’’
Onlar Güdülmeye Hazır Sürülerdir
‘’Ey Küfe, sen nasıl bir şehirsin? Erkeklerin bizi öldürüyor, kadınların ise bize ağıt yakıyor. Peki, bizi kimler öldürüyor’’ (Hz. Hüseyin ra) ‘’Şekilsizler’’; telkin, propaganda ve güç yoluyla dışardan güdülmeye, kullanılmaya ve tahrik edilmeye en elverişli, siyasi oluşumlar tarafından da en çok tercih edilen, ümit beslenen ve çıkarları için kullanılan tiplerdir. Bunlar, daima güç ve güçlünün yanında sadakatlerini kuyruk sallayarak belli etseler de, dünyalık gücü elinde bulunduranlardan (haşa) Allah’tan korkmadıkları kadar korkar ve Allah’a güvenmedikleri kadar güvenirler. Hani, İsrailoğullarının Hz. Musa(as)’ya dedikleri gibi; ‘’ Sen haklısın ey Musa ama bizim karnımızı Firavun doyuruyor.’’ (Kasas 57) der, karnını doyuran ve cebini dolduran zalim de olsa, haksız da olsa sürüler misali arkasından koşarak kendi karakterlerini ortaya koyarlar.
‘’Şekilsizlere’’ Kayan Bir Toplum
Son zamanlarda toplum olarak müthiş bir erozyon yaşıyoruz. Aşınmayan, özelliğini kaybetmeyen hiç bir duygumuz, hiç bir düşüncemiz ve hiç bir uzvumuz kalmadı. Ömründe bir defa dahi, kendi kutsal kitabını öğrenme ihtiyacı dahi hissetmeyen, kendi peygamberinin hayatını bir defa dahi okumaya tenezzül etmeyen, her gün 40 defa namazda okuduğu Fatiha süresinin bile manası bilmeyen ve elinde tesbihiyle cami köşelerinde kıvrılan, mevlitlerde sufi duruşuyla gözyaşı döken, helva dağıtmakla cennetin anahtarını boğazına takanlar; sergiledikeleri yaşam tarzlarıyla karşısına aldıkları diğer kitleleri de kendince düşmanlaştıran ve birbirlerini adeta yargısız infaz yapan kitleler var.
Bu kitle Allah (cc)’ı, Peygamber (sav)’i kısacası bütün dini değerleri adeta kendi tekellerinde görürken, diğer bir kitle de onlardan farklı olarak değişik siyasi figür ve argümanları kendi tekelinde gördüler. Bu iki taraf kinlerinde o kadar ileri gittiler ki, doğru ve güzel bildikleri ne kadar değer varsa, birbirlerine karşı bu yapmış oldukları bu anlamsız ve manasız savaşta hepsini ayaklar altına aldılar.
Toplum mühendislerinin mumla aradığı bu kutuplaşma zamanla siyasiler tarafından da kullanılarak bu iki kesimi areneda günahsız canlılara mızrak saplayan zalim matadorları çıkgınca alkışlayan ‘’Şekilsizler’’ haline geldiler. Her gün televizyon ekranlarında kendi görüşlerini, kinini, nefretini kusan insanları gören bu kitleler; daima kendileri adına konuşan, okuyan, kendileri adına düşünen, kendileri adına idare eden birilerinin olduğuna inandırıldılar. ‘’ Onlara şöyle bir baktığın zaman kalıpları ve kıyafetleri hoşuna gider. Öyle bir ton ve üslupla konuşurlar ki konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Onlar elbise giydirilip duvara dayanmış kereste gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar…’’ (Münafikun 4)
Böylelikle bizler kendi kutsallarını, kendi maneviyatını, kendi aşını; hatta nefes alışını bile televizyon ekranlarından tanıdığımız insanlara bağladık. Zamanla gerçek güç sahibi olan Allah’ı unutup, ‘’Şekilsiz’’ karakterli insanlar ordusuna meylederek, bütün benliğimizle mağdur ve mazlumdan yana değil de, güç ve kuvveti elinde bulunduranlardan taraf olduk. Toplum olarak kalbimizle beraber irademizi de, bu insanlara bağlayarak zamanla içten içte bozulmaya ve kokuşmaya başladık. ‘’ Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirmedikçe Allah, onları değiştirmez.’’ ( Ra’d 11)
Onlar Güdülmeye Hazır Sürülerdir
‘’Ey Küfe, sen nasıl bir şehirsin? Erkeklerin bizi öldürüyor, kadınların ise bize ağıt yakıyor. Peki, bizi kimler öldürüyor’’ (Hz. Hüseyin ra) ‘’Şekilsizler’’; telkin, propaganda ve güç yoluyla dışardan güdülmeye, kullanılmaya ve tahrik edilmeye en elverişli, siyasi oluşumlar tarafından da en çok tercih edilen, ümit beslenen ve çıkarları için kullanılan tiplerdir. Bunlar, daima güç ve güçlünün yanında sadakatlerini kuyruk sallayarak belli etseler de, dünyalık gücü elinde bulunduranlardan (haşa) Allah’tan korkmadıkları kadar korkar ve Allah’a güvenmedikleri kadar güvenirler. Hani, İsrailoğullarının Hz. Musa(as)’ya dedikleri gibi; ‘’ Sen haklısın ey Musa ama bizim karnımızı Firavun doyuruyor.’’ (Kasas 57) der, karnını doyuran ve cebini dolduran zalim de olsa, haksız da olsa sürüler misali arkasından koşarak kendi karakterlerini ortaya koyarlar.
