ABD’nin yeni başkanı Joe Biden oldu.
Bu arada sayım sonuçlarına itirazlar olabilir, ama Trump için ikinci dönem olasılığı artık kalmadı. Her şeye rağmen Trump, Beyaz Saray’ı terk etmiyorum der mi?
İşin oraya kadar gideceğini sanmıyorum. Kararlı davranan Biden o durumda ne yapacağını açıkladı: “Amerikan hükümetinin, tecavüzcüleri mevcutlu (eskortlu) olarak Beyaz Saray’ın dışına çıkarma gücü vardır.”
Bir başka deyişle, Trump cazgırlığa yeltenirse daha kötü durumlara düşecek.
Biz ileriye bakalım ve Washington’daki yeni yönetim Türkiye için ne anlama gelebilir, öngörmeye çalışalım.
Biden son on yıllarda göreve gelen dış politika deneyimi en güçlü başkan. Senato’da Dış İlişkiler Komisyonu’nda uzun yıllar üye ve başkan olarak görev yaptı. Obama’nın onu Başkan Yardımcısı olarak tercih etmesinin önemli bir nedeni o tecrübeydi. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgeyi çok yakından tanıyor ve defalarca ziyaret etti. Irak dosyası bir ara tamamen Biden’ın elindeydi.
Dış politika ekibi de öyle. Birinci sorumlu olarak belirlediği Antony Blinken eski Dışişleri Bakan Yardımcısı ve aylardır geniş bir kadroyla, çok sayıda komisyonla beraber hazırlık yapıyor. Blinken, IŞİD’le mücadele için Suriye Kürtlerine silah verilmesini en çok savunan isimlerden biriydi. Ankara dahil bölgeyi defalarca ziyaret etti.
Biden’ın dış politika takımının bir başka özelliği, üst düzey kadroların birbirini uzun yıllardır tanıyor ve beraber çalışıyor olması. Mesela Biden ve Blinken yaklaşık 20 yıldır beraber çalışıyor. Kritik görevlere gelebileceği tahmin edilen isimler için de benzer beraberlikler söz konusu.
Ama belki en önemlisi, Biden ve takımı ortak bir dış politika vizyonu paylaşıyor. Amerika’da kullanılan meslek argosunda Biden’in dış politika çizgisi “liberal enternasyonalist” olarak niteleniyor.
Enternasyonalist kavramı burada, özgürlükçü (liberal) demokrasiden yana devletlerin, o amaçlar için başka devletlere müdahale etme hakkı olduğunu ima ediyor. Bu düşünceye göre ABD istisnai bir devlet (American exceptionalism) ve dünyaya liderlik etme misyonuna sahip.
Foreign Affairs dergisinin Nisan 2020 sayısında Biden’ın dış politikasını anlattığı makale “Amerika niçin tekrar (küresel) liderlik yapmak zorunda” başlığını taşıyordu. Takımın birinci sorumlusu Blinken ise, dış politikamızı üç sözcükle özetleyebiliriz diyor: “Liderlik, işbirliği ve demokrasi.” Ve hemen ilave ediyor “Joe Biden Amerikan liderliğini (dünyaya) tekrar gösterecek.”
Kadrodaki bir başka kıdemli isim ve Biden’ın eski milli güvenlik danışmanı Jake Sullivan, gücü azalmış olsa da ABD’nin “dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için eşsiz bir kapasite ve sorumluluğa” sahip olduğunu ileri sürüyor.
Biden uzun siyasi kariyeri boyunca genellikle bu görüşlere uygun aktivist bir çizgide hareket etti. 1990’ların ortalarında ABD’nin Bosna ve Kosova’da askeri müdahalede bulunmasını, Sırp ordusunun bombalanmasını ilk ve en yüksek sesle savunan kişilerden biriydi. Afganistan müdahalesini hararetle destekledi. Irak için 2006’da Şii, Kürt ve Sünni parçalardan oluşan gevşek bir federasyon planı hazırladı, ama yeterli siyasi destek bulamadı.
Biden bazen bu aktivist tutumuna uygun aşırı açık sözlü konuşuyor. Sırbistan lideri Miloşeviç’in yüzüne “Sen kahrolası bir savaş suçlususun ve yargılanmalısın” diye haykırmıştı. Hiç hoşlanmadığı Rusya lideri Putin’e bir konuşmasında “Gözlerinin içine bakıyorum, ruhun olmadığını görüyorum” demişti.
Demokrat Parti’de adaylık yarışını ikinci sırada bitiren Bernie Sanders daha solda bir siyasetçi olmasına rağmen, Biden’ın dış politikadaki bu müdahaleci tutumunu riskli buluyor ve eleştiriyor.
Trump’dan farklı olarak, Biden’in üst düzey takımını oluşturmak için CV toplayıp mülakat yapmaya ihtiyacı yok. 20 Ocak’tan sonra herhalde yeni yöneticilerin hızla işbaşı yapacağını, bürokrasi çarklarının fazla gecikmeden dönmeye başlayacağını, Ankara’nın karşısında aynı doğrultuda konuşan yetkililer bulacağını göreceğiz. Filan bakanla anlaşamadık diğeriyle konuşalım, o da olmadı Beyaz Saray’ın ağasıyla işi halledelim yaklaşımları artık pek geçerli olmayacak. Washington’da üst düzey kadrolardaki baş döndürücü rotasyon da son bulacak.
Biden kurumları işletecek. Kadrosuna güveniyor. Yemin ettiğinde 78 yaşında olacak. Kendisinin yürüteceği yüz yüze görüşmeler veya telefon diplomasisi seyrekleşecek. Halk Bankası davasında kurumsal işleyişin dışına çıkılması çok zor.
Amerika’nın tekrar dünyaya liderlik yapmasını isteyen Biden’in, Avrupa’yla eşgüdüm içinde yürümesi gerekiyor. Üç büyükler Almanya, İngiltere ve Fransa zaten hazır. ABD-Avrupa eşgüdümü nedeniyle, Ankara elinin daha zayıfladığını ve manevra alanının daha daraldığını görecek.
Aynı alan daralması Rusya’yla ilişkilerde daha şiddetli şekilde söz konusu olabilir. Washington’un daha net ve sert bir Rusya siyaseti izleyecek. Biden’in takımında yer alan kıdemli uzmanlardan Philip H. Gordon kısa süre önce yazdığı bir makalede, Rusya’ya karşı soğuk savaş dönemindeki çevreleme siyasetine (containment) geri dönülmesini öneriyor!
En kritik sorun S-400’ler. Artık bu iş bir füze savunma sistemi konusunun ötesine geçti. AKP iktidarı, S-400’leri çöpe atayım karşılığında şunları isterim gibi bir pazarlık tasarlıyor olabilir. Parasal ve itibar kaybı her koşulda o kadar ağır olacak ki, nihai kararı olası erken seçim sonrasına bırakmayı düşünebilir.
Ama Rusya’ya karşı çevreleme siyasetini tartışan bir Washington yönetimi böyle bir pazarlığa yanaşır mı, emin değilim. Geç kaldılar. S-400’lerle ilgili bütün hesapları yanlış çıktı. Askeri platform özelliği ötesinde S-400 ve F-35 ne ifade ediyor, idrak edemediler.
Şimdi önerim, 20 Ocak’tan önce S-400’lerin çöpe atılacağını açıklasınlar. İstedikleri şeyler için pazarlığa sonra otursunlar. İşi zamana yayarsak avantaj kazanabiliriz hesabının aksine, S-400’leri çöpe atma kararı ne kadar gecikirse Türkiye o kadar çok zarar edecek.
Tabii S-400’lerin çöpe atılması demek, Moskova’nın NATO cephesinde çatlak yaratma beklentisinin suya düşmesi demek. Cevabın pek çok alanda, ama başta Suriye’de geleceği kesin.
Türkiye-ABD ilişkileri önümüzdeki dört yılda olumlu gelişebilir veya çok olumsuz yönlere savrulabilir. Gelişmeler büyük ölçüde Ankara’nın tavrına bağlı. Batı’daki karar verici çevrelerde Türkiye’nin kopmasını isteyen yok; ama Ankara’nın ilkesiz zikzakları nedeniyle çok fazla dostu ve oyun alanı da kalmadı.
İçinde bulunduğumuz dönemde AKP yönetimi, S-400’ler dahil her konuda, öncelikle Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarlarını göz önünde tutarak adımlar atmalı. Ankara, o bölgelerde ABD-Avrupa eşgüdümünün ağırlığıyla güçlü şekilde karşılaşabilir. Ortadoğu’da İhvancılık temelinde şekillenen siyaset artık terk edilmeli.
Dış politika içeride başlar. En büyük dış politika güvencesi işleyen bir demokratik rejime ve hukuk devletine dönmek olacaktır. Ama AKP’nin o tarakta bezi kaldı mı?
Bu yazı Haluk Özdalga'nın blogundan alınmıştır
YORUMLAR