Değerli Hemşehrilerim;
Çocukluğumun ramazanları seksenli doksanlı yıllar gaz lambalarının özellikle mahallelerde yoğun kullanıldığı dönemlerdi. O yıllarda köylere elektrik bağlanmış fakat mahallelerde o imkan yoktu. Aydınlatma ihtiyacı kandil, gaz lambası ve lüks denilen tüplü aydınlatma aletleri ile karşılanıyordu. Kandili gelir düzeyi düşük aileler kullanırken gaz lambası orta kesime hitap ediyor lüks adı üzerinde lükstü. Biz babam Arabistan’da iken gaz lambası ile idare ediyorduk. O izine geldiğinde lükse terfi etmiştik. Salı günleri merkezden ihtiyaç listesine gaz yağı ve lüks gömleği de ekleniyordu.
Ramazan yaklaşmaya başladığında hazırlıklar başlıyor üç beş komşu kadını bir araya geliyor, sac kuruluyor, yokalar( yufka) açılıyor, makarnalar kesiliyordu. Yoka’nın (yufka)açıldığı gün bizim için ayrı bir bayramdı. Şekerli börekler, simitler havada uçarken annelerimizi kızdırınca oklo (oklava) da peşimizden geliyordu. Evlerde muhakkak diyanet takvimi bulunur bir de fırından imsakiye alınır ve üstüne asılırdı.
Orucun uzun olduğu günler biz çocuklar öğlene kadar oruç tutuyorduk. Adı “tekne orucu” idi. İş güç çoktu. Elbette oruçlu çalışmak zor oluyordu. Ama mısırda biçilmeli ve soyulmalıydı. Fındık ayı ise fındıkta toplanmalıydı. Sıcaktan ve yorgunluktan çaktırmadan oruçta bozanlar yok ta değildi hani. Çaktırmadan diyorum çünkü oruç tutamayanlar tutmadıklarını belli etmek istemezdi. Bunu bir ayıp görür ve edep sayarlardı. Kimse yediğini, içtiğini diğerinin gözüne sokmaz ne yapılırsa gizli yapılır tutmayan tutana saygı gösterirdi. Lokantalar genelde kapalı olur açık olanlar ise camlarını gazete kağıtları ile kapatır içerinin görünmesini engellerlerdi. Cami mahyaları renkli ışıklar ile ramazanı karşılıyor ”Hoş geldin Ya Şehri Ramazan” diyorlardı.
Biz mahallede oturduğumuz için ramazan da en büyük zevkimiz pide tatlısı idi. Ulubey’den gelen ile giden ile ramazan pidesi getirtiilir ve bu şerbetlenerek tatlı haline tatlı haline getirilirdi. Ekmek kadayıfının emmioğlu idi bu tatlı. Pidenin üstünde küçük bir etiket ile hangi fırına ait olduğu yazardı. Bize gelen ya Torunoğlu ya da Aktaş etiketli olurdu. Pide de pide idi. Ticari kaygı olmadan çıkarılır katkısı filan da olmazdı. Gece bizi sahura kaldır diye annemize yalvarırdık. O pide tatlısının hayali ile uyurduk. Ayrı bir keyifti bu. Siz hiç mısır övmeci ile iftar açtınız mı? Hey yavrum hey… Mısır ekmeği küzineden sıcak sıcak çıkıyor tereyağı ile karıştırılarak harmanlanıyordu. Yanına da bir tas yoğurt al sana iftar. O da yoksa pancar çorbasında aynı tasa kaşık sallanıyordu.