‘’Şekilsizlere’’ Kayan Bir Toplum
Son zamanlarda toplum olarak müthiş bir erozyon yaşıyoruz. Aşınmayan, özelliğini kaybetmeyen hiç bir duygumuz, hiç bir düşüncemiz ve hiç bir uzvumuz kalmadı. Ömründe bir defa dahi, kendi kutsal kitabını öğrenme ihtiyacı dahi hissetmeyen, kendi peygamberinin hayatını bir defa dahi okumaya tenezzül etmeyen, her gün 40 defa namazda okuduğu Fatiha süresinin bile manası bilmeyen ve elinde tesbihiyle cami köşelerinde kıvrılan, mevlitlerde sufi duruşuyla gözyaşı döken, helva dağıtmakla cennetin anahtarını boğazına takanlar; sergiledikeleri yaşam tarzlarıyla karşısına aldıkları diğer kitleleri de kendince düşmanlaştıran ve birbirlerini adeta yargısız infaz yapan kitleler var.
Bu kitle Allah (cc)’ı, Peygamber (sav)’i kısacası bütün dini değerleri adeta kendi tekellerinde görürken, diğer bir kitle de onlardan farklı olarak değişik siyasi figür ve argümanları kendi tekelinde gördüler. Bu iki taraf kinlerinde o kadar ileri gittiler ki, doğru ve güzel bildikleri ne kadar değer varsa, birbirlerine karşı bu yapmış oldukları bu anlamsız ve manasız savaşta hepsini ayaklar altına aldılar.
Toplum mühendislerinin mumla aradığı bu kutuplaşma zamanla siyasiler tarafından da kullanılarak bu iki kesimi areneda günahsız canlılara mızrak saplayan zalim matadorları çıkgınca alkışlayan ‘’Şekilsizler’’ haline geldiler. Her gün televizyon ekranlarında kendi görüşlerini, kinini, nefretini kusan insanları gören bu kitleler; daima kendileri adına konuşan, okuyan, kendileri adına düşünen, kendileri adına idare eden birilerinin olduğuna inandırıldılar. ‘’ Onlara şöyle bir baktığın zaman kalıpları ve kıyafetleri hoşuna gider. Öyle bir ton ve üslupla konuşurlar ki konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Onlar elbise giydirilip duvara dayanmış kereste gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar…’’ (Münafikun 4)
Böylelikle bizler kendi kutsallarını, kendi maneviyatını, kendi aşını; hatta nefes alışını bile televizyon ekranlarından tanıdığımız insanlara bağladık. Zamanla gerçek güç sahibi olan Allah’ı unutup, ‘’Şekilsiz’’ karakterli insanlar ordusuna meylederek, bütün benliğimizle mağdur ve mazlumdan yana değil de, güç ve kuvveti elinde bulunduranlardan taraf olduk. Toplum olarak kalbimizle beraber irademizi de, bu insanlara bağlayarak zamanla içten içte bozulmaya ve kokuşmaya başladık. ‘’ Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirmedikçe Allah, onları değiştirmez.’’ ( Ra’d 11)