Mehmet Rifat oğlu Ahmet Fikret Evyap… Bugün öğleden sonra ebediyete uğurladığımız örnek işadamı, büyük hayırsever ve mütevazi insan… İnternette bile bir-iki fotoğrafını zor bulursunuz.
Duru, üretim ve marka bilinirliği yönüyle dünyanın en büyük ikinci sabun ve kozmetik fabrikalarıdır. Ana patron Ahmet Evyap’tır ama bunu ev komşusu bile bilmez. Çünkü mütevazı içinde olmuştur tüm başarıları, büyümeleri…
Erzurum-Gümüşhane bileşimi bir aileden gelen Evyaplar, özellikle sabun ve kozmetik alanında büyüyerek doğru bir strateji uyguladılar, dünya liderliğine oynadılar. Üçüncü kuşak, Ahmet Fikret beyin oğlu Mehmet bey ise kurduğu Evyapport ile marina işinde dünyanın dördüncü büyük denizcilik firması oldu.
Ahmet Fikret beyle son görüşmelerimiz Amerikan hastanesinin özel odasında ve Kağıthane’deki fabrikada geçti. Saatlerce sohbetler ettik, eski günleri andık. Özbekistan’a ilk ihracat yapan firmalardan biriydi Evyap. 1992, 93’ler… Ne yazık ki layık olduğu iyi muhatabı bulamamış, ürünlerin parasını alamamıştı. Bir taraftan “Helal hoş olsun, kısmetten çıkmış” diyor, bir yandan da “Hüseyin, şu paraları al gel, yarısı senin olsun, yarısını okullara harcayalım” diye hafiften hiddetleniyordu. Yüz bin dolara yakın bir alacak… Gittim, uğraştım ama beş bin doları ancak alabildim. Yarısı masraf… Özbek borçlu, özel üretim sucuk ve bal hediye etmeyi unutmamıştı yine de. Hem bana hem Fikret beye.
“Benimkileri de sen al, fazla gelirse meraklılara hediye edersin” dedi Fikret bey. Ne yaptıysam hepsi bende kaldı. Tam çıkarken baktım, büyücek bir koli.
“Sucukla bal senin hediyen sayılır, ta oralardan getirdin. Bu kolide de bizim hediyemiz.” Eve gidince koliyi açtım, baktım; şampuandan kolonyaya bir yığın Duru...
ŞİMDİ GELELİM “EVYAP” MARKASININ DRAMATİK HİKAYESİNE…
Sanırım çok yakınları dışında yüzde yüz gerçek bu hikaye ilk defa burada su yüzüne çıkacak…
2. Dünya Savaşı yılları, 1940’ların başı… Yer Erzurum… Kıtlık, bütün dünyada ve Türkiye’de herkesi perişan ediyor. Askeri birimler bile sıkıntılı… Askerlerin temizliği, sabunu dahi büyük dert. Sabun karaborsa… Baba Mehmet Rifat bey, tugay komutanına gidiyor:
“Askeriyede sabun kalmadığını duydum. Biz aile olarak sabun üretiyoruz. Ancak hammadde çok az olduğundan ara verdik. Bu az kalan hammaddeyi ve zeytinyağını sizin için sabun haline getirip orduya hediye etmeye hazırız. Bu memleket de bu ordu da bizim.”
Komutan çok seviniyor tabii. Birkaç gün sonra sabunlar garnizona taşınıyor. Herkes çok mutlu… En çok da komutan… “Bak” diyor Mehmet Rifat beye, “Erzurum’da su sıkıntısı malum. Senin sabun atölyesini askeri garnizon alanına taşı, burada su bol, üretime burada devam et. Sen bir kahramanlık yaptın, biz de bir iyilik yapalım sana.”
Sabun atölyesi garnizona taşınır, üretim yeniden başlar. Kapıda tebelâ: EVVAP SABUNLARI… Evyap değil, Evvap, çift “v” ile. Allah’ın isimlerinden bir isimdir Evvap, kapıları açan anlamında.
Bir süre sonra komutan Mehmet Rifat beyin karşısına dikilir. Bu defa sevgiyle bakmamaktadır gözleri. “Sizin aile soyadınız ve markanız olan bu Evvap ismi beni rahatsız ediyor. Bu dini bir kelime, Allah’ın isimlerinden biri. Biliyorsun Atatürk, dini soyadlarını yasakladı. Nasılsa sizinki kalmış. Bu ismi derhal değiştireceksin. Garnizon içinde kalsan da kalmasan da değiştireceksin.”
Mehmet Rifat bey, şaşkındır; hiç beklemediği bir yerden yemiştir darbeyi. Karşısında koca garnizon komutanı general. Karşı gelmesi, söz dinletmesi imkansız… Kabul etse, öteden beri kullandıkları aile soyadı elden gidecek; etmezse işi, gücü, her şeyi… Korkmamak elde değil…
Erzurum’un bilge kişilerinden olan Noter, yakın akrabasıdır. Gider derdini ona açar. Noter başlar çare üretmeye. “Tamam” der, Evvap’ın v’lerinden ikincisine bir kuyruk ekleyelim “y” olsun. Evyap diye okunur. Ev, mev diye telaffuz edilir, inşaaf filan anlaşılır, Allah’ın Evvap ismi akıllara gelmez.”
“Deneyelim bakalım” der Mehmet Rifat bey. Tabelayı değiştirirler: EVYAP SABUNLARI…
Garnizon komutanının iyi yanına gelir ve ses çıkarmaz. Böylece günümüzün iki kıta, üç ülkede üretim yapan, yüz ülkede ürünleri satılan dev markası doğar: EVYAP…
Şimdi bazıları soracak, bu hikaye ne kadar doğru? Yüzde 99 doğru… Bizzat Ahmet Fikret bey, 2013 yılında Amerikan Hastanesinin odasında bana anlattı. O gün gayet sağlıklı ve neşeliydi. Güzel bir öğle yemeği yemiştik karşılıklı. (Lor peynirli makarna hâlâ aklımda) Neredeyse kelimesi kelimesine hatırlıyorum anlattıklarını. Bir-iki kelimeyi yanlış, eksik hatırlamış olabilirim o kadar. O yüzden yüzde 100 diyemedim. Alıntı filan değildir.
Yorum yapmıyorum. Bu kadarı yeterli bence.
(23.11.2023)
HÜSEYİN GÖKÇE
YORUMLAR