Bir yönetim sistemini, muasır yönetim ilkelerine göre tanımlamak, değerlendirmek yerine vazgeçilmez ve değiştirilemez bir rejime dönüştürmek ancak çağdışı bir anlayış ve istibdatla mümkün olabilir.
Böyle bir yönetimin şeriat, saltanat, monarşi, cumhuriyet veya demokrasi olarak tanımlanması gerçeği değiştirmez. Adil, çoğulcu ve muasır olmayan her yönetim “gerici” olarak tanımlanmaktadır.
Örneğin, uygulamaya bakılmaksızın cumhuriyeti yüceltenlere Romalı Stoacı filozof (MÖ.4- MS.65) Seneca’nın şu tanımını hatırlatmak isterim:
''Cumhuriyet, ilim ve ahlakın, adalet ve faziletin iktidarıdır. Bunların fiilen yaşanmadığı yerlerde şekil ve iddia ne olursa olsun cumhuriyet yoktur.''
Cumhuriyet, sanıldığı gibi Fransız ihtilali sonrası modern devletlerle ortaya çıkmış bir yönetim sistemi değildir. Fransız İhtilali (1789) ile ortaya çıkan modern ulus devletlerdir.
Ulus devletler yeniydi ancak cumhuriyet yeni bir rejim değildi.
Bir krallık olarak kurulan Roma, MÖ. 510 yılında senato tarafından yönetilen bir cumhuriyete dönüşmüştü. Cumhuriyet olarak yaklaşık 500 yıl hüküm sürdükten sonra Roma İmparatorluğuna dönüşmüştür.
Jul Sezar'ın (MÖ: 44) savaş şartlarında kendine verilen üstün yetkileri kötüye kullanarak cumhuriyeti feshedip kendisini imparator ilan ettiği, tarih kaynaklarında belirtilmektedir.
Fransız ihtilalinden sonra başlayan modernleşme hareketi, cumhuriyet ve demokrasi ile yol almıştır.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları ve faşizmin ağır tahribatlarına rağmen Batı ve Kuzey Avrupa’da demokrasi arayışları hiç kesintiye uğramadan yenilenerek ve gelişerek devam etti. Böylece ileri, muasır ve medeni ülkelere dönüştüler.
Sadece cumhuriyetle yola devam edenler ise biçimsel olarak modernleşirken siyasal sorunlarını çözmedikleri için medeni ülkeler arasında yer alamadılar.
Bizim coğrafyamızda ise cumhuriyet; Rusya-Kuzey Kore, İran-Mısır- Suriye-Irak-Libya gibi diktatörlükler biçiminde veya Türkiye gibi tekçi ve etnik temelde şekillendi.
Buna rağmen cumhuriyetin modernleşmeye yol açmadığını elbette söyleyemeyiz. Ancak bu devletlerin muasırlaşmadığı, özgürleşmediği ve ileri ülkeler arasında yer almadığı gerçeği ortadadır.
Bu durumda cumhuriyet ve demokrasi ilişkisi veya aralarındaki farkı görmemiz gerekmez mi?
Birçok ülkede de cumhuriyet ve cumhuriyet ideolojisi üzerinden dine dayalı bir istibdat yönetimi oluşturulmaktadır. İran’da olduğu gibi adına da “İslam cumhuriyeti” denilmektedir.
Esas olarak yüceltilmesi ve kutsanması gereken: hak-hukuk-iş güvencesi, eşitlik, özgürlük, refah, kalkınma, adalet, medeniyet gibi ilkeler mi?
Yoksa kutsanması gereken cumhuriyet, devlet, etnik ve coğrafi aidiyet mi?
Kutsanarak, tabulaştırılarak veya dinselleştirilerek yüceltilen yönetimler, çözüm yerine sorun üretirler.
Türkiye’nin cumhuriyet projesini bir modernleşme olarak tanımlamak elbette doğrudur ancak ülkeyi muasırlaştırdığını ve ileri ülkeler seviyesine taşıdığını iddia etmeyi hiç de inandırıcı bulmuyorum.
“Devletin bekası” gerekçesiyle askeri müdahalelerle ve TSK vesayeti ile sürdürülen bir yönetimin demokratikleşmesi zaten mümkün değildir.
Esas sorun; buna rağmen devletin “demokratik-laik ve hukuk devleti” olarak tanımlanmasıdır.
Bu tanımlamanın istismar ve hamasetle söz konusu ilkeleri özünden saptırdığını ve medeniyet ilkleri olarak anlaşılmasını engellediğini düşünüyorum.
Oysa demokrasi; çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü bir sistemin adıdır.
Laiklik; öncelikle devletin din konusunda tarafsız, dinlere müdahale etmediği ve farklı din ve inanç gruplarının birbirine müdahale etmesine imkân vermediği ve her kesimin inançlarını ve dini hayatını özgürce yaşadığı bir sistemin güvencesidir.
Hukuk ise devleti sınırlamak, herkese ve her kesime farklılıkları ve haklarıyla güvence olmak ve adaleti tesis etmek içindir.
Bu ilkelerin hayat bulmadığı ülkelerde siyasal rejimlerin cumhuriyet olması, bu ülkelerin medeni ve muasır olduğu anlamına gelmez. Siyasal düzenleri cumhuriyet olduğu halde yönetimleri otoriter ve uygulamaları istibdat olan birçok devlet vardır.
Her kral, sultan veya şah zalim olarak düşünülemez. Çünkü istibdat rejimleri sadece saltanat, krallık ve şahlıkla ortaya çıkmaz. Özellikle modern çağda istibdat; bizim coğrafyada olduğu gibi cumhuriyet ve demokrasi iddiasıyla da ortaya çıkmaktadır.
İktidarların seçimle belirlenmesi ve parlamentonun olması cumhuriyetin temel ilkelerinden biridir, çok da önemlidir. Halkın oy kullanma hakkının olması, yönetimde pay sahibi ve az da olsa etkin olması küçümsenemez.
Ancak ülkemizde olduğu gibi parlamentonun işlevsiz, yürütmenin de denetim dışında kalması durumunda halkın seçimlere katılması, istibdatı önlemek için yeterli değildir.
Çünkü istibdat, demokrasi ve hukuk devleti önünde en büyük engeldir. Bu nedenle mevcut sistem ve yönetim anlayışıyla ülkemizin demokratikleşmesini ve muasırlaşmasını mümkün görmüyorum.
Demokrasiye, çoğulculuğa, hukukun üstünlüğüne direnerek muasırlaşmak da itibarlı büyük devlet olmak da mümkün değildir.
Muasırlaşmak ve büyük devlet olmak da çoğulcu-özgürlükçü demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile mümkündür.
Temel sorunlarımızın çözümü ve muasırlaşmamız adaletli, katılımcı ve çoğulcu bir siyasal yönetimden geçtiğine inanıyorum.
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR