Yaklaşık bir yıldan beridir artarak devam eden siyasal şiddet olaylarından kaygı duyduğumu ifade etmeliyim. Parti yöneticileri, genel başkanlar düzeyinde siyasetçilerin, gazeteci ve yazarların siyasal şiddete maruz kalmalarını sıradan olaylar olarak görmemiz doğru değildir.
Asırlardır aralıklı da olsa şiddet sarmalında karanlığa mahkûm edilmişiz. Yakın tarihimiz ise kanlı çatışmalarla hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Türkiye halkı olarak siyasal şiddetin yabancısı değiliz, defalarca siyasal şiddetin acılarını yaşadık, nice canlar feda ettik, ağır bedeller ödedik. Ne yazık ki yaşananlardan ders çıkardığımız söylenemez!
Bunun acı tecrübelerini geçmişte defalarca yaşayan bir ülke olarak, muhtemel gelişmeleri hayal dahi etmeyi istemeyiz. 12 Eylül 1980 Cunta hatırlatmasına gerek yok, bir benzerinin gerçekleşmesini de mevcut koşullarda mümkün görmüyorum ancak post-modern müdahalelerle bugün de aynı sonuçları yaşamadığımızı inkâr edebilir miyiz?
Bugün uygulanan hukuksuz, keyfi ve zorba politikaları bizlere “cunta” yönetimlerini, OHAL uygulamalarını yeniden hatırlatması son derece üzücü ve şaşırtıcıdır.
Onlarca gazetecinin, yazar ve aydının, düşünce suçlusunun ve siyasetçinin ceza evlerinde tutulduğu, bazıları hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararlarına rağmen serbest bırakılmamalarını hukuk ve İnsan Hakları açısından izah etmek mümkün müdür?
KHK ile cezalandırılan binlerce insanın ceza evlerinde yaşadıkları, 12 Eylül zindanlarından çok mu farklı? İnkarı ve gizlenmesi mümkün olmayan işkence ve şiddetin alenileştiği bir ortamdan söz ediyoruz..!
Geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz ki siyasette radikalleşme, cepheleşme ve düşmanlık kaçınılmaz olarak şiddeti doğurur. Ülkemizde aşırı sağ ve ırkçılık ile dinbaz-milliyetçi siyasetin eğilimi şiddeti teşvik yönünde kendini göstermeye başladığını ifade etmeliyim.
Söz konusu sokak saldırılarının amacı yeni bir cunta yönetimine zemin hazırlamak olduğunu düşünmüyorum, bu konudaki darbe tartışmalarını da maksatlı görüyorum. Darbeye gerek duyulmadan şiddeti kutsayan, teşvik eden bir siyasal hegemonya oluşmuş durumda.!
Kanaatime göre siyasal şiddetle yapılmak istenen de; statükoyu ve siyasal hegemonyayı korumak, “Tek Adam Sistemi” ve ceberut yönetimi tahkim etmek, sisteme yönelik itiraz ve eleştirileri önlemek, şiddet ve tedhiş ile aydınları, gazeteci ve yazarları, siyasetçileri ve muhalif kesimleri sindirmektir..!
Siyasal alana organize çeteler sürülünce, artık sözün, sağduyunun, makuliyetin hükmü sona erer, siyaset de, siyasi rekabet de biter. Böyle bakınca, saldırılardan maksadın hâsıl olduğu anlaşılacaktır!
Siyasal şiddeti, bütün boyutlarıyla değerlendirip dersler ve çözümler bulmak zorundayız. Geleneksel ilkel şiddetin aksine siyasal şiddette “mühendislik” aranır. Çünkü her şey planlanmış ve sonuçları öngörülmüştür.
Amacı ve hedefi belirlenmiş bu planın stratejik olduğu algısı topluma bilinçli olarak sunulur. Korku, endişe, sindirme ve geri çekilme sağlanarak toplum etkisizleştirilir.
Bir askeri cunta söz konusu olmasa da artık üçüncü dünya ülkeleriyle aynı statüde değerlendiriliyoruz. Toplumsal açıdan ise travmaların yaşandığı artık bir sır değildir.
Saldırıların kime ve kimler tarafından yapılmasından çok daha önemli olan; şiddetin bazı yöneticiler ve politikacılar tarafından desteklenerek toplumda taraftar bulmasının başarılmış olmasıdır.
En az bunun kadar önemli olan bir husus da; siyasetçilerin şiddet üreten üslup ve dilleridir. Siyasetçilerin sert ve nefret dili, toplumu önce ayrıştırır, kutuplaştırır, sonra da düşmanlaştırır ve çatıştırır.
Siyasi partilerin birbirlerini rakip değil, düşman olarak görmeleri şiddeti besleyen nedenlerin başında gelir. Türkiye’de iktidar ve muhalefet arasında yaşananlar tam da budur. Rakibini “vatana ihanet”, “Teröre destek”, “Terörle işbirliği” gibi siyasetin doğasına aykırı, tamamıyla yargının konusu olan iddialarla itham etmek, suçlu ilan etmek, yandaşlar arasında çatışmayı körükleyen en önemli nedenlerdendir.!
Rakibini düşman gibi göstermek, sadece rakibi etkisizleştirmekle kalmaz, siyaseti işlevsiz hale getireceği gibi, toplum nezdinde siyaseti zararlı, yıkıcı, bölücü bir faaliyet haline getirir. Böyle bir durumda siyaset çözüm olmaktan çıkar, sorunun kendisi olur.
Bu eğilimden vazgeçilmemesi durumunda, mafya ve sokak çetelerinin siyaset veya yönetim tarafından himaye edilmesi, siyasetin de, yönetimin de meşruiyetini ortadan kaldırır. Kanunlar yerine zorbalar hâkimiyeti oluşur. Sivil ve siyasal yöntemler çözüm olmaktan çıkar ve ülke kaosa sürüklenir.
Bugün yaşananları da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Saldırıların siyasi mülahazalarla yapıldığından kuşku yoktur. Siyasal şiddeti çetelerle, organize gruplarla meşrulaştıran yöneticiler, siyasetçiler ve kamu görevlileri hukuk karşısında suçlu duruma düşmüşlerdir.
Olup-bitenleri, dünyanın izlemediğini ve habersiz olduğunu mu sanıyoruz? Hiç de öyle değil, ülke olarak irtifa ve itibar kaybetmeye devam ettiğimizi bilelim.
Siyasette eleştirel söze karşı şiddet kabul edilemez ve en ağır şekilde cezalandırılması gerekir. Müsamaha gösterilmesi durumunda, geçmişin acılarını yeniden yaşamak mukadderdir!
Siyasal şiddeti alkışlayanlara Konfüçyüs’ün şu veciz sözünü hatırlatmak isterim: “Bir sivrisinek testislerinize konduğu zaman, Şiddetin tek çözüm yolu olmadığını anlarsınız.”
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR