Siyasi referansları; akıl, bilgi, teknoloji, hukuk, yönetişim, hak, özgürlük ve barışın temini gibi ilkelerde ve insanlığın gelişme gösterdiği alanlarda aramak yerine, dini ve milli olarak tanımlanan hamasi kavramların esas alınması, genelde coğrafyamızı, özelde de Türkiye’yi son derece tehlikeli bir sürecin eşiğine getirmiştir.
Yaklaşık bir asırdır siyaset üzerinden dayatılan ideolojik, tekçi, ayırımcı söylem ve uygulamaların neden olduğu tarihi bir çöküş yaşıyoruz. Buna rağmen, statükonun korunması ve jakoben anlayışın sürdürülmesi için devletin imkanları ve bütün güçleri seferber edilmekte, tehdit, baskı, ihraçlar, gözaltılar, tutuklamalar, kanunsuz uygulamalar ile toplum sindirilmeye, korkutulmaya, susturulmaya çalışılmaktadır.
Devlet, bütün kurumlarıyla can çekişirken İktidar; zorbalık, otoriterizm, dini ve milli hamaset ile zaman kazanmaya çalışmaktadır. Milliliğin ve diniliğin yanlışlığı bir tarafa, dini ve milli söylemlerin siyasi ayrışma, bölünme ve kutuplaşmaya bu kadar yol açtığı yakın bir dönem bilmiyorum. Savaş dışında iktidarlarının sürdürülebilir olmadığını gören siyasi yöneticilerin, Türkiye’yi bir felakete doğru sürüklediğini fark etmemek için gerçekten kör ve sağır olmak gerekir!.
Çok açıktır ki iktidar partisinin müttefikleriyle birlikte zorbalık ve inatla oluşturduğu “Tek Adam Sistemi” tamamıyla çökmüş, yasalarla ve sağduyu ile yönetilebilir olmaktan çıkmıştır. Aklın ve idrakin sınırlarını aşarak yasa dışı ve gayri meşru yollarla, mafyavari yöntemlerle iktidarın korunmasına çalışılmaktadır. Daha açık bir ifade ile mevcut sistem; hukuki, ahlaki, politik ve ekonomik olarak iflas etmiştir. Hiçbir yöntem, mevcut sistemi artık ayakta tutmaya yetmeyecektir. Sadece siyasette değil, devlet içinde büyük kırılmaların yaşanacağı kaygısı, toplumun her kesiminde ortak kanaat olarak yayılmakta olduğu açıkça gözlemlenmektedir.
Bu nedenle olsa gerek, toplumda yeni siyaset arayışları ve yeni oluşum iddiaları bir umut, ilgi ve heyecan uyandırmaktadır. Bu ilginin partilere veya yeni bir partiye olmadığını, talebin iktidar alternatifi olabilecek bir parti veya Erdoğan alternatifi bir lider arayışı da olmadığını, mevcut statükoyu değiştirerek büyük yıkımların önüne geçecek siyasi bir çözüm beklentisi olduğunu bilmek gerekir.
Ne yazık ki, beklentilere cevap verecek somut bir yapılanma henüz söz konusu değildir ancak partileşmesi beklenen çalışmaların, oluşumların yeni siyaset paradigmaları, hedefleri, vizyon ve kadroları toplumda merak uyandırdığını ifade etmeliyim.
Bu bağlamda, yeni siyasetin referansları da kaçınılmaz olarak tartışılmaya başlanmıştır. Ben de bu konuda kişisel kanaatlerimi paylaşmak istiyorum:
Müslümanların modern çağı ıskalanmasına da neden olan ve günümüzde de ısrarla sürdürülmeye çalışılan doğma ve kutsallarla şekillenmiş bir siyasetin, yaşanan bunca acı tecrübeye rağmen yeni siyaset için referans olarak düşünülmesi ihtimali dahi endişe vericidir. Siyasetin odağına akletme, doğru ve yenilenebilir bilgi edinme ve geleceği medeniyet değerleriyle inşa etmek yerine kutsallara, geçmişe sığınmak veya “İslam” diye tanımlanan referanslara dolaylı-dolaysız vurgu yapmak, var olan kaos ve istikrarsızlığı daha çok derinleştireceği kesindir.
“Halife-Ulu’l-Emir” gibi tarihi meşruiyet referansları ile modern çağın “Ümmetçilik, İslamcılık, İslam Kardeşliği, İslam Birliği” gibi İslamlaştırılan, meşruiyeti İslam’a dayandırılan politik, ideolojik iddiaların, tarih boyunca Müslüman yöneticilerin halk üzerinde kurduğu egemenlik ve güç devşirme araçları olduğunun altını çizmek istiyorum.
