Olumsuz her olay ve her felaket sonrası başlayan tartışmalar, İktidar ve ortaklarının öfke, tehdit ve baskısıyla sonlandırılmaya, unutturulmaya çalışılmaktadır. Olup bitenlerin nedenlerini tartışmaya açmadan, olayların gerçek yüzünü kamuoyundan gizleyerek hakikatlerin anlaşılmasına engel olunmaktadır.
Siyasetin hamaset, mübalağa ve algı oluşturma yönleri olsa da gerçekleri örtmek, saptırmak veya yalanlarla değiştirmek gibi bir yönü/rolü yoktur. En azından bu yönüyle bir meşruiyeti ve haklılığı yoktur.
Esas itibariyle siyaset; faziletli, erdemli, ahlaklı, bilgili ve güvenilir insanların ilgi alanına girmektedir. Bu tanımı ütopik görenler olacaktır ancak olması gerekenin bu anlayış olduğu unutulmamalıdır.
Siyasetçilerin kendi görüşlerini doğrulayacak kanıtlara ve verileri itibar etmesi yadırganmaz ancak muhaliflerin kanıtlarını ve ortaya koydukları verileri görmezden gelmeleri, medeni siyaset anlayışı ile bağdaşmaz.
Siyaset alanında hiçbir fikir kutsal, tartışılmaz ve eleştirilmez değildir. Aksine siyasetin gelişmesi, yenilenmesi, doğru istikamete yönelmesi, toplumsal yarar sağlaması için tartışma ve eleştiri olmazsa olmaz bir ihtiyaç ve gerekliliktir.
Siyasette “Birlik” arayışı otoriter, totaliter, itaatçı, biatçı, köleci anlayışların ürünüdür. Siyasi unsurların sadece birbirleriyle değil, kendi içinde de tartışma ve eleştiriye açık olması gelişmenin ve verimliğin gereğidir.
Lügat-i Nâcî'’de yer alan ve Namık Kemâ’el atfedilen ''Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar” ifadesi sanırım yeterince meramımı açıklamaktadır.
Gerçekten de “şimşek dediğimiz o göz alıcı parıltı; bulutla yer arasında, bulutla başka bir bulut arasında veya bir bulutun kendi içinde elektrik yüklerinin akışmasından, çatışmasıyla” doğması bizler için muhteşem bir aydınlanma ufku açmaktadır.
“Müsademe”, yani fikirleri çatıştırmayı sadece felsefe konusu yapmak, onu da karanlık dehlizlere hapsetmek; geleceğimiz karartmaya yetmiştir. Oysa “müsademe” (çatıştırmak) sadece Felsefe için değil, eğitim, araştırma ve özellikle de siyaset için zorunlu bir ilkedir.
Medeni bir toplum ve ileri bir ülke olmanın yolu da “müsademe” ile yani farklı görüşleri yüzleştirmek, sorgulamak, çatıştırmakla ancak mümkündür.
Ne yazık ki bizim siyaset ve toplum anlayışımız “Birlik” ve “İtaat” esaslarına dayanmaktadır. Bunun sonucu olarak da “totaliter”, “tekçi”, “lider” ve “tek adam” sultası kaçınılmaz hale gelmektedir.
Bu anlayışın tahripkâr sonuçlarını neredeyse her olay sonrası yaşıyoruz. Yıkıcı ve ölümcül yangınların yaşandığı ülkemizde mevcut iktidarın takındığı tutum gerçekten akıl sağlığımızı bozmaktadır.
Sanki dünyada yıllardır “iklim krizi” hiç tartışılmamış gibi ülkemizi kasıp kavuran yangınların, “kundaklama” gibi bireysel veya örgütsel nedenlere ortaya çıktığı algısı oluşturulmak istenmektedir. Bu doğru da olsa, hazırlıksız yakalanmanın mazeretini oluşturmaz.
Bununla da yetinmeyip bir çatışma ortamı yaratılmaya çalışılması anlaşılır bir durum değildir.
Yangınların nedeni ne olursa olsun, iklim krizinin dikkate alınmaması, bu yönde temel politikaların geliştirilmemiş olması, ihtiyaç duyulan araç ve gereçlerin olmaması ve etkili bir müdahalede bulunulmaması tamamıyla iktidarın ihmalinden kaynaklanmaktadır.
