Onu Herkes Severdi
İnsan hayatında kalp ve gönül ırmağının çağladığı öyle anlar vardır ki, bu olaylar bir ömür boyu duygu ve düşünce duvarlarından asla silinmez. Hayat bazen gelip tosladığı gönül duvarlarında büyük izler bırakarak yol alır. Bu izler yerine göre bir kandil, yerine göre bir ışık olur aydınlatır hayat yolumuzu, bir deniz feneri misali göz kırpar yanıp sönen ışığıyla yüreğimize. O ışık hiç sönmeyen, çırağı hiç bitmeyen bir kandil gibi ısıtır ve aydınlatır gönül bahçelerini. O bahçedeki güllere kendi kokusunu çalar ve karşılıksız bir sevgiyle sever ve sarmalar sizleri. İşte temelleri karşılıksız bir sevgiyle atılmış böyle bir hayatı, hiç bir zelzele temellerinden sarsamaz.
Nezaket ve Nezafet İnsanı
Bugünkü yazımda, korunup kollanmaya, merhamet ve sevgiye en çok ihtiyaç duyduğum lise yıllarıma gitmek istiyorum. Lise son sınıfta okuyordum. Gençliğin ve son sınıfta olmanın verdiği heyecan ister istemez bazen saygı sınırlarının aşılmasına sebep oluyor ve beklenmedik davranışlar sergileyebiliyorduk. Sınıfımız 12 kişiydi ve müdür yardımcılarının odasına komşuyduk. O günlerde dikkat çekmek ve kendimizi ispatlamak için elimizden geleni ardımıza koymuyor, kendimizce son sınıf olmanın tadını çıkarıyorduk. Her gün ayrı bir plan, her gün ayrı atraksiyon ve her gün ayrı bir maceranın peşinde sürüklenip gidiyorduk.
Hocalarımızdan bazıları kızdığı halde sesini çıkarmıyor, bazıları alenen ayıplıyor ve bazıları da bizi aşağılamak için hatalarımızı bir fırsat olarak görüyordu. Onlar, muallimliğin, mürebbiliğin ruhunu kaybetmiş bir mumya misali koridorlarda dolaşıyor; baş okşama, affetme, rol model olma yerine aşağılamayı, tahkir etmeyi, ezmeyi yeğliyolardı. Fakat onlar arasında öyle kadirşinas, merhemetli nezaketli hocalarımız vardı ki, ben size bugün onlardan sadece bir tanesinden bahsetmek istiyorum. Onu öğrencilik yıllarımızda da çok seviyorduk. Kırmaz, aşağılamaz, hor görmez ve sevecen bir yapısı vardı. Uzun yıllar biribirmizden haber alamamıştık. Ben onu arayıp bulmam lazım iken yine o kadirşinaslığını, vefasını göstererek beni arayıp bulmuştu. O kadar mutlu olmuştum ki, anlatamam. Çünkü o bizi seviyor biz de onu seviyorduk. İşte bu nadide şahsiyet müdür yardımcımız Behram Özmen Hocamızdı.
Her Olaydan Ders Çıkarmak
Biz 12A sınıfı olarak üçüncü katta müdür yardımcılarının odasıyla komşuyduk. Her sabah hocalar dahil herkes bahçeye iner, sabah töreni yapılır ve tek sıra halinde sınıflarına geçilirdi. Tabiki ilk sırada yine bizler vardık. Her sabah sınıf başkanları sınıf defteri ve fişlerini müdür yardımcılarının odasından alıyorduk. O gün kimin fikri olduğunu bilemiyorum ama, kendimize göre bir plan kurmuştuk. İdari odada lise kısmına bakan müdür yardımcısı Behram Özmen, orta okul kısmına bakan müdür yardımcısı Abdullah Bey’in masaları vardı. Planımız şöyleydi. Ben Behram Bey’in masanına, arkadaşım Abdullah Kanpara ise Abdullah Bey’in masasına oturacak, sanki o günün müdür yardımcıları biz olacaktık. Aslında düşüncemiz bir öğrenci psikolojinin gereği olarak sadece o koltuklara oturarak duygularımızı tatmin etmekti.
İdari odanın kapısından bakınca rahatlıkla bahçe görülüyor, hocaların gelip gelmediğini oradan görebiliyorduk. Arkadaşımız Osman Kahraman’ı da kapıya gözcü olarak koymuş, koridorun başında hocalardan birini görünce haber vermesini tembihlemiştik. Hesabımız,gözcü ‘geliyor’ dediği andan itibaren sınıf defterlerlerini almaya gelmiş gibi davranacaktık ama hesap çarşıya uymamıştı. Biz, o masalara sadece oturmakla kalmadık ve edep sınırlarını zorlayarak ayaklarımızı da masaların üzerine koymuş, karşılıklı sohbet etmeye başladık. Kendimizi bu oyuna öyle kaptırmıştık ki, kapıya gözcü olarak koyduğumuz arkadaşımızın kapıdan ayrıldığının bile farkına varamamıştık.
Müthiş Bir Hayat Dersi
İdari odanın kapısından bakınca rahatlıkla bahçe görülüyor, hocaların gelip gelmediğini oradan görebiliyorduk. Arkadaşımız Osman Kahraman’ı da kapıya gözcü olarak koymuş, koridorun başında hocalardan birini görünce haber vermesini tembihlemiştik. Hesabımız,gözcü ‘geliyor’ dediği andan itibaren sınıf defterlerlerini almaya gelmiş gibi davranacaktık ama hesap çarşıya uymamıştı. Biz, o masalara sadece oturmakla kalmadık ve edep sınırlarını zorlayarak ayaklarımızı da masaların üzerine koymuş, karşılıklı sohbet etmeye başladık. Kendimizi bu oyuna öyle kaptırmıştık ki, kapıya gözcü olarak koyduğumuz arkadaşımızın kapıdan ayrıldığının bile farkına varamamıştık.
Ayaklar masaların üstünde, koltuklara gerilmiş ve sanki bu okulun müdür yardımcılarıymış gibi koyu bir sohbete başlamıştık. Tam da heyecanın doruğa çıktığı bir zamanda, karşımızda müdür baş muavini Behram Özmen Hocamızı gördük. Düşünün ki, bir müdür yardımcısı odasına girince iki haylazın ayaklarını masanın üzerine atarak oturuyorken bulsun. O anda başımdan aşağıya kaynar sular dökülür gibi beni bir ateş bastı. Ayaklarım sanki masanın üzerine yapışmış gibi, aşağı indirmekte zorlanıyordum. İşin asıl acı tarafı en çok sevdiğimiz, saygı duyduğumuz ve hiç bir öğrenciye bağırıp kızdığını, kırdığını, tokatladığını görmediğimiz Behram Hocamızın bizi böyle görmesiydi. Artık işimiz bitmişti. Son sınıfta okuldan uzaklaştırmamız, ağır bir ceza almamız içten bile değildi. Eğer bu iş okul müdürüne kadar uzanırsa, işler daha da karışacaktı.
Yaklaşık 16 yıl eğitim yuvalarında müdür yardımcılığı ve müdürlük yapmış birisi olarak bu olay benim için hep bir rol model olmuştu. O yıllarda bizi Behram Hocamız değil de Abdullah Hocamız yakalasaydı orada bizi iyice tokatlar, ağzına geleni söyler ve bütün okula rezil ederdi. Ama o gün Behram Hocamızın; ‘’ Çocuklar ne yapıyorsunuz burada, çıkın dışarı’’ sözünden başka hiç bir kelimesini hatırlamıyorum. Biz sanki cennetle müjdelenmiş gibi odadan şimşek hızında kendimizi dışarı attık. O günden sonra her dakika kapı açılacak sizi müdür çağırıyor diyecekler diye tir tir titriyorduk.
İşte Gerçek Bir Mürebbi
Sanki böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi Behram Hocamız yine aynı naziklikte aynı yumuşaklıkla davranmaya devam ediyordu. Behram Hocamız müdür baş yardımcısı olduğundan okulun resmi mühürü de onun masasında duruyordu. Öyle tahmin ediyorum ki, okul müdürüne olayı açmış ve bize ders olacak müthiş bir plan yapmışlardı. Aradan ne kadar geçti hatırlamıyorum. Bir gün o kapı açıldı ve nöbetçi öğrenci ‘’ Kenan Güzel’i müdür çağırıyor’’ dedi. O anda benim kalbim duracak gibi oldu, elim ayağım titremeye başladı. Çünkü bu zamana kadar hep sevilen ve saygı duyulan bir öğrenciydim. Hiç kimseye bir saygısızlığım ve kaba bir davranışım olmamıştı. Şimdi düştüğüm hale bak.
Müdür Bey’in odasına girince çok utanmıştım. Çünkü bu okula kaydolduğun ilk günden beri beni sahiplenmiş, gurbette bana evladı gibi bakmıştı. Sanki öyle bir olay yaşanmamış gibi; ‘’ Oğlum Behram Bey’in odasından okulun mührü kaybolmuş. Oraya siz girip çıkıyorsunuz. Mührü siz mi aldınız? Bak oğlum iki güne kadar bu mühür gelmezse, bunu emniyet güçlerine bildirmek zorundayım. Ondan sonrası sizin için hoş olmaz’’ dedi. Ben de ne diyeceğimi şaşırdım. Hocam bizim mühürle bir alakamız yok. Biz almadık desem de, bana başka soru sormadı. Artık bundan sonra ne yapacağımı, bu işin içinden nasıl sıyrılacağımı bilmiyordum. Tek çaremiz beklemekti ve görmekti.Meğerse Behram Hocamız bizim için hayatta unutamayacağımız bir ders hazırlamış, dövme, kınama, aşağılama yerine kendi fıtratına yakışır bir terbiye modeli ortaya koyuyordu. Hakikaten hayatım boyunca bu müthiş dersi unutamadım Aslında kaybolmayan mühründe günler sonra bulunduğunu duyurmuştu.
İşte Behram Özmen Hocamız böyle bir şahsiyetti. Yerine göre müdür yardımcısı, yerine göre ağabey ve yerine göre de gerçek bir mürebbiydi. İnanın hala o yıllarda olduğu gibi nazik, sevecen, merhametli ve sadakat timsali bir şahsiyet gibi dimdik ayakta duruyor.
Sevgili Hocam. Rabbim sana uzun ve sağlıklı mutlu bir ömür versin. Eğitim hayatın boyunca bir amir gibi değil, bir babanın çocuklarına davrandığı gibi davrandın bizlere. Yaşantınla çok şey öğrettiğine şahidim. Yolun açık, gönlün huzurla dolsun. Rabbim bize gösterdiğin merhametinin bin katıyla seni mükafatlandırsın Ellerinden saygıyla öpüyorum.