Günümüzde sesli ifade edilmese de Türkiye dâhil, istisnasız her Müslüman ülkede aynı istismarın, bağnazlığın farklı biçimlerde de olsa siyasal, sosyal ve din alanında en yoğun biçimde yaşandığına şahitlik etmekteyiz. Bu anlayışın ülkemizde neden olduğu istikrarsızlık, belirsizlik, yoksulluk, zorbalık, hukuksuzluk, keyfilik, ayırımcılık, talan ve yağma henüz sıcaklığını korurken aynı referansların yeni siyaset için tartışılıyor olmasını ibret ve dehşetle izliyorum.
Oysa tarih/geçmiş ders almak için önemlidir. Müslüman dünyasının birçok alanda olduğu gibi bu yönüyle de ders almadığı, yaşadığımız olaylardan anlıyoruz. Siyaset alanında “Müslümanlık” iddiası, davası olan partilerin, cemaatlerin, neredeyse her grubun “halife-ulu’l emir veya imam” gibi siyasi önderliği dine dayandıran anlayışları vardır. Ülkemizde bir değil birkaç örnek gösterilebilir. Oysa bu anlayışın sonuçları, gelecek tasavvurumuzu yerle bir etmiştir.
Gerçekten de siyaset ve yönetimde İslam referansları vurgusu, iddiası veya talebi soyut ifadelerin ötesine geçmemektedir. İddia sahiplerine sormak istiyorum:
Hz. Ömer’den (r.a) sonra, günümüz siyaset ve yönetim sistemine taşınacak hangi referanslar vardır?
Müslümanlık tarihi boyunca, günümüze model olabilecek hangi siyasal sistemden söz edilebilir?
Kendi döneminde başarılı kabul edilse de, günümüze model olabilecek hangi hukuk sistemini örnek alabiliriz?
Çağımıza referans alınabilecek ve tarihte başarıyla uygulanmış İslam referanslı ekonomik ve sosyal projeler nelerdir?
Dini farklılıkları korumak ve özgürce yaşanır kılmak için uygulanmış hangi tarihsel modeli çağımız için referans almalıyız? Bir öneriniz var mı?
Biz Müslümanlar arasında hala yaygın olan cinsiyet/kadın-erkek ayırımını ve kadına yönelik şiddeti ortadan kaldıracak geçmişin siyasal/yönetim uygulamalarının hangisi İslam referansı olarak kabul edilebilir?
İyi bir yönetişim ve yönetilenin haklarıyla yönetim sistemine dâhil olabilmesi için geçmişten günümüze örnek olacak uygulanmış referanslar var mıdır?
Müslümanlık tarihi boyunca, çoğulculuk, özgürlük, barış, adalet, hak ve hürriyetlerin güvencesi olmuş bir yönetim maddeli hiç gerçekleşmiş midir? Hz. Ömer (r) sonrası dönemler için bir örnek verilebilir mi?
“Kardeşlik projesi” kapsamında Müslümanlar arasında barışın tesis edildiği bir dönem olmuş mudur? Sünni-Şii ayrışması bir tarafa, sadece Sünniler veya Şiiler kendi aralarında bir “kardeşlik” ve “barış” tesis edebilmişler midir?
Soruları çoğaltmak mümkündür. Önemli olan; bu ve benzer sorular üzerinde düşünmeyi, sorgulamayı, yüzleşmeyi ve ders almayı başarmaktır.!
“İslam referansı” iddiasıyla Kur’an’ın özünden ve ruhundan koparılarak siyasal alana taşınan “Ümmet-Millet-Hilafet ve Emir’ül-Müminin” kavramlarının günümüze kadar siyasette/yönetimde nasıl bir zorbalık tesis ettiği, birlik ve beraberlik yerine nifaka, bölünmeye, dağılmaya ve çatışmalara yol açtığı gerçeği ortada iken, aynı taleplerin bazı çevrelerce “Yeni Siyaset” için dillendirilmesi, sadece çağdışılık değil, ‘İslam dışılık’ olduğu da unutulmamalıdır.
