Değerli Hemşehrilerim;
İletişim, en basit anlamıyla kişiler ve toplumlar arasında duygu, düşünce, bilgi ve haberlerin akla gelebilecek her türlü biçim ve yol ile kişiden kişiye, toplumdan topluma karşılıklı olarak aktarılması, ulaştırılması bir nevi alışveriştir.
Hazan Mevsimi, bende hep bir ayrılık hikayesidir aslında. Hüznün doğaya yansımasıdır. İstemeyerek dalından kopan yaprak, sararıp soluyor aşkına veda busesini verip süzülerek bir sonsuzlukta sallana sallana hiçliğe gidiyor bu mevsimde… Tıpkı insan da yaprak misali hayatının hazanında hiçliğe doğru yol alıyor. Bazen de bir şekilde uzaktan uzağa duygularını aktarıyor, özlemini gideriyor sevdikleri ile…
Bu özlem ve duygu aktarımı yıllar içinde farklı iletişim metodları ile gideriliyordu. Bizim ve bizden büyüklerin iletişimde en büyük yardımcısı idi; mektup ve kartpostallar. Sonra hayatımıza telefon girecekti. Kimi gurbetteki sevdiğine, kimi gurbetten sevdiğine annesine, babasına, sevdiklerine yazıyor özlem gideriyordu. “Sayın Sevgili” ile başlayan edebiyat literatürünü alt üst eden terimler gönül dünyasında hoş bir tat bırakıyor, duyguları al üst ediyordu.
Okullarda Türkçe ve edebiyat derslerinde mektup nasıl yazılır ve telefonda konuşma adabının dersi veriliyor. Ertesi gün, en güzel satırlar sevdiğine yazılıyor, mektup arasına kuru gül konuluyor, gülkurusunda, gül kokulu sevdalar yaşanıyordu.
Zarflanan mektuplar pulları yalanarak yapıştırılıyor hatta bu pullardan koleksiyon yapılıyor, saklanıyor bir sosyalite olarak birbirlerine gösteriliyordu. Mahallenin bıçkın delikanlıları, Fatma Girik, Türkan Şoray, Filiz Akın’a güzel ve alımlı kızları ise Cüneyt Arkın, Tarık Akan ve Kadir İnanır’a mektuplar yazıyor hayal dünyalarını renklendiriyordu.
Yeni yıl, bayram ve özel günlerde itina ile özel kartpostallar seçiliyor, bu bazı zamanlar Müslüm Gürses bazen Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve ya güzel bir manzara resmi bazen de Sibel Can, Hülya Avşar, Bahar Öztan gibi dönemin starları olabiliyor gönderildiği kişi ve duruma göre duyguları yansıtıyordu. O zamanlar postacı geliyor, selam veriyor, herkes ona bakıyor ve merak ediyordu. Bizim postalarımız genelde adresten sonra Temel Hekimoğlu eli ile ve ya Bakkal Mehmet Sönmez eli ile biter oralardan alınırdı.
Köy ve Mahalle bakkalları aynı zamanda PTT şubesi idi. Telefon ile köy bakkalından ya da postaneden aranıyor, numara veriliyor ve öyle bağlanıyordu. Hatta ödemeli bile aranabiliyordu. Bazen araya Adana girebiliyor “Adana çekil aradan!” replikleri hafızlara kazınıyordu. İlerleyen yıllarda telefon evlere giriyor, sokaklarda ise jetonlu telefon ankesörleri yerini alıyordu. Küçük, orta, büyük boy jetonlar kullanılıyor bazen ankesör jetonları yutuyor fiziki şiddete maruz kalıyordu. Ama mektup ve kartpostallar gönülde farklı bir tat oluşturuyordu.
1990’larda Turgut Özal Cumhurbaşkanı olmuş genç bir teğmen yazdığı mektupla buna alışmadığını söylüyor görevinden alınıyordu. Bir mektup kiminin gönlünü kiminin başını yakıyordu. Ülkeler arası diyaloglarda da mektuplar önemli bir yer tutuyordu. 1990’ların sonları gibi internet furyası başlıyor,1997’de ülke cep telefonu ile tanışıyor yazışmalar internet üzerinden Mırc, MSN gibi sosyal olgular ile sağlanıyor ve ya cep telefonu smsleri ile hallediliyordu. Erikson, Samsung, Nokia, Sony vb. gibi markalar bu pazarı işgal etmişlerdi. Ülke 2000’den sonra bu alanda çok hızlı bir şekilde gelişme göstermiş mektuplar ve kartpostallar artık sadece bir nostalji malzemesi olmuştu. Artık derslerden de konu olmaktan çıkmıştı kartpostallar. Zaten kimin resmi konulacaktı ki? Aleyna Tilki, Kerimcan Durmaz gibi garip popüler kültür ürünü tipler çoğalmıştı. 2010’dan sonra internet ve bilgisayar cep telefonları ile birleşiyor televizyonun bile pabucu dama atılıyordu. Git gide gelişen teknoloji ile değerler önemini yitiriyor, garip emojiler türüyor, gül kokusunun ve kurusunun yerini alıyor zoraki ve soğuk mesajlar önemli günlerde gönderiliyor bize resmen sıradanlığımızı yaşatıyordu. Oysa mektuplar özeldi, kişiye özel… Hiç cumaya gitmeyen kardeşlerimizden müthiş ahenkte Cuma, kandil ve bayram mesajları geliyor adeta bütün günahlar silinmiş hissiyatı veriyordu.
Ama gel gör dini bayramlarda soluk bayram beldelerinde alınıyordu. Televizyonlar yerini sosyal medyaya bırakmıştı. Facebook, İnstagram ve Twitter gibi mecralar milyonları buluşturuyor halk kitlelerini topluyordu. Sosyal medya fenomenleri doğuyordu. Bir gün herkes beş dakikalığına şöhret olacak sözü adeta gerçekleşiyordu. Müthiş bir güçtü. Ülke yönetimlerini sallayacak güce ulaşmıştı. Aileler evlerinde bir köşeye çekiliyor kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, aile fertleri birbirini unutuyordu. Elbette güzel tarafları da vardı. Çeşitli platformlar, gruplar kuruluyor yıllarca göremediğin arkadaşlarını, dostlarını buluyor, yeni yüzler yeni değerler ile tanışıyordu insanlar. Ulubeylilerde bu akımda yerini almış “ DÜNDEN BUGÜNE ULUBEY’DE HAYAT”,”ULUBEY TV” ve “ULUBEYLİLER” adı altında gruplaşmış Ulubey’in eski yeni sosyo-ekonomik ve kültürel yapısını bir nebze olsun yaşatmaya çalışıyordu. Dünden Bugüne Ulubeyde Hayat grubu çıtayı aşmış yaptığı yardım çağrısı karşılık bulmuş muhtarlarımızla yaptığı işbirliği ile 238 çocuk giydirmiş 150 ihtiyaç sahibi aileye de yardım kolisi yaptırmıştı. Grupta canlı yayınlarda herakşam Bir mahalle muhtarı mahallesini tanıtıyor Stk temsicileri stk larını anlatıyor hafta sonları müzik programlarıyla renkleniyordu.Bir hareketlilik oluşuyordu.
Haaa postacı mı? O yine geliyor geliyor da ama artık selam vermiyor, herkes ondan kaçıyordu. Çünkü millet bu sefer haciz kağıdı mı banka ekstresi mi gelecek diye veya ne kadar gelecek diye merak ediyordu.
Ulubey ile kalın, iletişimde kalın…
SAYGILARIMLA…
YORUMLAR