Bu günlerde epeyce gerilimli, epeyce öfkeli; ve bir o kadar da duygusalım...
O sebeple yazı yazmamaya dikkat ediyorum...
Ama yeterince dinlendim; bu konuda biraz yazabilirim diye düşünüyorum...
Geçtiğimiz günlerde Erbaa ve Tokat'a gidip, bir seri görüşme yaptım...
Gitmeden önce de muhataplarıma geleceğimi bildirdim...
Malum daha önce ipuçlarını verdim; hakkımda birileri yeni bir kumpasın taşlarını döşüyor diye bilgiler almıştım...
Gazetecilerden de sadece iki ismi aradım... Biri Cemiyet Başkanı Cemal İncesoyluer, diğeri Yakup Orakçı...
"Yine sarı öküzü istemek için geliyorlar; bu kez vermeyin" dedim;. ve açıktan desteklerini istedim...
Cemal başkan ben bunu söyledikten en fazla 1 saat sonra; sert bir yazı yazdı; ve bu konuda nerede durduğunu net şekilde ifade etti...
Orakçı ise; Tokat'a gidip aradığımda, "falanca köye cenazeye gidiyorum" dedikten sonra, ortadan kayboldu...
Ne akşam ne de daha sonra, "neredesin, ne yaptın, ne yapmamız gerekiyor" diye aramadı...
Ertesi gün de gazeteciler ve MHP'li siyasetçilerle öyle bir fotoğraf verdi ki; sanki bir yerlere, "gördüğünüz gibi ben Kemal Vanlı ile değilim.. Kemal Vanlı yalnızdır" demeye çalışıyordu...
O an Orakçı ile arkadaşlığımız boyunca yaşadığımız böyle kritik anlar geldi aklıma...
Aslında; ne zaman kiminle karşı karşıya gelsem veya gerilim yaşasam; bir şekilde onun yanında olduğunu gösteren, bir görüntü vererek, beni açıktan satmış...
Ama ben anlamamış; veya inanmak istememişim...
"Yahu sen bunu neden yaptın, ne gerek vardı?" diye sorduğumuzda ise; her zaman ya aptallığa yatmış, ya deliliğe vurup sıyrılmaya çalışmıştı...
Anladım ki mesele; ne aptallık, ne delilik...
Mesele; cesaret veya korkaklık...
Mesele; mertlik veya naamertlik...
Mesele; adam gibi durma; veya orası burası ayrı oynama meselesi...
Yüze gülerken, arkadan başka işler çevirme meselesi...
Dostluğumdan ayrı, düşmanlığımdan ayrı post çıkarıp; pazarlama meselesi...
"Bunları neden yazıyorsun?" diye soracak olursanız; iki sebebi var...
Birincisi Yakup Orakçı'ya son bir iyilik yapıp; onun bırakın dostum olmayı, artık arkadaşım dahi olmadığını; korktuğu kişilere iletmek...
Böylece, benim dostum zannedilerek; baskı altına alınmasına engel olmak...
Diğer sebep de; Tokat'ta nasıl bir belaya bulaştığım gerçeği...
Helal olsun Özlem Zengin'e...
Raporum var deliyim diye dolaşanları bile; değneğini saklar hale getirmiş...
Sustalı maymuna çevirmiş...
Vallahi, billahi takdir ettim...
Helal olsun kadına...
Erkek zannettiklerimden, daha erkekmiş...
Bir de bel altı yöntemler denemese; muhteşem bir güç ve kudret...
Şakadan değil; yürekten, "helal olsun" diyorum...
Bir kaç kişi hariç; bağımsız geçinen Gazetecilerden, STK'lara, muhalefet partilerinin siyasi aktörlerine kadar, hiç kimse arkamda durmayacak...
Tokat meydanına ateş yakıp; beni o ateşin içine atsalar; yüzüne pandemi maskesi takıp, ateşime odun taşıyacak arkadaşlarım dahi var...
Ha diyeceksiniz ki; sen gazeteciliği birilerine güvenerek mi yaptın?
Hayır...
Ama yine de zulmün en şiddetli anında, birilerinin, "yahu ayıptır" diyebileceğine umudumu hiç kaybetmemiştim...
Şu an onu da kaybetme noktasındayım...
Ama yine de doğru bildiğimi; doğru bildiğim şekilde yapmaya çalışacağım...
Bir gün başıma bir şey getirilecekse; bu korkudan bir köşede sinmişken değil, işimi yaparken olsun isterim...