Erdem, Türkçe’de ahlaki bir terim olan fazilet kelimesi yerine kullanılır. Sözlükte “Ahlakın övdüğü, iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet” anlamına gelmektedir.
İslâm düşünce tarihinde erdem, “yaygın olarak hikmet, şecaat, iffet ve adalet gibi dört merkezî kavram üzerinden ifade edilir. Bunlar her türlü aşırılıktan korunmuş ideal bir insanın tutum ve davranışlarını özetleyen” kavramlardır.
Buna göre erdemli olmak; insani değerlere sahip olmak, onları korumak ve onları yüceltmektir.
Siyaset ve erdem ilişkisi kurulduğunda kuşkusuz ilk akla gelen Medineti'l-Fazile (erdemli şehir) adlı eseriyle Farabi’dir. Farabi, erdemi “en yüksek mutluluğa ulaşmanın bir aracı” sayar. Ancak mutluluğa ulaşmanın yolunu da siyaset ilmine bağlar.
O, siyaset ilmini “insanın elde etmesi gereken mükemmelliğin ne ve nasıl olduğunu, bu mükemmelliği elde etmesini sağlayacak şeylerin ve insanın bu mükemmelliğe ulaşmasına engel olan şeylerin neler olduğunu bildiren ve ayırt eden ilim” şeklinde tanımlar.*
Aristoteles'ten sonra, İkinci Öğretmen (Muallimü's-Sani) olarak anılan Farabi, siyaset felsefesini de şehir, ahlak, mutluluk ve erdem (fazilet) kavramlarına dayandırmakta ve şehirleri de “Erdemli şehir ve erdemli olmayan şehir olarak ikiye ayırmaktadır.
Biz, bunu erdemli olan ve erdemli olmayan ülkeler veya toplumlar olarak da ayırabiliriz. Çünkü bu tasnif, halkın ahlaki davranışları, siyasal düzenin yapısı ve yöneticilerin uygulamalarına göre yapılmaktadır.
Bir toplumun, şehrin veya ülkenin medeni olup olmaması siyaset anlayışına ve uygulamalarına göre şekillenmektedir.
Çünkü siyasette esas olan ahlak ve adalettir. Siyasetin amacı, hukuka dayalı bir siyasal düzen kurmak, adil bir yönetim oluşturmak, erdemli yöneticiler ve ahlaklı bir toplumun oluşması için de gerekli alt yapı tesis etmektir.
Farabi, “hukuk ve eşitlik” olmadan erdemli bir toplum, “adalet yönetimi” olmadan da erdemli bir ülke olmayacağını da şöyle açıklar:
“Erdemli şehirde adalet, her şeyden önce halkın ortak olduğu iyi şeylerin hepsinin arasında paylaştırılması, sonra da paylaştırılan şeylerin korunmasıyla olur. Bu iyi ve ortak olan şeyler güven, servet, şeref ve rütbedir. Halktan her birisinin, hak ettiğinde eşit bir ölçüde, bu iyi şeylerden birer payı vardır. Bu dağıtımda eksiklik veya fazlalık adaletsizlik olur.”
Siyaset felsefesinin temeline erdem ve mutluluğu alan Farabi, siyaset ile ahlakı birbirinden ayırmaz. Ona göre siyaset, ahlakın pratik yönüdür. Dürüst-doğru-güvenilir-adil olmak siyasetçi için bir zorunluluktur. Buna göre bir siyasetçinin “Ahlâk ve erdem sahibi bir insan” olması gerekmez mi?
Günümüzde, özellikle de ülkemizde politikayı, “inandırıcı yalanlar sanatı”, politikacıyı da “inandırıcı yalanları en iyi söyleyebilen ve bu işi kendisine meslek edinen kişi ve kişiler olarak” tarif edenlerden ve öyle görenlerden ahlak, fazilet, yani erdem beklemek mümkün mü?
Esas olarak politikacıların erdemli olup olmadığı, politikacıya duyulan güven ölçüsünden anlamak mümkündür. Halk, politikacılara güveniyor mu, güvenmiyor mu? Önemli olan budur
Güvenmediği politikacıya oy vermek de halkın erdem seviyesini gösterir. Yalancı, erdem sahibi olamayacağına göre yalana ve yalancıya itibar edenleri “erdemli” tanımlamak doğru olur mu?
Yalan söyleyen politikacılar kadar yalana teşne olmuş bir toplum, bir şehir ve bir ülke faziletli, ahlaklı ve erdemli tanımlanabilir mi?
Herkese ancak özellikle bir dinleri var diye,
camiye, Cuma’ya, umreye, türbeye gidiyorlar diye,
kandillerde, mevlitlerde, açılışlarda, yemek sofralarında topluca dua ediyorlar diye,
meydanlarda, mitinglerde “Allah Allah” bağırıyorlar diye politikacıları ve kendilerini ahlaklı görenlere siyaset-erdem ve adaletin bu olmadığını hatırlatmak istedim.
Kişisel olarak kanaatimi belirtmek isterim ki en başta yöneticilerin ve siyasetçilerin siyasal erdem sahibi olmaları gerektiğine inanıyorum.
İlimsiz, bilgisiz ve erdemsiz siyasetçiler her ülke için ancak felakete neden olurlar.
Genel olarak da herkes kendi işinde, bulunduğu ortamda, davranışlarında erdemli hareket ettiğinde toplum da şehir de ülke de medeni standartlara ulaşır, barış ve adalet tesis edilir ve sorunlar da büyük ölçüde çözülür.
--
**Felsefe Dünyası 2008/1 Sayı: 47
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR