Hırçın ama kaya gibi sağlam Karadeniz’in en sakin sahili bilinen Ordu’nun yiğit evladı... Avukatlık mesleğinin gurur kaynağı...
Mesleğini icra ederken, hukukun dengeli ama kupkuru kurallarına insana saygı ve hizmet anlayışının, ideal vatan aşkının solmaz renklerini de vurmayı başarmış nadide avukatların öncüsü...
Bir toplantıda oyuna getirilerek gözden düşürülmek istenen Mareşal Fevzi Çakmak’ı bu durumdan kurtarıp paşanın büyük takdirini kazandığında henüz yeni başlamıştı üniversiteye.
1953’te İstanbul’un fethinin 500. yılı kutlamalarında en büyük pay ve heyecan sahiplerinden biri de yine Bekir Berk idi...
1968’lerde henüz çocuk denecek yaşlarımda tanıdım onu, Denizli’ye sık gelip gidişlerinde.
Bekir Berk adının bende üç sembolü vardı: Milli marşlar eşliğinde dur durak bilmeyen bir coşku, kılı kırk değil, bin kırk kere yaran bir hukukçu ve yüzükte kullanılsın diye dostlarına cömertçe hediye ettiği şıkır şıkır akik taşları...
Tüm Türkiye adliyelerini adım adım dolaştığı, sırf Müslüman kimliğinden dolayı zindanlara terk edilenlerin imdadına koşabilmek için l960’ların Türkiye’sinde aynı gün hem uçağa hem eşeğe binmek zorunda kaldığı dönemlerde iki öğün üst üste yemek bulamadığı halde bunu kimselere belli etmeyen civanmert akıncı...
Evet o, dava dosyalarıyla birlikte kefenini çantasında taşıyan adamdı...
O kefeni, 1971 ihtilalinin İzmir Sıkıyönetim Mahkemelerinin birinde “Neyine güveniyorsun?” diyen askeri savcının suratına çantasından çıkararak öyle bir fırlattı ki...
Berk, şimşek anlamına geliyor. Bekir Berk de; hukuk ilim, zihniyet ve ruhunu adeta şimşeklere yükleyerek hem hak aramada, hem insan ve Müslüman onurunu savunmada şimşek hızında yeni bir çığır açtı.
Görevini tamamlayarak ve yetiştirdiği genç avukatları yerine bırakarak Suudi Arabistan’a biraz da buruk gidiş ve orada Cidde radyosunda Türkçe yayınlar bölümünde yıllar süren hizmet... Gönüllü ve fahri büyükelçi imişçesine Türkiye ile ilgili her işe uzatılan omuz, koyulan baş...
Kader Cidde’de de konuşup sohbetleşmeyi, ondan feyz almayı nasip etti bana.
Cidde’de vuruk ve çiziği olmayan iki otomobil varsa biri Bekir Berk’in diğeri de Suud Kralı’nındı. Oralarda nasıl yaşadığını varın siz düşünün artık.
Sonrası ağır kanser hastalığı... Yıllar süren yalnızlık ve gurbet acısına eş yeni ıstıraplar, bedeninin erimesi...
“Kapılara sığmayan adam” derler ya, öyleydi Bekir Bey. Ama hastalık onu o kadar eritti ki, değil kapılara normal bir valize bile sığacak hale geldi.
O haliyle Cidde’den İstanbul’a getirildiği gün, kendisine bakamadım, sanki içim parçalandı ve ağladım. Bir insan bu kadar eriyebilir miydi Allah’ım?
Doktorlar ancak üç ay yaşayabilir dediler ama o, iyileşti, toplandı ve Allahın izniyle üç yıl yaşadı. Yaşamak ne kelime, kitaplar yazdı, konferanslarda saatlerce konuştu.
Vefat etmeden üç ay evvel evine gitmiştim.
Masasının üstü gazete ve dergilerden kesilmiş yüzlerce yazı ve resimle doluydu. Hayran ve hayret dolu bakışlarımı görünce şöyle dedi:
“Arşivimi yeniden düzenliyorum. Yeni çalışmalar için lazım olabilir.”
Dünya durdukça hassas kulaklara küpe olacak şu olay bana göre hepsinden, (hele günümüzü dikkate alırsak ) daha önemli:
Uzun süren hastalığı sırasında yakın ve değerli dostu, bir hocaefendi ona (Yanlış hatırlamıyorsam) 80 bin dolar karşılıksız yardımda bulunmuş. Hastalığı sırasında bu paranın tamamı İngiltere’de ve Türkiye’de harcanmış. Ancak incelik ve hukuk abidesi Bekir Berk, nereye ne harcadıysa belgeleriyle birlikte dosya tutmuş.
Dosyadan bir kopya alarak aslını bana verdi ve bu dosyayı o hocaefendiye götürmemi rica etti. Ben de götürdüm.
Bekir Berk’i mahşeri bir cenaze töreninin ardından 14 Haziran 1992’de Eyüp Sultan Mezarlığı’na emanet ettik.
Vasiyetinde adı geçen ve dua beklediği 36 kişi arasında adımın bulunması benim için ne büyük saadettir! Onunla ilgili anılarımı hayatımın en güzel süslerinden sayıyorum.
Bunun hakkını verebilmek için ben de her ayın ilk Cuma sabahı onun kabrini aksatmadan ziyaret ettim uzun yıllar.
Nurlar içinde yattığını hissediyorum Bekir Abi…
> HÜSEYİN GÖKÇE
YORUMLAR