Korona ve Sağlığa Dair
Sağlık, vücudun hasta ve rahatsız olmaması durumu, vücut esenliği, esenlik, sıhhat şeklinde tanımlanmaktadır.
Ne büyük nimet, ne büyük bir saadettir sağlık. Öyle ki dualarımızda, iyi dilek ve temennilerimizde mutlaka adının geçtiği bir cümle kurmuşuzdur. Gelene “sağlıcakla gel”; gidene “sağlıcakla git”; nasılsın yerine “afiyettesiniz inşaAllah” …derken, üzücü bir durumla karşılaşıldığında bile “sağlık olsun” diyerek avunuruz. Çünkü biliriz ki herşeyin başı sağlıktır.
Kanuni Sultan Süleyman;
“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
(Halk arasında devlet, saadet gibi şeyler oldukça itibarlıdır. Fakat doğrusu, dünyada bir anlık sağlıklı olmak kadar saadet ve devlet bulunmaz.) diyerek sağlığın değerini ne güzel ifade etmiştir.
İnsanoğlunun bitmek bilmeyen ihtirası, dünya sevgisine doymayan nefsi çoğu zaman sağlığı arka plana atmıştır. Çünkü, Alvan T. Fuller’in de dediği gibi hastalık hissedilir de sağlık hissedilmez. Hal böyle olunca da sağlığa dair olan sözler dil alışkanlığı ve edebi dilden öteye geçemiyor. Bazen öyle olaylar olur ki, binlerce kelimenin anlatamadığını bir olay, insanın yüzüne çarpa çarpa anlatıverir. Tıpkı koronavirüs gibi…
Koronavirüs bize bir kez daha gösterdi ki, sağlık olmayınca hiçbir şey olmuyor. Ne alışverişlerimiz ne düğünlerimiz ne ziyaretlerimiz ne cenazelerimiz… Kısacası hayatımız, eskisi gibi değil.
Önce evlere kapandık.
En lüks otomobillerimiz kapıda, marka ayakkabılarımız dolapta, paralarımız bankada, mallarımız dükkanda kaldı, bizse evde…Böylece sağlık olmayınca maddiyat geri planda kaldı.
Sonra, maskeler zorunlu hale geldi.
Bir tebbessümü çok gören yüzlere perde; haksızlıklığa, zulme susan dillere mühür; iki çift güzel kelamı dökmekten aciz dudaklara gem oluverdi, maske.
Bir çocuğa merhameti olmayan, başını okşamaktan aciz eller şimdi kendi sevdiklerine hasret.
Koskoca dünya; teknolojisiyle, bilimiyle zirveleri gören dünya… Bir minik virüse mağlup oldu. İşte bu insanoğlunun aczinin en net hali. Mutlak otoritenin Allah’a ait olduğunun kanıtlarından sadece biri.
Korona pandemi mi, plandemi mi tartışıladursun. Biz farklı bir açıdan değerlendirmeye çalışalım.
Sezai Karakoç’un “Geldik, çağı gördük ve ürperdik.” ,
Cahit Zarifoğlu’nun “Biliyor musunuz? Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim.” dediği bir çağdayız. Dünyanın dört bir yanında zulüm altında, savaşın göbeğinde, aç, sefil yaşayan insanları görmeyen, vicdanları kör olmuş dünyaya kor gibi düşüverdi korona.
Koronayı atlatanların, hastalığı tarif ederken kullandıkları bir benzetme var “Suda boğuluyormuş gibi”. Acaba aklımıza Aylan bebek geldi mi ve daha niceleri… Savaştan, zulümden kaçmaya çalışırken bindikleri teknenin alabora olmasıyla yaşamlarını kaybeden yüzlerce insanın haberini, sıcacık evimizde, elimizde çayımızla dinledik. Bir iki üzüldük, ya sonra… Sonrası yok.
Şimdi tüm dünya koronanın ateş hattında. Saatin tik-takları bile ko-ro-na diye atar oldu. Uğruna savaşların, zulümlerin yapıldığı bu fani dünyada herkes evinde. Sokağa dahi çıkmaya engel ölüm korkusunun prangalarına mahkumuz. Taburcu olmayı bekleyen hastalar misali , özgürce, maskesiz dışarı çıkacağımız günleri gözlüyoruz.
Ömrümüzün nadasındayız. Nadasa ayrılmış topraklar misali beklemedeyiz. Bir bahar daha geçiyor ömürden ve uzaktan izlemekle yetiniyoruz. Baharı hissedelim diye daha fazla toprakla, doğayla uğraşır olduk. Çoğumuzun içindeki çiçeksever, yeşilsever, topraksever yanlarımız çıkıverdi. Bahçe imkanı olmayanlar balkonla, balkonu olmayanlar evdeki saksılarıyla kendilerine meşgale buldu. Eskiden köyden şehre verilen göç, bu süreçte tam tersine döndü. İnsanlar toprakta kendi özlerini buldular.
Hayatta hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Korona da sonsuza dek sürmeyecektir. Duam odur ki en yakın zamanda bitsin. Bitsin ki insanlık feraha kavuşsun. Ve yine duam odur ki, tüm insanlık bu musibetten dersler çıkarsın. Çıkarsın ki savaşlar, zulümler bitsin. İnsanlığa bahar gelsin. Çünkü her uyuma bir kış, her uyanış bir ilkbahar insanoğluna. İnsanlık çok kışta kaldı bundan sonrası bahar olsun. Bizler de bu baharın rengarenk kelebekleri… Şimdi kozamızda beklemedeyiz. Kozamızı sevgiyle, sabırla örelim ki kozadan çıktığımızda güçlü kanatlarımız, etrafa mutluluk saçan ışıklarımız olsun.
Şeyh Galip’in şu beyitleriyle noktalayalım:
“Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen”
(Kendine hoşça bak ki sen, kainatın özü ve varlığı, göz bebeği olan insansın.)
Korona geçtiğinde bitmiş dimağlar değil ermiş dimağlarımızın olması dileğiyle… Zatınıza hoşça bakın…