Türkiye’nin; Erdoğan-Bahçeli ikilisinin derin mutabakatı ve “Cumhur İttifakı” adıyla başlayan siyasal ve ideolojik birlikteliğin sonucu olarak, demokrasi ve hukuk devleti istikametinden saparak totaliter bir parti devletine dönüştüğüne tanıklık ediyoruz.
Başlangıçta, partiler arasında bir ittifak olarak değerlendirilen bu birleşmenin, zamanla çok kapsamlı bir “devlet projesi” olarak hayata geçirildiği anlaşıldı. Avrupa Birliği Üyeliği başta olmak üzere Batılılaşma, demokratikleşme ve muasırlaşma projeleri bir tarafa bırakılarak Doğu’ya doğru yayılmacı bir rota/istikamet çizdiği ortaya çıktı.
AK Parti’nin “İslam birliği, kardeşlik, ümmetçilik, ümmet liderliği” gibi hayali hedefleri ve emperyal Neo-Osmanlıcılık politikaları büyük bir hezimetle sonuçlanınca, iktidarını korumak karşılığında MHP’nin “Kızıl Elma ve Turan Ülküsü” hedeflerine uygun ortak bir ideolojik payda oluşturuldu.
Türk-İslam sentezi temelinde “Türklük-milliyetçilik-muhafazakârlık ve dinbazlık” karışımı gerçeklikten uzak bir siyasal sistem inşa edilmeye başlandı. Siyaset bilimi açısından tanımlanamayan ve dünyada bir örneği olmayan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kuruldu.
Böylece Türkiye, fikri alt yapısı ve siyasi temeli olmayan, paradigma ve vizyondan yoksun, kimliksiz, çağdışı yeni bir siyasal sisteme geçmiş oldu.
Bütün bunlar, 15 Temmuz Darbe girişimi bahane edilerek hukuk ve demokrasinin yok edilmesiyle hayata geçirildi. Gerçekten de bu dönüşüm ile Türkiye, demokrasi ve hukuk ile bağlarını tamamıyla kesmiş oldu.
Bu durumu, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu şöyle tanımlamaktadır: “2017 referandumuyla birlikte Türkiye, demokrasiyle bağlantısını tamamen koparmıştır. Bu tür özelliklere sahip rejimlerde, anayasanın etkin ve bağlayıcı olma özelliği geri plana atıldığı vakit, bunun ortaya çıkardığı boşluğu keyfi şekilde hareket eden yürütme dolduruyor. Hükümetin nerede bittiği, devletin nerede başladığı, oradaki sınır bulanıklaşıyor. Devlet ve hükümet ilişkisinin muğlaklaşması, sınırın yok oluşu, devlet aygıtlarının parti aygıtına dönüşmesi, onunla birlikte anayasal takıyyenin gelişmesi, kurumsal yapıların ciddi erozyona uğraması ya da ortadan kaldırılmasını beraberinde getiriyor.”
Tam da böyle oldu. OHAL ve KHK ile milyonlarca insan işinden, görevinden uzaklaştırıldı, on binlerce insan tutuklandı, yasadışı olarak kayımlar atandı, ehliyetsiz ve liyakatsiz bürokratlarla kurumlar çökertildi, keyfi uygulamalarla anayasa ve yasalar çiğnendi, siyaset ve siyasetçiler etkisizleştirildi, Kürt siyasetçiler mahkûm edildi, toplum kutuplaştırıldı ve böylece “Tek Adam” yönetim sistemi ile devlet raydan çıkarıldı.
Sistemin mimarlarını ve mühendislerini bilmiyorum ancak güvencesi ve teminatı Devlet Bahçeli ve MHP olan bu ucube sistem; Cumhurbaşkanı ve partisi tarafından “değer” adına her ne varsa istismar edilerek cansiperane bir şekilde savunulmuştur. Uğruna sadece demokrasi, hukuk, hak ve hürriyetler feda edilmekle yetinilmedi, ülkenin yağmalanmasına, talan edilmesine, soyulmasına göz yumuldu.
Kuşkusuz kamu soygunu ve talan, devletin/siyasal iktidarın en azından bilgisi içinde gerçekleştiğinden kuşku duymak fanteziye kaçar. Sadi-i Şirazi ne güzel demiş: “Hükümdar yol vermeden, eşkıya kervan basamaz…”
Anlaşıldığı kadarıyla söz konusu değişim ve dönüşüm “Tek Adam” yönetim modeliyle de sınırlı değildir. Türkiye’nin geleceğinde Erdoğan olsun veya olmasın, derin ittifakın hedefinde “otokratik diktatörlük” sistemi olduğu açıktır. Cumhur İttifakı’nın, “Yeni Anayasa” çalışmalarının da “otokratik diktatörlük” sistemini kurumsallaştırmaya yönelik olması kuvvetle muhtemeldir.
Bundan daha vahim olanı; toplumsal yozlaşma ve çürümedir. Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne ve Tek Adam yönetimine en büyük desteği toplum vermiştir. Aydın, yazar ve demokratik muhalefetin toplum desteği ile baskı altına alınması, korkutulması, sindirilmesi, ağır cezalara çarptırılması ile de “Tek Adam Sistemi”, adım adım, alıştırılarak, kanıksatılarak egemen kılındı.
Milli-dini hamaset, Diyanet-Cemaat-Tarikat ittifakı, kardeşlik-birlik ve beraberlik edebiyatı ve iç-dış düşman tehdidiyle oluşturulan algı sonucu neredeyse toplumun artık %50’si (yüzde ellisi) tarafından bu ceberut yönetim kanıksanır oldu.
Geleceğimizi tehdit eden; mevcut sistem kadar, zulmü, keyfiliği kanıksayan söz konusu bu toplumsal zihniyettir. Alışkanlığın tehlikesine dikkat çeken Lev Tolstoy, “hele bir de etrafındaki herkes bunları kabul etmişse, hayatta insanın alışamadığı hiçbir koşul yoktur” der. Bu nedenle yeni koşullara da hazırlıklı olmalıyız.
Kuşkusuz yozlaşmanın, çürümüşlüğün tek nedeni toplum değil, siyaset aracılığıyla hazine kaynaklarını talan eden sözde iş adamları, politikacılar, aracılar, komisyoncular, hırsızlar, soyguncular, tefeciler ve benzeri kesimlerin tamamı bu yozlaşmanın en etkin unsurlarıdır.
Ortaya çıkan devlet içindeki çeteleşme ve yasadışı ilişkiler çürümüşlüğe örnek verilebilir. Söz konusu gelişmeler, devlet-mafya ilişkisinden ibaret değildir. Bu ilişiklerin derinliği, kirliliği ve yaygınlığı zaten bilinmekteydi. Esas çürümüşlük ve yozlaşma gelişmeler karşısında siyasal iktidarın yaklaşımında gizlidir.
Bu olayların bir benzeri, medeniyetten azıcık nasibini almış dünyanın herhangi bir ülkesinde söz konusu olsaydı, savcılar harekete geçer, siyasal iktidar hiç tereddüt etmeden istifa ederdi veya toplumsal muhalefet ile istifa etmek zorunda kalırdı.
Bu gelişmeler karşısında iktidarın pişkinliği, umursamazlığı kadar siyasi çevrelerin yeterince tepki koymaması ve toplumun duyarsız kalması çürümüşlüğün ve çöküşün boyutlarını göstermeye kâfidir.
Çeteler dâhil politikacıların, ilgili bürokratların “vatanseverlik” limanına sığınmaları son derece düşündürücüdür. Kirli ilişkilerin vatanperverlik, milliyetçilik, Müslümanlık iddialarıyla meşrulaştırılması, bir devletin geleceği için tehlike değil de nedir?
Mike Marqusee, “derler ki, vatanseverlik alçakların tutunduğu son sığınaktır. Biraz çaldın mı, seni hapse atarlar, çok çalarsan seni kral yaparlar.”
Esas itibariyle gelişmelere şaşırmamak gerekir. Çürümüş bir sistem, çökmüş bir siyasal düzen, kirlenmiş bir siyaset, zorba bir yönetim ve yozlaşmış bir toplum ancak vatansever! çetelerin himayesinde yol alır!
Çözüm; elbette eski hal değil, ancak yeni hal de değildir. Türkiye’nin, siyasi rotasını yeniden demokrasi, hukuk devleti ve muasır medeniyete çevirmesi gerekir. Bunun için de yeni bir siyaset anlayışına, demokrasi ve adalet vizyonuna ihtiyaç vardır. Aksi halde yıkım; sadece siyasal sistemin çöküşüyle kalmaz, devlet de tehlikeye girer.
Abdulbaki Erdoğmuş
19-05-2021
YORUMLAR