Yeni dramımız bu...
Tokat çiftçisinin tütününü almak istemiyormuş şirketler...
Bunun Mustafa Kemal'e ölüm fetvası veren Tokatlı Mustafa Sabri ile ne alakası var...?
Halkı aslında hiç dinlemeyen...
Ne söylediğine hiç bakmayan...
Halkı yüceltecek, zenginleştirecek, geliştirecek politikalar üretmeyen...
Onları din gibi, sözde milliyetçilik gibi kavram ve afyonlarla avucunun içine almaya çalışan bir iktidar var...
Bu iktidar ülkeyi gittikçe şirketlerin insafına terk ediliyor...
Bu da halkın köleleşmesini, ülkenin öz kaynaklarının sömürülmesini daha hoyrat hale getiriyor...
Biliyorsunuz devletin en devasa kuruluşlarından biriydi Tekel...
Satıldı...
Tokat Sigara Fabrikası da bu satılmadan etkilenip kapanan fabrikalardan...
Şimdi tütün üreticisinden tütünü şirketler alıyor...
Onlar almazsa tütün çitçinin elinde kalır...
Bu şirketler tütün üreticileri ile sözleşme yapıyorlar... O yıl için üreticiden ne kadar tütün alacaklarsa o sözleşmeyle belirtiyorlar..
Ne kadar alacağı da, kaçtan alacağı da şirketlerin insafında...
Bu yıl bir gelişme olmuş ve "bazı tütün yapraklarını almıyoruz" demişler...
Sözleşmeler bu aylarda yapılıyor... Ama tütünün dikilmesi fide olarak Şubat ayında başlıyor...
Yani sözleşme tarihinden önce...
Yani çiftçi tütün ekimine başlamış, sözleşme tarihi gelmiş şirket diyor ki; sözleşme yapmıyorum...
Yani; tütününüzü almıyorum...
Geçtiğimiz günlerde İyi Parti Erbaa İlçe Başkanı Murat Toycan Selçuk konuyu anlatan güzel bir makale yazmış.. Başımızın nasıl bir belada olduğunu anlatmıştı...
Çökertme türküsüne kadar da dayandırmıştı konuyu...
Yine aynı günlerde Erbaa Ziraat odası Başkanı bu konuyla ilgili MHP Tokat Milletvekili Yücel Bulut'u ziyaret etmişti...
Çözüm arıyorlar...
Erbaa'daki tütün üreticisinin tütünlerinin alınması için bakanlıkla falan görüşülüyor sanırım...
Gerçi tütünü alan bakanlık değil...
O alanı çoktan şirketlere devretmişler...
İpi şirketlere vermişler..; alır-alır... almaz-almaz...
Ne işe yarayacak ya bu görüşme; bu yıl üretileni bari alsınlar diye bakanlığın şirketlere ricacı olması sağlanacak...
Geçici de olsa bir çözüm üretilecek...
Ya önümüzdeki yıllar...?
Her yıl bakanın kapısını çalamazsın ki...
Çalsan da bakan her yıl senin için aynı şeyi yapmaz ki...
Yapsa da şirket buna razı olmaz ki...
Erbaa diyorum ama, Niksar ve Taşova'daki tütün üreticileri de Erbaa üzerinden yapıyor sözleşmelerini...
Mağduriyetler daha geniş yani...
Muhtemelen benzer durum ülke genelinde yaşanıyor...
İktidarın yaptığı... yaparken anlamadığımız... Oylarımızla desteklediğimiz bir çok yanlış işinden biri Tekel'i yabancılara satmaktı...
Buna en büyük desteklerden birini oyları ile Tokat halkı verdi...
En büyük zararlarından birini de yine Tokat halkı çekiyor...
Şeker Fabrikalarının satılması da benzer sorunlara gebe...
Erbaa, Niksar, Taşova, Reşadiye'de vahşi madencilik... siyanürle altın madenciliği için şirketlere durmadan izinler, ruhsatlar verilmesi de yine aynı zihniyetin tezahürü...
Kendi tarımını, kendi hayvancılığını, kendi doğasını, kendi suyunu tahrip ederek... kendi çiftçisini mağdur etme pahasına kökü yabancı şirketlere ruhsat vermek nedir yahu...?
