Beş Güzel Yürek
Mekke müşriklerinin Müslümanlara yaptığı bu işkence, bu boykota artık yürekler dayanmıyordu. Açlık iniltileri şehrin sokaklarında yankılanırken, bol çeşitli sofralar önünde midelerini tıka-basa dolduran merhametsiz Mekke zalimleri yataklarında rahatça uyuyabiliyordu. İnsanlık bu kadar mı tefessüh etmiş, kalpler bu kadar mı kasvet bağlamıştı. Allah'a ve Peygamberine inanmaktan başka hiç bir suçu olmayan insanlara, sırf kendilerinden yana olmadıkları için yapılan bu zulüm, aklın ve vicdanın alacağı bir şey değildi.
Ortalıkta bu zulme dur diyen birileri şimdilik gözükmese de, gözlerden ırak, evlerinin kuytu bir köşesinde bu işin sancısını çeken merhametli birkaç yürek vardı. İniltiler yüreğini parçalıyor, geceleri gözüne uyku girmiyordu. Günlerdir bu işi kendisine dert edinen ve bu zulmü bitirmeye kararlı görünen Hakim Bin Hizam bu delikanlılardan biriydi.
Henüz iman etmemişti ama, merhametle çağlayan bir kalbi, iyiliksever bir yüreği vardı. Bu delikanlı o günün Mekke'sinde hiç kimsenin aklının ucundan bile geçirmeye cesaret edemeyeceği bir işe gönül vermişti. Her ne pahasına olursa olsun bu zulmü bitirmeyi düşünüyordu. Nasıl düşünmesin ki, bütün serveti ile beraber kalbini de Efendimiz (sav)’e veren ve ömrünü onun yolunda harcayan Hz. Hatice (rha)’nin yeğeniydi. Bu güzel yürekli insanın ilk icraatı, bir gece yarısı devenin üzerine bağladığı erzakları gizlice Müslümanların tutulduğu mahalleye ulaştırmasıydı.Ortalıkta bu zulme dur diyen birileri şimdilik gözükmese de, gözlerden ırak, evlerinin kuytu bir köşesinde bu işin sancısını çeken merhametli birkaç yürek vardı. İniltiler yüreğini parçalıyor, geceleri gözüne uyku girmiyordu. Günlerdir bu işi kendisine dert edinen ve bu zulmü bitirmeye kararlı görünen Hakim Bin Hizam bu delikanlılardan biriydi.
Mekke müşriklerine rağmen…
O gece yardım etmenin rahat ve huzuruyla mest olan bu delikanlı, ikinci akşam da aynı yolla yardım ulaştırmayı denemişti ama, bu olay Mekke'nin Firavunu Ebu Cehil tarafından farkedilince, bir daha yapmamak şartıyla serbest bırakılmıştı. Ebu Cehil ile bir daha karşılaşmak istemeyen bu genç, bu işin tek olarak yapılmasının çok riskli ve tehlikeli olduğunu düşünerek, yakın bir arkadaşı olan Hışam bin Amr ile güçlerini ve yüreklerini birleştiriyordu. Hışam bin Amr da yüreği merhamet dolu bir gençti. Çok dikkat çekmemek için yardım götürme işini nöbetleşe yapan bu gençlerden sıra bu gece Hışam b. Amr da idi. Ama o, ilk seferinde yakalanmış ve bir daha yardım etmeyeceğine yemin ederek o da serbest bırakılmıştı.
Bu delikanlılar henüz iman etmemiş olsa da, canlarını tehlikeye atarak Müslümanlara yardım etmeye çalışıyorlardı. Dertleri meşhur olmak, mecera yaşamak, başkalarına yalakalık yapmak, makam-mansıp elde etmek değildi. Onların derdi bedenlerinde merhamet dolu bir kalp taşıyor olmalarıydı.
