Bedenim yorgun, beynim durgun, ruhum kırgın… Kavgalıyım kelimeler ile…
Dünyada ve ülkemizde art arda yaşanan doğal afetlerin ardında bıraktığı acıları ve açtığı yaraları tanımlayacak bir kelime bulamadım. Bulup da yazamadım. Hiçbir kelime talip olmadı insanlığın yaşadığı acıyı anlatmaya. Yanan orman ve köylerimizle yüreğimiz yanarken, yaşanan sel felaketiyle tarifsiz bir acının ortasında bulduk kendimizi.
“Yürekler yangın yeri” , “Göz yaşları sel” tabirlerinin vücut bulduğu anları yaşadık insanlık olarak. Afetlere yakın ya da uzak; afetin içinde ya da dışında olsak da, eğer başkasının acısını yüreğimizde, göz yaşını gözümüzde hissedebiliyorsak o zaman insanlıktan nasiplenmişiz demektir. Yaşar Kemal’in dediği gibi “İnsan olmak başka iş, insanlık başka iş.”
Sadece insan için değil tüm canlılar için aynı hassasiyete sahip olmak insanlık makamına giden yolun olmazsa olmazıdır.
Gelişen bilim ve teknoloji ile birlikte dünya küçük bir köye dönüşmüştür. ‘Küresel köy’ Kanadalı yazar Marshall McLuhan ile birlikte anılan bir kavram. Zira O , elektronik iletişimin yaygınlaşmasıyla dünyanın küçük bir topluluk gibi olacağına inanmıştır. Nitekim öyle de oldu. Artık uzaklar çok yakın. Küresel köy, küresel dünya ifadelerine bir yenisi daha eklendi ki o da ‘küresel ısınma’. İklimlerin değişmesi ile dünyada meydana gelen afetler insanlık ve tüm canlılar için büyük tehdit oluşturmakta.
Dünya’da ve ülkemizde meydana gelen doğal afetler, küresel iklim değişikliğinin habercisi. Doğanın sessiz çığlıklarını görmezden gelen biz insanlar artık yaşanılan felaketlerle bu durumu görmezden gelemeyiz. Üzerimize düşen sorumluluklar ne ise mutlaka yapmalıyız.
Dünya’da iklim değişikleri yaşanırken aynı zamanda insan ruhundaki iklimlerde de değişiklikler yaşanıyor. Çok değiştik çook. Öyle ki değerleri farklı algılar ve yaşar olduk.
İnsanları aldatmayı akıllılık; dürüstlüğü ve iyi niyeti enayilik; hakaret etmeyi eleştiri; yüzsüzce davranmayı özgüven; argo konuşmayı samimiyet; nazikçe davranmayı zayıflık; alçakgönüllü olmayı aptallık zanneder olduk ve bu durumu en çok klavye savaşlarında görür olduk.
Günümüzde cephe savaşları yok ama klavye savaşları var. Telefonunun ya da bilgisayarının klavyesini eline alan başlıyor hakarete. Bir taraftan eleştiri adı altında hakaret ederken diğer yandan kelimelerin yazılışındaki yazım yanlışları ile kelimelere hakaret ediyor. Toplumda ötekileştirmeye ve kaosa kadar götürebilecek halleri bir klavye yapabiliyor. Böylece insan ruhundaki iklim değişikliğinin sonucu insanlık için afetleri oluşturabiliyor.
İnsan hoşuna gitmeyen halleri elbette eleştirebilir. Ama edep çerçevesinde. Bu çerçeveyi aştığımızda hakaret hatta küfür bile olabiliyor.
Çocuklarımızı büyütürken değerlerini bilen nesiller olmasını istiyoruz. Ancak ne kadar başarılı olabildiğimiz konusu tartışılır. Geçen gün yaya geçidinde şahit olduğum bir olay bu durumu açıklar mahiyette.
Yayalar için yeşil yanmamıştı ama arabaların durmasıyla, yayaların çoğu karşıya geçmişti. Yanımda duran 4-5 yaşlarındaki bir oğlan çocuğu annesinin elinden çekiştirerek, ‘Hadi anne biz de geçelim.’ deyince annesi, ‘Hayır yavrum o geçenlerin hepsi salak, biz yeşil yanınca geçeceğiz ki örnek olalım. Yeşil yanmadan geçemeyiz.’ dedi.
Sınavlarda olan dört yanlış bir doğruyu götürür kuralı, gerçek hayatta bir yanlış dört doğruyu götürür olarak gerçekleşiyor. Belki daha fazla doğru, ucu açık. Şimdi anneye sorsanız çocuğuna trafik kurallarını öğretiyor. Aynı zamanda insanları aşağılamayı, hakareti de öğretiyor. Salak kelimesinin yerine davranışın yanlış olduğunu açıklasaydı başarılı olurdu. Bu şekilde çocuğuna, yanlış davranan insana hakaret etmenin hak olabileceğini öğretmiş oldu. Çevremizde ne kadar çok görür olduk insanlara hakaret eden, aşağılayan insanı. İşte yukarıda bahsettiğimiz olayda basit gibi görünse de sonuçları insanlık için ağır olabiliyor.
Bazen farkına varmadan bazen de zaaflara yenilerek çocuklarımızın ruh iklimlerinde değişikliklere yol açabiliyoruz. Her ebeveyn çocuğuna en iyi imkanları sunmak ister. En iyisini giysin ister. Bazen marka tutkunluğuna kadar giden kıyafet alışverişlerinde bulunur. Oysa ebeveynin önceliği çocuğun ruhundaki standartı yüksek tutmaktır. Günümüz anne babalarında ise durum daha çok görünen tarafıyla alakalı. Hele bir de çocuğun yanında marka ağırlıklı konuşmalar yapılıyor, kendisine hep marka kıyafetler alındığı konuşuluyorsa vay ki vayy…Çocuğa nur topu gibi bir –kibir- huyu konuveriyor. Sonra etrafını beğenmeyen, hep kendisinin en iyi olduğunu zanneden kibirli, bencil bireyler oluşuyor. Değer mi? Elbette değmez.
Çocuklarımızla konuşurken ağzımızdan çıkanları tartıp söyleyelim. Markanın, maddiyatın olduğu konuşmalardan kaçınalım. Marka kıyafet giydirilen çocuğun bunu bilmesine gerek yok. Bir çocuk markadan ne anlar. Küçük ayrıntı gibi gelse de insanlığın ruhunda oluşabilecek afetleri önleme noktasında oldukça büyük adımlar.
Dünya’da ve insan ruhunda oluşan afetlerin müsebbibi kuşkusuz insanoğludur. İnsan bulunduğu çağı bahar da yapar kış da...
Unutmayalım ki, afetler önce insan ruhunda başlıyor. Bencil, kibirli, saygısız, tembel, merhametsiz, yalancı, geçimsiz …gibi huyların açtığı gedik zamanla dünyadaki afetlere yol açıyor.
Çevremizi ve dünyamızı hep güzel insanlar sarsın. Ruhumuza şifa insanlığa şifa olsunlar.
Şu geçici hayat sahnesinde;
Kimi insan notadır
Hayat şarkınıza neşe katar.
Kimi insan çiçektir
Hayatınıza renk katar.
Kimi zaman baharınıza bahar,
Kimi zaman kışınıza bahar katar.
Kimi zaman aşınıza tuz,
Sofranıza muhabbet katar.
Hayata, insanlığa, dünyaya anlam katan tüm insanlara saygıyla…