Devletin buradan alacağı pay da, yüzde 1 ila yüzde 2 arası...
Bu coğrafyanın insanları o altın değerindeki kazançları bir kere değil, her yıl sebze, meyve, et, süt, peynir, bal olarak...
Tertemiz su ve oksijen olarak...
Turizm olarak alıyor zaten...
Şirketlerin Erbaa'da "tütün almıyorum" çıkışını hafife almayın...
Konu derin... Osmanlıya kadar uzanıyor...
Tekel Osmanlı döneminde 1862'de kuruldu...
Osmanlı boğazına kadar boca batıp, sonra borcu ödeyemez hale gelince.. o meşhur duyun-u umumiye dönemi başladı...
1879'da Rüsumu Sitte Kararnamesi yayınlandı...
Nasıl tanıdık geldi mi; Kararname...
Bu kararname ile tekel gelirleri devletin iç borçlarına karşılık olarak yabancı bankerlere geçti...
O günün bankerleri bugünün şirketleri, tütünü istedikleri kadar, istedikleri fiyattan alıyordu...
Dünyada çok daha yüksek fiyata satılan tütünü bu şirketler halkımızdan o kadar ucuza alıyorlardı ki; kaçakçılığı başlamıştı tütünün...
Yunanistan'a ulaştırabilen kat be kat daha yükseğe satıyor tütünü...
Şirketler artan kaçakçılıktan memnun değil tabi..
Sömürdükçe sömürmeye alışmış Türk çiftçisini...
Bu duruma çözüm üretiyorlar ve kolcular diye bir ekip kuruyorlar...
Bu kolculara öldürme yetkisi dahi veriliyor...
Ve bir kaç yıl içinde binlerce köylüyü öldürüyorlar...
İşte Çökertme türküsündeki Halil Çavuş da bir tütün kaçakçısı...
Onu pusuya düşürüp öldürenlerde bankerlerin kolcuları..
Osmanlı, Osmanlı dedikleri de bu...
Öyle bir zaman gelmiş ki; Şirkete, bankere teslim olmuş... onlara halkını öldürme yetkisine kadar vermiş bir devlet...
Bugünün Diyaneti anlamına gelen Şeyhülislamlık mesela...
Kurtuluş savaşında, kurtulmaya karşı çıkmış...
Atatürk ve milli mücadeleye karşı çıkmış..
Dönemin Tokatlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri efendi denen şahıs, kurutuluş savaşında Atatürk için "katli vaciptir" şeklinde ölüm fermanı yayınlayan şeyhülislamdır...
Zaman geldi..; o Osmanlı'nın son dönemi kafalı bir siyasi grup iktidar oldu...
Ve 2017 yılında Atatürk'e, "katli vaciptir" şeklinde ölüm fermanı veren şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin ismi Tokat'ta bir imam hatip lisesine verildi...
"Niye anlatıyorsun bunları Kemal Vanlı... ne alakası var Tokat çiftçisinin tütününün alınmaması ile bütün bunların..." diyebilirsiniz pek tabii...
Kafa; aynı kafa...
Mantalite; aynı mantalite...
Yöntem; aynı yöntem...
Zihniyet; aynı zihniyet onu anlatmaya çalışıyorum...
Atatürk kurtuluş savaşını kazanıp Osmanlı'nın ağır borçlarını sırtlanırken, fakir halkla birlikte ülkeyi yeniden imar etmek için kolları da sıvadı...
Fabrikalar kurdu...; şeker fabrikaları bunlardan sadece biri...
Mesela; Tekel'i ve Türk çiftçisini o bankerlerin elinden kurtarıp millileştirmesi de bunlardan biri...
Ne oldu sonra...
Mustafa Sabri kafalılar yeniden kazandı...
Tekel'i bankerlere teslim edip, halkı kökü dışarıdaki şirketlere sömürtmeyi... Bunun karşılığında saltanatını yani iktidarını korumayı marifet sayanların mantalitesi ülkede yeniden hakim oldu...
O yüzden bana sıradan gelmez bir çok gelişme gibi Tekel'in yeniden yabancılara verilmesi...
Atatürk çizgisi ile bir hesaplaşma, bir rövanş duygusu gibi; Atatrük tarafından millileştirilen Tekel, bu iktidar tarafından yeniden yabancılara verildi...
Üstüne daha neler...
Şeker fabrikaları, kağıt fabrikaları ve daha yüzlerce devasa sanayi tesisi ve bankacılık gibi kurumlar yabancılara teslim edildi...
Sadece; bu şirketler ve kolcularına bizi öldürme yetkisi verilmedi...
O da şimdilik...
Yarın tütünümüzü almayan şirketlere rağmen tütün üretir... onları da daha yüksek fiyata satmak için yollar ararsak başımıza neler geleceğini bilmiyoruz...
Pancarımızı almazlar da, bunun üzerine farklı başka şeyler yaşanırsa ne olacağını da belli değil...
Kolcular ölüm kusan silahları ile yeniden Türk çiftçisinin peşine düşer mi bilinmez...
Ya işte; bir kararname ile ülkenin tütün üretimini yabancılara teslim eden Osmanlı ve bugün ülkenin başına geçirilen yeni sistem de bence rastlantı değil...
Artık geceleri bir kararname yayınlanıyor... bakıyoruz hayatımız değişmiş...
Türk çiftçisinin tütününü almıyor ama Amerika'nın Virjinya eyaletindeki tütünü getirip, burada bize satıyorlar...
Ülkede üretilen sigaraların tütününün yüzde 80-90 oranında dışarıdan ithal edildiğinden bahsediliyor...
Vay be...
Vay ki; ne vay...
Adına; yerli milli diyenlerin ülkeye ve halka yaptıklarına bir bakar mısınız...?
Camiye gitsek; "gavur-gavur-gavur" diye... mitinge gitsek, "dış güç, dış güç" diyerek şeytanlaştıran ve bununla bizi korkutup saflarına çekenlerin, perdenin arkasında o gavur dedikleri... o dış güç dedikleri ile tuttukları işlere bakar mısınız...?
Kaz dağlarını hatırlayın...; Kanada şirketine adeta peşkeş çekilen Kaz Dağlarını...
Bunu ülkede bir çok il ile birlikte, Erbaa, Niksar, Taşova, Reşadiye, Zile takip ediyor...
Topraklarımız, kurumlarımız üzerinden bir işgal, bir köleleşme ile karşı karşıyayız sanki...
Bunu yaparken bize verilen sadece şu; verdikçe daha dindar olduğumuz...
Verdikçe Allah'ın bizi daha sevdiği yalanı...
Dinimiz de mi ele geçirildi bilemiyorum ama, maalesef dinimiz boynumuza bir yular gibi, pranga gibi bağlanmış... istedikleri yere çekiyorlar..
Kenya'nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata kendilerini köleleştiren ve sömüren güçler için şöyle der, "Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim elimize topraklarımız, onların elinde İncilleri vardı... Dua edelim dediler.... Gözlerimizi kapattık... Açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde ise topraklarımız vardı..."
Evet bizim üzerimize de aşırı derece din afyonu püskürtülmesi... Dinimizi zerrece bilmediğimiz halde, oy vererek veya birilerine taraf olarak kendimizi dindar hissetmemizi sağlamaları da rastlantı değil sanırım...
Öyle ya..;
Bütün bunları yapanlar; bunları yapabilecek yetkiyi de, sonuçta oy olarak bizden alıyor...
Sigara fabrikamızı satıp geliyorlar... Daha fazlasını yapmak için yetki istiyorlar.. oy olarak coşkuyla daha fazla oy veriyoruz...
Bize getirdikleri tek şey din vaadi...
O da indirilen değil, büyük ölçüde uydurulan din...
Allah'a değil, başka şeylere biat etmeyi gerektiren bir din...
Sonra verdiğimiz o yetkiyle gelip şeker fabrikamızı da satıyorlar...
Gelip daha fazlası için bir daha yetki istiyorlar..
Bir kez daha coşkuyla veriyoruz..
O yetkiyle gelip yaylalarımızı, meralarımızı şirketlere peşkeş çekmek için çalışma başlatıyorlar...
Biz nasıl bir kısır döngünün, nasıl bir paradoksun içindeyiz... Anlayabilen var mı yahu...?