Metropoll’ün her ay yayınladığı siyasi partiler araştırmasına göre Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ne destek son altı ay %0,7-%1,7 arasında değişti (kararsızlar dağıtıldıktan sonra). En son Şubat sonuçlarında muhtemelen %1’in hayli altında kaldığı için sıralamada adı görünmedi.
Ali Babacan’ın Deva Partisi’nin desteği son altı ay %1,0 – %2.2 arasında değişti ve Şubat’ta %1,9 oldu. Kuruluşu bir yılı, fiili çalışma süresi iki yılı geçen iki parti, maalesef pek çok kesimin beklediği desteği bulamadı.
Bir neden medyanın büyük ölçüde iktidarın denetiminde olması ve muhaliflere karşı yürütülen baskılar. Ama %10’luk bir partiden ayrılıp şimdi rahatça %10 üstünde destek yakalayan Meral Akşener ve arkadaşların durumu başka nedenler de olması gerektiğini söylüyor.
Yaklaşık %40’lık bir partide uzun yıllar Genel Başkanlık, Başbakanlık, Başbakan Yardımcılığı yapmış iki siyasetçinin kurduğu partilere seçmen niçin sadece %2 civarında destek veriyor?
Davutoğlu ve Babacan’ın partileri niçin başarılı olamadı?
Bu partilerin kurulduğu günlerde sosyal medya üzerinden bazı kuşkularımı kısaca açıklamıştım. Şimdi kuşkularım büyük ölçüde doğrulanmış görünüyor ve konuyu üç başlık altında biraz daha ayrıntılı ele alacağım.
– Siyaset tavır almaktır
Siyaset tavır alarak yapılır. Davutoğlu ve Babacan uzun yıllar önemli görevler yaptıkları AKP’den nerede ayrı düştüler ve ayrıldılar? Kamuoyu bilmiyor. Çünkü fiilen ayrıldıkları güne kadar hiçbir tavır açıklamadılar.
Davutoğlu pek istisnai bir örnek oluşturuyor. Genel Başkanlık ve Başbakanlık gibi en üst düzey görevlerden, CB Tayyip Erdoğan’ın talebiyle ayrıldığını biliyoruz. Erdoğan’ın gerekçe açıklaması elbette şart değildi. Bunu Davutoğlu yapmalıydı. Ama Mayıs 2016’da, genel seçimlerden sadece 6 ay sonra, siyasi içeriği olmayan bir açıklamayla görevlerini bıraktı: “Benim tercihim değildir. Zarurettir.”
Davutoğlu’nun tavrı AKP’den ayrıldıktan sonra sürdü. Tabii bu da bir üsluptur; ama AKP’ye karşı iktidar mücadelesi verecek bir siyasetçi için en uygun tavır değildir.
Benzer durum Babacan için de geçerli. 2019’da AKP’den ayrılana kadar onca yanlış gidişe karşı tek bir duruş sergilemedi. Örnek pek çok. Sadece birine işaret edeceğim.
Davutoğlu ve Babacan’ın şimdi en sert şekilde eleştirdiği ve haklı olarak “ucube sistem, demokrasinin damarlarını kesiyor” dediği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni getiren Anayasa değişikliği önce TBMM’de müzakere edildi. Ocak 2017’de yapılan nihai ve belirleyici gizli oylamada en az 330 evet oyu gerekiyordu, 339’la geçti. Nisan 2017 referandumunda %51,4 ile kabul edildi.
O sırada Davutoğlu ve Babacan milletvekiliydi. Ama o hayati anayasa değişikliği TBMM’de görüşülürken hiç sesleri çıkmadı. Oy kullanıp kullanmadıklarını, kullandılarsa ne oy verdikleri dahi bilinmiyor. Açıklamadılar. Eğer Davutoğlu ve Babacan karşı çıksaydı, eminim ki o tasarı 330’u bulamayacak, referanduma bile gerek kalmayacaktı.
O günlerde AKP milletvekili olan şimdi Deva üyesi Mustafa Yeneroğlu, kendisi dahil 30 civarında iktidar milletvekilinin Anayasa değişikliğine ret oyu vermeyi düşündüğünü, ama partinin kıdemli isimleri tarafından ikna edildiklerini açıkladı. Yeneroğlu’nun sözleri yukarıdaki öngörümüzü kuvvetle doğruluyor.
Davutoğlu ve Babacan daha sonra referandumda açık tavır alsaydı, herhalde %1,4 oyu rahatlıkla etkilerdi ve değişiklik düşerdi. Ama onu da yapmadılar.
Eğer bunları yapabilselerdi, bugün hem Türkiye hem kendileri farklı bir yerde olurdu.
Davutoğlu ve Babacan şimdi, anayasa değişikliğini uygun bulmadıklarını parti içinde birilerine söylediklerini vurguluyor. Ama kapalı kapılar arkasındaki özel konuşmalar siyasi tavır ve duruş göstermek değildir.
– Yığınakta yapılan yanlış
Beğenin veya beğenmeyin, Erdoğan güçlü bir lider. Üstelik şimdi iktidarın olanaklarını muhalefete karşı en sert şekilde kullanıyor.