Hışam bin Amr ikinci yardım esnasında da yakalanınca bu defa Kureş’in tepkisi çok daha sert olmuştu. Ebu Cehil Hışam'ı ölesiye dövmüş ve tam öldüreceği bir anda, Ebu Süfyan imdadına yetişmişti. Ve, yüreğinde gizli bir kor halinde bulunan iman ve merhametin diliyle; '' Bırakın adamın yakasını! Akrabalarına yardım etmiş. Keşke biz de onun gibi sadakatli olabilseydik, ne güzel olurdu! '' diyerek, ileride yüreğinde bir çağlayan haline gelecek iman pınarından, gönlüne sıcak bir damla daha düşüyordu.
Bu iki gencin yardımları Müslümanların derdine dermen olmaktan çok uzaktı ama, yapılan bu civanmertlik öyle göz ardı edilebilecek bir şey değildi. Her geçen gün, her geçen saat ızdırap ve iniltiler giderek artıyordu. Ebu Talib, Kureşli müşriklere bu işten vazgeçmeleri için baskı yapsa da, onların nezdinde hiç bir önemi olmayacaktı. Ya, Muhammed teslim edilecek ya da bu zulüm artarak devam edecekti.
Sona Doğru
Nübüvvetin yedinci yılında başlayan ve üç yıl süren bu zulüm artık bitirilmeliydi. Buna müşrik olan bazı insanlar bile tahammül edemiyordu ama, Ebu Cehil gibilerini karşılarına almaktan da çekiniyorlardı. Bütün Mekke adeta dilsiz şeytan kesilmiş, gözlerinin önünde yapılan bu soykırımı, bu adaletsizliği, bu haksızlığı, bu zalimliği seyretmekten adeta zevk alır hale gelmişti.
Hışam, daha ilk günlerden beri bu haksızlığı içine bir türlü sindiremiyordu. Artık bu zulümden bir çıkış yolu olmalıydı. Günlerce düşündü ve sevip saydığı Züheyr b. Ebi Ümeyye'nin yanına vardı. Aslında bu insan da Efendimize yabancı biri değildi. Efendimizin halası Atike'nin oğluydu. Bu zulmü bitirmek için ona iş birliği teklif etti ve Müslümanların orada gözleri önünde ölüp gitmesine göz yumamayacaklarını söyledi.
Züheyr, bütün gücü elinde bulunduran Mekke müşriklerine rağmen tek başına bir şey yapamayacağını; ‘’Eğer yanımızda birkaç kişi daha olsaydı, ölüm pahasına da olsa gider Kabe’nin duvarındaki o anlaşmayı onların gözü önünde yırtar atar ve Müslümanları bu zulümden kurtarırdık.'' der. Bu nasıl bir yürek, bu nasıl bir vicdan, bu nasıl bir yiğitlikti. Kendi dininden olmayan insanlar için bu kadar insani bir tavır, bu kadar İslami bir ahlak, bu kadar civanmert bir gönül. İnsanları dini, rengi, soyu, milliyeti bakımından ayrıştırıp, bunu İslami olarak lanse etmeye çalışan faşistlerin kulakları çınlasın.
Yürekler Bir Olunca
Hışam, bu işe çok sevinmiş ve daha önce dostluklarına ve yüreklerine güvendiği Mut’im bin Adiyy, Ebül Bahteri b. Hışam ve Zem'a b. Esved'le de görüşerek güçlerini birleştirme kararı alırlar. Bu büyük zulmü ortadan kaldırmak ve yapılan bu adaletsizliğe dur demek için, henüz Müslüman olmayan bu güzel yürekli gençler harekete geçiyordu. Yüce Allah, tıpkı Habeşistan da olduğu gibi, bütün sebeplerin sukut ettiği bir zamanda darda kalan Müslümanların imdadına bir kere daha gayri müslimleri gönderiyor ve onlara sabretmelerinin mükafatını veriyordu.
Bu beş cesur insan bir gece kendi aralarında takip edilecek plan üzerinde konuşuyorlardı. Ne olursa olsun Kabe'deki o anlaşmayı yırtarak, bu zulme son vereceklerdi. Bu insanlar niyetlerinin mükafatını almış ve isimleri Müslüman olmadıkları halde, İslam tarihinin yiğit yürekli insanlarının şeref defterine yazılmıştı.
