Canım Annem
( 3 Temmuz 2017 tarihinde kaybettiğim annemin aziz hatırasına)
Bugün aramızdan ayrılışının dördüncü yılını yaşıyorum. Yine seni düşündüm, sana olan sevgimin bedeli olarak seni andım. Sensiz geçen günlerimin, yılların hesabını çıkardım kendimce. Sensizliğin bir kabus gibi üzerime çöktüğünü; varlığının bedenime, nefesinin ruhuma ve gönlüme nasıl şifa verdiğini gördüm. Ulu çınarlar ancak yıkılınca gölgesinin serinliği, yerinin büyüklüğü anlaşılır. Ben de senin büyüklüğünü, ancak aramızdan ayrıldığında anladım. Çünkü, gölgende serinlendim, sırtımı sana dayanarak, bela ve musibetlere karşı ayakta kaldım. Elimden gelseydi annem, gitme derdim ve hayatımda hep yanımda kalmanı isterdim. Çünkü, sensiz bir hayat, damarları kesilmiş kan kaybeden bir bedenden farksızdı benim için. Titriyorum gecenin soğuk ve acımasız rüzgarları altında. Ağlıyorum gecenin yağmurlu kaldırımlarında. Ne üstümü örten ne de nefesinin sıcaklığıyla bedenimi ısıtan sen yoksun başucumda. Dolaşıyorum mazlum inlemelerinin, mağdur feryatlarının inlettiği sokaklarda, ne halimi soran ve ne de başımı okşayan sen yoksun yanımda.
Canım annem. Hayalimde o eski evimizin kapısında bir yandan elinde tesbihini çekerken, diğer taraftan da gözlerin hep yollarda olduğunu hayal ediyorum. Kimsesiz kalmış bir garip gibi etrafına bakınıyor, o manalı bakışların yüreğime bir ok gibi saplanıyordu. Çünkü, yemeyip yedirdiğin, giymeyip giydirdiğin on evladından yanında bir tanesi bile kalmamıştı. Biliyor musun annem, aynı yanlızlığı, aynı çaresizliği, aynı kimsesizliği senin yerine şimdi ben yaşıyorum. Yüreğimin yandığı bir zamanda en yakınlarım bile sesime ses vermedi, çektiğim acıları görmemezlikten geldi. Bakışları gözlerimde olsa da, yürekleri hep başkalarının yanındaydı. İşte ben bugün, senin manevi huzurunda içimi sana dökmek, derdimi sana anlatmak istiyorum.
Canım Annem. Sen aramızdan ayrıldığında sanki her şey birden tersine dönmüş, çile ve ızdıraplar peşimi bırakmaz olmuştu. ‘’Oğlum, anne sevgisi dışındaki bütün sevgiler, merhametle yoğrulmadığından çığ olurlar. Olgunluğa erdiklerinde de, hemen çürüyüverir de tattığına bin pişman eder insanı’’ diyordun ya. İşte etrafım bu senin bahsettiğin sevgisi çürüyen ve kokusu etrafa yayılan sahte yüreklerle doldu. Dün, bize “mürteci” diyerek zulmedenlere bugün gönül koymuyor, üzülmüyorum. Çünkü onlar kendi karakterlerinin ve kendi itikatlarının gereğini ortaya koyuyorlardı. Bugün ise, alnı secdeli, dili dualı müslüman edalı, mü’min simalı; o günün mağdurlarının zulmüyle sarsılıyorum. Çünkü bunlar, yaşadıkları zulümle zalimleşmiş, kendi menfaatlerini Yüce Allah’ın ayeterine tercih ederek aynı duygu ve düşünceyi paylaştıkları insanlara zulmediyorlardı. Ben ne edeyim, derdimi kime anlatayım. Etrafımda ne derdimi dinleyecek ne de doğruları görebilecek gözler kalmadı. Yoruldum annem, yoruldum. Bu Küfe karakterli insanlar içinde yaşamaktan, derviş kılıklı zalimlerden, Şimir ruhlu mü’minlerden, ‘’Allahsız Müslümanlardan’’ usandım be annem.
Canım Annem! Yaşadığım yıllar şahittir ki, benimle alakalı en ufak bir şikayet duymadın. Kimseye yan gözle bakmadım, hiç kimseyi bilerek incitmedim ve herşeye rağmen etrafımda huzursuzluk atmosferi oluşturmadım. Ve asla vatanıma ve bayrağıma ihanet içinde olmadım ve olanlarla da aynı safta yer almadım. Ama buna rağmen, her anıma şahit olan en yakınlarıma bile kendimi anlatamadım. Anlatmaya çalıştığımda da; “Sen haklısın Ya Musa ama, karnımızı Firavun doyuruyor” edası içinde, zalimlerden yana tavır koyuyorlardı.
Canım annem. Ben bilmiyordum kalbimin bu kadar acıyacağını, içimin bu kadar yanacağını. Mahkeme salonlarında yemin ederek beni ihanetle suçlayan yüzü sakallı, mümin edalı ve en yakınına iftira atmayı cihat kabul eden zihniyetsiz, yobaz amcaları görünce, ne olur Rabb’im canımı al diyerek bu münafıklar adına utandım. Ben, yürekleri kin ve nefret dolu, kalpleri intikam duygusuyla atan, çift astarlı yüzlerle aynı toplum içinde yaşayacağımı bilmiyordum. Bilmiyordum, Kur’an okuyandan, anlı secdeye giden fasıklarınla, münafıklarla, hırsızlarla ve arsızlarla aynı camide saf tutacağımı. Bilmiyordum, elini silaha dahi dokundurmayan kardeşine terör yaftasını yapıştıran babaların, ağabeylerin, ablaların, kardeşlerin ve amcasına hain diyebilecek kadar alçalan yeğenlerin olabileceğini. Ve ben bilemiyordum bütün bunları yaparken de hiç bir vicdani ve kalbi rahatsızlık duymayan bu hasta ruhlarla aynı havayı teneffüs edeceğimi. Ben bilmiyordum, tuttuğu takıma, içinde bulunduğu cemaate, arkasından gittiği siyasetçilere, sürüler misali peşine takıldığı liderlerine inandığı ve güvendiği kadar Allah’a güvenmeyen ve inanmayan fasık ve hainlerle aynı ülküyü payalaşacağıma.