İftar saati yaklaşırken müthiş bir bekleyiş başlıyor rahmetli Uzun Ömer’in Seyit Onbaşı edası ile patlattığı top sesini dört göz ile bekliyorduk. Ardından Kör Ömer Hoca ya da Cemil Hoca Allahu Ekber der dermez yemeğe kaşığı gömüyorduk. Hiç unutmam bir ramazan Çukur Mahallesinde anneannemdeyim. İftara 30 dakika var ya da yok. Evin arkasında kemreliğin olduğu peyin üstüne çıktım. Çocuklukta var muziplik olsun diye başladım ezan okumaya. Rahmetli Dumano Sami Emmi’min oğlu, can kardeşim rahmetli Kenan’da ezan dinliyor. Beni duyunca bir hışımla ezan okundu diye içeriye giriyor. Sunay yengem orucu açıyor tabi bir müddet sonra Ömer Hoca ezanı okuyunca gerçek ortaya çıkıyor. Bunun üzerine anneannemin peşimden ocaklık eyinşini fırlatmasını tebessümle anıyorum.
Ya Teravih Namazları? Ahmet Babamların evinde toplanılıyor Hocaların İsiin( Hüseyin) Emmi’min arkasında namaza duruluyordu. Biz çocuğuz, feşellikten elimiz başımıza yetmiyor; namazda uzun namazın ortalarında secdede çocuklar kıkırdaşıp güler iken pat diye bir terlik veya süpürge küpüsü( sapı) sırtımızda beliriyordu. Hala anlamadığım herkes secdede iken o süpürge küpüsü(sapı) nasıl iniyordu. Aslında canımız teravihe camiye gitmek istiyordu; orada külahta şeker dağıtılıyordu. Külah derken hani şu mevlit şekerlerinin konulduğu karton külah var ya ondan.
Namaz bitimi gaz lambası ışığında annem Sebahat Abla ile kokla ve mili çıkartıp dantel örüyor; bizde akülü televizyonlarda Münir Özkul ile Engin Günaydın’ın “İbiş ile Memişini” izliyorduk. Hele İsmail Bülbül Hoca yok mu o “Bülbül” kasidesini resmen yaşayarak okuyor, insanın ciğerini söküyor, uhrevi hayata şöyle bir götürüp getiriyordu.
Sabit bir davulcu yoktu. Genelde gençler bir davul kasnağına naylonu geçiriyor, tokmağı eline alan davulculuk yapıyordu. Bahşiş olarak bozuk para veya yumurta veriliyordu. Bizde bir akşam davulumuz yok ne yapalım yağ tenekesinden daha güzel davul mu olur? Almışız elimize bir sopa vura vura güya davul çalıyoruz. Tabi biz vurdukça teneke bu eziliyor garip sesler çıkarıyordu. Birkaç kapıdan yumurta topladık, birkaç kapıda bizi kovdu. Yumurtalar elimde kovulduğumuz kapıdan uzaklaşırken kayıp düştüm. Sağlam bir yumurta bile kalmamıştı. Bir daha da gitmedik zaten.
Büyükler mukabeleye gidiyor, hatim indirme yarışına giriyordu. Fitreler hazırlanıyordu. Genellikle fitre eşi ölmüş ve çocukları ile kalmış kadınlara veriliyordu. Kim sıcak bir kap yemek yaptıysa bir sahanda olsa mutlaka birbirine gönderirdi. Ramazan Bayram’ı dört gözle beklenir ve tatil beldelerine kaçış için değil ramazana yakışır bir biçimde kutlanırdı. Onun içinde ramazan içerisinde bir bayram hazırlığı yapılırdı. Ramazan demek bayramın gelmesi demekti ki bu da ayrı bir heyecandı.
Bugünle eski ramazanları elbette bir kıyaslama yapmayacağım. Bugün birçok imkan fazlasıyla var. Hatta neredeyse oruçlar sanal tutulacak. Yaptığımız her şeyi ben dahil birbirimizin gözüne soktuğumuz günlerdeyiz. Dilimize dolanan ”Ah nerede o eski ramazanlar” demek için değil sadece tatlı bir ramazan nostaljisi olsun diye yazdım.
Bu vesile ile tüm hemşehrilerimin mübarek ramazanını kutluyorum.
SAYGILARIMLA…
YORUMLAR