Evet, lider hele Türkiye’de, her zaman önemli. Ama mevcut ortamda, lider odaklı yeni bir partinin AKP’ye karşı başarı kazanabilmesi çok zor. Doğru yol haritası, Davutoğlu ve Babacan’ın beraber hareket etmesi, ayrıca olabilecek en geniş ve en güçlü kadroyla kamuoyu önüne çıkmaktı.
Tam tersini yaptılar. Uzun yıllar aynı hükümette beraber çalışmış Davutoğlu ve Babacan bile bir araya gelemedi. Babacan bir mülakatında Davutoğlu’nun bunu arzu ettiğini, kendisinin uygun bulmadığını açıkladı. Ancak gerekçesi belli değil. Gazetecinin sorusuna Babacan, “aramızda tarz, üslup, metot farkı var” gibi genel cevaplar verdi.
Sonuçta, en tepedeki kişinin her şeyi kontrol etmek istediği ‘küçük olsun benim olsun’ partileri ortaya çıktı. Moda deyişle iki tane küçük ‘tek adam partisi’. Ama bu yeni bir şey değil. Bu partilerden bizde çok var.
Askerlikte kullanılan ‘yığınakta yapılan yanlışlar, savaşın sonuna kadar sürer’ özdeyişi akla geliyor.
– Geçmişle yüzleşme
Davutoğlu ve Babacan yakın zamana kadar AKP siyasetinde üst düzey sorumluluk taşıdı. Bazen bizzat uygulayıcı bazen destekçi oldular.
Uygun buldukları bir üslup ve açık bir dille geçmişle yüzleşmeleri gerekiyordu. Yapamadılar.
Mart 2011’de başlayan Suriye’de rejim değişikliği projesi ve Temmuz 2013’te başlayan İhvancılık temelli Mısır siyaseti, Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye’nin çıkarlarına en çok zarar veren iki Ortadoğu politikası oldu. Davutoğlu hâlâ ikisini de savunuyor.
Babacan’ın gerekçeleri şaşırtıcı: “Aile içi meseleleri dışarıya şikayet etmedik. Ayrıca Türkiye’de Siyasi Partiler Kanunu var, ona uygun parti tüzükleri var, farklı tavır alırsak disiplin suçu işlemiş olurduk. Türkiye’de böyle bir siyasi gelenek yok.”
Demokratik rejim değişiyor, Babacan aile içi mesele diyor! Bu sözleri siyaseti inkar anlamına geliyor. Ayrıca, parti disiplini ile körü körüne itaati birbirine karıştırıyor.
Siyasi geleneğimize ilişkin algılamaları hayli sınırlı. O geleneği bilmek için uzaklara gitmesine gerek yok, kendi partisine daha dikkatli baksa yeterdi.
Gazetecinin “peki, sizin partinizde de böyle mi olacak?” sorusuna verdiği cevap ise naif: Biz partimizi öylesine kurduk ki, bizde böyle bir sorun olmayacak!
Kimi çevreler Babacan’ın ekonomiyi yönetmede aslında başarılı olmadığını, sadece Kemal Derviş’in programını uyguladığını ileri sürüyor. Haksızlık ediyorlar. Babacan ekonomi yönetiminde çarpıcı bir başarı elde etti.
Ama bir başka açıdan Derviş’le kıyaslanabilir. Ekonomide elde ettiği başarıdan sonra kimi çevreler Derviş’in parti kurmasını istiyordu. Derviş, ekonomi yönetimi ve siyasetin ayrı şeyler olduğunu gördü ve hayır dedi.
Yugoslavya’da 1991 iç savaşı öncesinde ekonomi o kadar kötü yönetiliyordu ki, dünyanın itibari değeri en yüksek kağıt parasını basmak zorunda kaldılar; 2-3 dolar eden 100,000,000 dinar. Maliye Bakanlığına getirilen Ante Markoviç doğru işler yaptı ve ekonomiyi kısa sürede uçurumun kenarından çekti aldı, tüm Yugoslavların büyük takdirini kazandı. Başarısını siyasette aktarmak isteyen Markoviç parti kurdu, ama tutmadı.
Bizim seçmenimiz de ekonomi yönetimi ve siyasetin ayrı şeyler olduğunu görüyor. Metropoll’ün araştırmasına göre seçmen, Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu gibi isimlerin ekonomiyi Babacan’dan daha iyi yöneteceğine inanıyor. Çünkü seçmen, haklı olarak, ekonomiden önce siyasetin geldiğini düşünüyor.
Davutoğlu ve Babacan’ın partilerinde yeni ve deneyimli pek çok değerli siyasetçi var. Ama küçük revizyonlarla ciddi bir yükseliş sağlayabilmeleri zor görünüyor.
Belki en doğrusu, her şeyi muhalefetimizin genel durumu çerçevesinde okumaya çalışmak. Metropoll’ün son araştırmasına göre, yaşanan dev sorunlara rağmen, iki iktidar partisi ve beş muhalefet partisinin oyları (bir araya gelebilseler dahi) başa baş, ikisi de %48 küsur.
Acaba neden?
YORUMLAR