Yine Kur’an’ın, iman’da evrensel kardeşliği ifade eden “Müminler kardeştir” buyruğunu siyasal alana “İslam kardeşliği” olarak taşıyan anlayışın sebep olduğu ayrışmalar, kutuplaşmalar, düşmanlıklar ve savaşlar hala devam ederken, kardeşliğin referans olarak alınmasını talep etmek politik ve ideolojik dinbazlık değil de nedir? Müslümanların Din’de bile kardeşliğini sağlayamayan bu iddianın siyasal proje olarak sunulması ve siyaset/yönetim için bir referans olarak görülmesi, geçmişten günümüze trajikomik bir iddia olmaktan öteye geçememiştir.
İslam referansları olarak sunulan kavramların, anlamından saptırılarak istismar edilmesi, kirletilmesi; din tacirlerine, siyasetçilere, din adamlarına çıkar sağladığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmışken, bu çevrelere yeniden imkan ve fırsat tanınması ülkemiz, halkımız için olduğu kadar İslam ve insanlık için de yapılacak en büyük kötülük, hatta ihanet olacaktır.!
Gerçek şudur; Müslümanlık İslam değildir. Adalet, hak-hukukun gözetildiği, adil paylaşım ve eşitliğin sağlandığı, insanlık onurunun korunduğu, çeşitliliğin, farklılığın doğal seyrettiği, ayırımcılığın ilkel sayıldığı, doğaya, çevreye, hayvan haklarına saygı duyulduğu, İnsanların can, mal, hak ve özgürlükleriyle güvende olduğu herhangi bir yer, toplum veya ülkede bir tek Müslüman yaşamasa dahi ‘İslam’ var ve yaşanıyor demektir.
Bunların olmadığı yer, toplum ve ülkelerde, nüfusun tamamı Müslüman dahi olsa ‘İslam’ yoktur ve yaşanmıyor demektir. Buralarda ancak İslamsız bir Müslümanlığın varlığından, hâkimiyetinden söz edilebilir. Bu bağlamda İslam referanslarıyla Müslümanlık referansları tamamıyla ayrı ve farklıdır.
Zulmün, savaşların, terörün, yağma ve talanın, ayırımcılık ve şiddetin egemen olduğu coğrafyamızda Müslümanların ve Müslümanlığın olmadığını iddia etmek nasıl mümkün değilse, böyle bir coğrafyada İslam’ın toplumsal, siyasal alanda varlığından söz etmek de mümkün değildir. Bu yöndeki iddialar politik, ideolojik, dincilik veya cehalet, gaflet, dalalet ve hamasettir.!
Bu durumda yeni siyasete yönelik referans arayışlarının ‘İslam’ için değil, kurulu Müslümanlık/dinbazlık düzeni için olduğu gayet açıktır. Parti değiştirmek veya siyaset yapmak için referans gerekçelerine sığınmak isteyenlerin amacı; kurulu düzenlerini muhafaza ederek (muhafazakârlık) yeni dönemde de aktör ve etkin olmayı sürdürmek içindir.
İhtiyacımız olan sivil ve yeni siyasetin, bu çevrelerin referans taleplerini ciddiye almamaları gerektiğini açıkça öneriyorum. Adalet, liyakat, hürriyet, ayırımcılığı ortadan kaldıracak eşitlik, insanlık onuru gereği insanca yaşama hakkı, haklarıyla farklılıkların korunması gibi ilkelerin referans alınması durumunda İslam’ın da referans alınmış olacağı kesindir.
Din tacirlerinin, din istismarcılarının, dinden beslenenlerin, din ile makam, konum, servet edinenlerin aradığı referansların “İslam” olarak sunulması, bir düzenbazlık ve dinbazlık gereğidir, asla dikkate alınmamalı ve itibar edilmemelidir.
Dini ve milli hamasetten, ideolojik ve kimlik siyasetinden ve militarizmden uzak, makuliyeti, hakkaniyeti, liyakati, sivilleşmeyi esas alması durumunda yeni siyasetin/yeni oluşumlarn ülkemize, siyasete ve topluma elbette büyük yararları olacaktır.
Yeni dönemde siyasal referanslar mutlaka ‘evrensel ilkeler’ olmalıdır.! Bu ilkelerle ancak medeni bir ülke olmak, medenileşmek, hukukun teminatı ile haklarımızla özgürce yaşayacağımız yurdumuzda insanlıkla buluşmak mümkün olacaktır.!
Gelecek tasavvuru oluşturmayan bir siyaset, zamanın ruhunu kavrayamaz, geçmişin hikâyelerinde, kavgalarında ve hayalinde boğulmaya mahkûm olur. Unutmayınız, Müslümanların itibarı da bu ilkelerdedir.!
YORUMLAR