Canım annem! dahasını da anlatayım mı? Sen evimizin bir köşesinde sessizce Rabb’imin inayetini beklerken, en yakınlarım bile içimdeki yangına körük çekerek, beni hain olarak görüyorlardı. Kardeşlerinin hiç biri yüzüme bakmadı, bana “Başın sağolsun evlat” bile demedi. Yetmedi, bir evladın annesine en tabi görevi olan cenaze namazını bile kıldırmam istenmedi. Çünkü ben, onlara göre bir hain idim. Bunlar hangi Allah’a, hangi kitaba, hangi peygambere inanıyorlardı annem. Neden beni böyle zamansız bırakıp gittin. Beni neden bu kadir kıymet bilmezlerin, bu karaktersiz, merhametsiz Kenan elinin kurtlarına bırakıp gittin?
Canım annem! Dünyada son bir arzum var idi ki, o da senin ayak ucunda yatmaktı. Böylelikle dünyada olduğu gibi yine başımı ayaklarına koyar, cenneti onların altında arardım. Ayaklarını başıma taç, soluklarını ninni yapar uyurdum. Münker ve Nekir gelince senin kucağına sığınır, seni aracı yaparak Rabb’imden af dilerdim. Ama, benim için çok zor olsa da bu isteğimden vaz geçtim. Öldüğümde o köyün topraklarında yatmak istemiyorum. Zalimi alkışlayan, mazlum ve mağdurun iniltilerini ney gibi dinleyenleri, kardeşi kardeşe düşman edenleri Allah’a havale ediyorum. Kendi menfati uğruna başkalarının bedenlerini bir yükselme rampası olarak kullananların da, yaşadıklarımın bin mislini yaşamadan Rabbim canlarını almasın diye de dua dua yalvarıyorum.
Canım annem! Sakın yanlış anlama. Bu bir kin, bu bir nefret, bu bir düşmanlık değil. Sadece halden anlamayanlara gönül koymak, zalimden yana olup, zulme ses çıkarmayanlarla aynı tarafta yer almak istemiyorum. Teneffüs etmek istemiyorum o havayı, ıslanmak istemiyorum köyümün yağmurlarında. Çocukluğumu yaşadığım o sokakları kirleten akraba, kardeş, komşu, amca, dayı ve çocukluk arkadaşlarını görmek istemiyorum. Çünkü onlar hayatımı, duygularımı, geleceğimi, mesleğimi, emeğimi, insanlara karşı sevgi ve saygımı çaldılar benden. Onlar, biyolojik kardeşlik bağımı kopartılar. Onlar, yaşama amacımı, camiye aşkımı, dindarlara saygı perdemi yırttılar. Ama, herşeye rağmen vatana ve bayrağa aşkımı, bu ülke için geleceğe ait ümitlermi ve çok yakın bir gelecekte adalet ve hukuk önünde herkesin hesap vereceği inancını çalamadılar.
Ey kokuşmuş bedenlerini makyaj üstüne makyajla gizlemeye çalışan derviş cübbeli zalimler! Gidiniz ve beni dertlerimle baş başa bırakınız. İstemiyorum sizi, dünyanızı, dünyalıklarınızı ve alkış tutup arkasından sürüler gibi koştuğunuz sevdiklerinizi. İstemiyorum sizi, uzak durun benden. Karanlık bir köşede hayat muhasebemi yaparken gizli gizli gözyaşı dökmeyi, iftiralarla lekelenmeyi, ızdırapsız parlak bir zafere tercih ediyor ve diyorum ki; muhacir ve ensar kardeşliğini, aynı anne-babadan olan kardeşliğe tercih ediyor ve bununla da biyolojik kardeşliği hayatımdan çıkarıyorum. Onların gülüp eğlendiği bir zaman diliminde ben, ızdırabın ateşinde kavrularak saflaşma yolunu seçiyorum. Kendilerine göre bir inanış, bir ibadet bir mabet kültürü geliştiren, dinin köklerine musallat olan, Peygamber kürsülerini kahvehane masalarına çeviren bir din anlayışından da tiksiniyorum.
Canım annem. Varsın dünya bize küssün, hasretin kalbimi delsin, ciğerimi parçalasın ve bütün hayat fonkdiyonlarımı çalsınlar. Gün O’na koşma, O’nun yolunda olma, O’na gönül verme günüdür. Ezanlar okunurken elbette ki çakallar uluyacak ve bu sesler korkakların kulaklarına kurt sesi gibi çınlayacaktır. Zalimlerin zulmü, müfterilerin iftiraları ve en yakınlarımın mızmızları masum olduğum gerçeğini değiştiremeyecektir. Ben dil, din ve ırk ayırmadan bütün insanları seviyorum. Çünkü;‘’ İnsan seviyorsa iki şeyi asla yapmaz. Aldatmaz ve ağlatmaz. Çünkü aldatmak insan onuruna; ağlatmak ise insan yüreğine yapılmış en çirkin saldırıdır.”