Madalyonun diğer tarafında ise Yüce Allah (cc), Müslümanlara ayrı bir sürpriz hazırlıyordu. O gecenin gündüzü için anlaşan beş genç, bu anlaşmayı yırtıp Kureyş'in o merhametsiz yüzlerine çarpacaklardı. Belki orada müşrikler tarafından kılıçtan geçirileceklerdi ama, bunun onlar için bir önemi yoktu. Yeter ki, yapılan bu zulüm bitmiş, Müslümanlar bu boykottan kurtulmuş olsunlar. Cebrail (as) aynı gece Efendimize gelerek, duvara asılan o anlaşmanın akıbetini haber verir. Efendimiz bu hadiseyi amcası Ebu Talib'e anlatarak, o metnin Allah ismi dışında hepsinin bir kurtçuk tarafından kemirildiğini iletir.
''Sabah olup insanlar Kabe'nin etrafında toplandıkları bir zamanda Züheyr b. Ebi Ümeyye ayağa kalktı ve; “Ey Mekkeliler, bizler dilediğimiz gibi yiyip içelim, giyinip kuşanalım da Haşimoğulları ve Muttaliboğulları alış verişten mahrum edilerek helak olsunlar, öyle mi? Böyle bir şey asla olmaz, olamaz. Vallahi, ben akrabalık bağlarımı koparan bu zalim sahifeyi yırtıncaya kadar yerime oturmayacağım. '' der ve Kabe'nin duvarına asılan o belgeye doğru yürümeye başlar. Bu yiğitler adeta Mekke müşriklerine meydan okuyordu. Ebu Cehil'in tehditleri karşısında akşam konuştukları gibi diğer arkadaşları da ona destek için ayağa kalkınca, ortalık bir anda savaş alanına dönüverir.
Yüce Allah bu zulmü bu gençleri görevlendirerek bitirecekti ama, bu yiğitlerin civanmertliklerini ve içindeki o coşkularını da mükafatsız bırakmayacaktı. Onlara son anına kadar müsade ederek, finali Ebu Talib ile beraber yaptıracaktı. Mekke müşriklerinin bütün tehditlerine rağmen sözünden dönmeyen bu beş güzel yürekli genç, anlaşmayı yırtmak üzere ilerlerken, Kabe'nin kapısından Ebu Talib'in sesi duyulur.
Ebu Talip; ''Ey Mekkeliler '' diye sözlerine başlayarak Efendimiz (sav)'in kendisine bildirildiklerini anlattı ama, Mekke müşrikleri bunlara inanmadı. Çünkü o anlaşmanın asılı olduğu yerde kurdun, kuşun olması mümkün değildi. Ebu Talib sözlerinde ısrar edince, Mut’im b. Adiyy sahifeyi yırtmak için eline alınca aynen hadisenin doğru olduğunu görür. Aynen Ebu Talib’in dediği gibi sadece ''Allah’ın adıyla '' ibaresi kalmış, kağıt üzerinde başka hiç bir madde kalmamıştı.O anda bu beş delikanlı sevinç çığlıkları atarak, Ebu Talib mahallesine koşarlar. Müslümanları buradan kendi elleriyle çıkararak, insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bu zulme de bir son vermiş olurlar.
Kime yapılırsa yapılsın zulüm, zulümdür. Müslümanları bu zulümden kurtaranlar putperest olsalar da, onlar için bu işin hiç bir önemi yoktu. Asıl mesele onlarında bir kalp, bir yürek, bir vicdan ve kalplerinde insanlığa karşı büyük bir merhamet hissi taşıyor olmalarıydı.
Kime yapılırsa yapılsın zulüm, zulümdür. Müslümanları bu zulümden kurtaranlar putperest olsalar da, onlar için bu işin hiç bir önemi yoktu. Asıl mesele onlarında bir kalp, bir yürek, bir vicdan ve kalplerinde insanlığa karşı büyük bir merhamet hissi taşıyor olmalarıydı.