2 Ekim Osman’ın doğum günü. Bu yıl 63. doğum gününü yine tutukevinde yaşadı. 2017’nin Ekim ortalarında gözaltına alınmış; onu yakından tanıyan herkes “herhalde birkaç gün içinde serbest kalır” umudu içindeyken 1 Kasım 2017’den beri tutukluluğu sürüyor.
Üç yıl olmuş.
Tahmin ettiğiniz gibi, Osman Kavala’dan söz ediyorum. Yardımseverliği, bunca varsıllık içinde görgülü olmaktan kaynaklanan içselleştirilmiş tevazusu ile ‘örnek bir yurttaş’ sayılabilecek bir iş insanından. Neden suçlandığı belirsiz, hakkındaki iddialar -asılsız ve tutarsız olduğu için- sürekli değiştirilen, buna karşın bir türlü özgürlüğüne kavuşturulmayan bir arkadaşımdan..
Osman’ı 30 yılı aşkın bir süredir tanıyorum. Varlıklı bir ailenin iyi eğitimli bir bireyi olmasına karşın, bir gün bile varsıllığını, eğitimini ve bilgisini başkalarına hissettiren bir davranışını görmedim. Hep ölçülü, içtenlikli ve saygılıydı. Şiddetle, terörle, yasalara aykırı, suç sayılabilecek herhangi bir işle en küçük ilgisi olmadığına içtenlikle inanıyorum.
Yayıncılık başta olmak üzere kültür alanında, özellikle kültürel çoğulculuğun korunması konusunda yorulmak bilmez bir enerji ile çalıştı. Kültürler arasında bölgesel ve uluslararası ortak çalışmaları desteklemek amacıyla kuruluşuna öncülük ettiği ‘Anadolu Kültür’ bu yaklaşımının güzel örneklerinden biri. Çoğulcu, demokratik bir toplum ve barış içinde bir dünya vizyonuyla çalışan Anadolu Kültür, kar amacı gütmeyen bir kurum olarak önemli etkinliklere hala imza atıyor.
Osman Kavala 3 yıldan bu yana tutuklu. Hakkında açılan bir davadan beraat ediyor, aynı gün daha önce yargılandığı, tutukluluğuna gerek görülmeyen yahut tahliyesine karar verilmiş olunan başka bir dosyadan yeniden tutuklanıyor.
Osman’ın tutukluluğunun ciddiye alınabilecek bir hukuki dayanağı yok. Kasıtla içeride tutulduğu açık. Ama Osman, kültür, barış, demokrasi, çoğulculuk gibi kavramların önemine ve erdemine inanan bir iş insanı. Sürekli siyasal eleştiriler yapan bir muhalif değil. Kültür Bakanlığım sırasında defalarca Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki kültür varlıklarının korunması için önerilerle geldiğini, kaç kez kaynak ve proje yardımı alabilmemiz için ‘Dünya Anıtlar Fonu’ temsilcileriyle görüşmemize yardımcı olduğunu hep minnetle anımsıyorum.
O zaman Osman’ı inatla içeride tutan nedir? Onun üzerinden iş dünyasına korku salındığı, muhalif düşünceleri olabilecek iş insanlarına sürekli hatırda tutulacak bir örnek sergilendiği hemen akla gelen ilk gerekçe.
Ama sanırım mesele bundan ibaret değil. Daha derinde sınıfsal bir öç alma duygusu var. Onun kişiliğinde varlıklılardan, seçkinlerden, entellektüellerden öç alındığını düşünüyorum. Şu anda erki elinde tutanların bütün iktidar ve ihtişamlarına karşın bir türlü sahip oalamadıkları, sahip görünseler de üstlerinde eğreti duran bu vasıfların asıl sahiplerine duydukları bir kıskançlık, hınç, çekememezlik duygusu Osman’ı içeride tutan.
Ahmet Altan ve Selahattin Demirtaş’ın durumları da başka açılardan benzer bir serüvene işaret ediyor. Onları da içeride tutan haklarında ileri sürülen iddialar, suçlamalar değil; baş eğmeyen, susmak bilmeyen, itaat ve biat kavramlarını ayakları altında çiğneyen tutumları.
Bir anlamda, bizim toplumumuzun -binyıllardır otorite altında yaşamaktan- yeterince içselleştiremediği ‘özgür insan’ kimliğini temsil ediyorlar.
Ama özgür insanlar hapiste tutulmakla yok olmuyor, unutulmuyor, kimliklerinden, varlıklarından, değerlerinden bir şey yitirmiyorlar. Tam tersine daha da ünleniyor, anlamlanıyor, tanınmışlıkları artıyor; yüzlerini bile görmemiş dostları çoğalıyor.
Osman Kavala, kültürel mirasın korunmasına yaptığı katkılar nedeniyle daha geçen yıl ‘Avrupa Arkeolojik Miras Ödülü’ne layık görüldü. Özgürlüğe ve çoğulculuğa içtenlikli inancının bir nişanı olarak İnsan Hakları Vakfının ‘Özgür Düşünce Ödülü’nü aldı.
Ahmet Altan hapishanede yazdığı kitaplarıyla dünyanın önde gelen yazarları arasına katıldı. Kitapları dünyanın bütün dillerine çevriliyor. Nazım’ın bir zamanlar şiirleri için “Türkiye’de, Türkçemle yasak” dediği gibi.
Selahattin Demirtaş, tutuk evine genç, iddialı bir siyasetçi olarak girdi. İki öykü kitabı, bir roman yazdı. İçeriden sadece bir siyasetçi olarak değil, aynı zamanda bir kuramcı, düşünür olarak çıkacak.
Onlara benzeyen daha niceleri var kuşkusuz haksız yere içeride tutulan. Durumları bana hep ‘Mevlana’ Celaleddin Rumi’nin o güzel şiirini anımsatıyor:
“Diken içindeler / ama gül gibiler / hapisteler / ama şarap gibiler..
Balçık üstündeler / ama gönül gibiler / simsiyah karanlıktalar / ama sabah gibiler..”
Ya onları haksız, hukuksuz, adaletsiz, merhametsiz yere içeride tutanlar?
Rumi’nin “balçık” diye nitelediği nedir dersiniz?
YORUMLAR