İktidara siyasi sorumluluğunu hatırlatmak, ihmalini sorgulamak, alınmışsa hangi önlemlerin alındığını sormak neden “ihanet” olsun?
Bunları sormayacaksa, sorgulamayacaksa muhalefet partileri neden vardır ve ne işe yararlar?
Muhtemel afet ve felaketler için iktidarın hangi önlemler aldığını millet adına kim soracak? İktidarı dokunulmaz, sorgulanmaz, eleştirilmez kılan nedir? Bu nasıl bir zihniyet?
Neredeyse yanmayan veya yakılmayan ormanımız, işgal edilmeyen kıyılarımız, gasp edilmeyen sahillerimiz, talan edilmeyen kaynaklarımız kalmadı.
Bunları sorgulamak için “hain!”, “düşman!”, “bölücü!”, “terörist!” olmak mı gerekiyor? Değilse bu ne öfke, bu ne husumet, bu ne celal? Bu ithamları, suçlamaları muhalefete yöneltmek siyaset ve ahlak adına kabul edilemez buluyorum
İktidarın benzer tahripkâr ve doğa düşmanlığı ülkenin her yerinde kendini göstermektedir. İlgili uzmanlar tarafından yörenin ekolojik sistemine zarar vereceği ısrarla belirtilmesine rağmen, Rize-İkizdere ilçesinde hayata geçirilmeye çalışılan HES projesinden vaz geçilmemiştir.
Oysa "Proje sonucu vadide su kaybolacak, kalan sular kirlenecek, tarım ve hayvancılık tehlike altında kalacaktır. Projenin yaratacağı tahribat, Cevizlik ve Gürdere köylülerini bölgede yaşayamayacak hale getireceği” bilinmektedir.
Kadınlar başta olmak üzere yöre halkının yoğun tepkisi ve onurlu direnişine rağmen projede ısrar edilmesinin nedenlerini sorgulamayacak mıyız? Bu itirazların iktidar için hiçbir önem ve değer taşımaması, siyaset adına büyük bir kusur ve eksikliktir.
Akdeniz bölgesinde ormandan kent merkezine doğru yayılan yangında, sorumluluğu Belediye Başkanlarına yüklemek de ne demek? Orman Bakanlığı niye var, diye sormayalım mı?
Sosyal medya aracılığıyla uluslararası yardım çağrısında bulana sanatçıların “Help Turkey” paylaşımı için “Türkiye’yi aşağıladıkları” gerekçesiyle haklarında soruşturma açılmasını ve iktidar tarafından “hain” ilan edilmelerinin siyaset adına makul bir gerekçesi olabilir mi?
“Gözaltına alınanlar arasında aile yakınlarından birisinin PKK ile ilişkili olduğu” söylemine karşı ise, bir cevap bulmaya aklım, bilgim, kalemim, siyasi tecrübem kifayetsiz kalmaktadır!
Her devlette mutlaka iktidar vardır, muhalefet ise demokraside ancak var olabilir. Demokratik muhalefetin olmadığı hiçbir toplum ve devlette demokrasinin kırıntılarından dahi söz edilemez.
Demokrasinin askıya alınmasına itiraz etmemenin hazin sonunu yaşıyoruz. Başta muhalefet partileri olmak üzer toplum olarak hepimiz bu tepkisizliğin sorumlusuyuz.
Türkiye gibi geri kalmış üçüncü dünya ülkelerinin neden ilerlemediği, neden devamlı krizlerle boğuştuğunu anlamak için İktidar politikalarına ve totaliter tutumuna bakmak yeterlidir. Kendileri dışında herkes “vatan haini”, herkes “düşman”, herkes “Batı işbirlikçisi” veya “Terör sevici” olarak damgalanmaktadır.
Böyle bir anlayış ile yönetilen bir ülkenin ilerlemesi, kalkınması, uluslararası itibar görmesi mümkün olabilir mi?
Böyle bir ülkede barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük tesis edile bilir mi?
Muhalefetsiz, müsademesiz, eleştirisiz, itirazsız, tenkitsiz ilerlemiş dünyanın bir tek ülkesi yoktur, olmaz, o-la-maz da!
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR