Şiddet Karşı Şiddeti Meşrulaştırır!
Reklam
Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Şiddet Karşı Şiddeti Meşrulaştırır!

16 Ağustos 2020 - 11:27


Şiddet, adaletin tesisinde meşru, bazen de gereklidir. Bu nedenle Adaleti sembolize eden “Terazi”,  hakların dengeli şekilde dağıtılmasını, “Kitap”, hukuku ve hukuka uygunluğu, “Kılıç” ise adalete uyulmaması durumunda zorla adaletin icra edileceğini anlatır. Bu durumda kılıç, adalete karşı gelenlere yönelik uygulanacak şiddetin meşruluğunu da göstermektedir.
Bu bağlamda meşru şiddetin gerekçesi mutlaka adaletin tesisi veya adaletsizliğe karşı olmak zorundadır. Hangi gerekçe ile olursa olsun şiddet, adaletin silahı olmaktan çıktığında gayr-i meşru bir silaha döneceğini belirtmek istiyorum.
Adalet tesisi dışında her türlü şiddet, karşı şiddeti de besler ve toplum nezdinde meşrulaştırır. Adaletsiz yönetimlere karşı Terörün dahi bir hak arama yöntemi olarak kabul görmesi bu nedenledir. Özellikle küresel işgallere, vahşet ve yıkıma karşı “Terör” dışında karşılık imkanı bulamayan toplumlarda, meşruiyeti olmasa da “işgal terörüne karşı terör” ile karşılık vermek büyük ölçüde toplumsal kabul görmektedir.!
 Toplumsal kabul, sadece işgale maruz kalan kesimler için değil, şiddet uygulayan devletlerin, modern silahlarla başvurdukları savaş, terör, katliam, hatta soykırımların dahi kabul gördüğü gerçeği ortadadır. Bunun en belirgin örneklerini insanlık olarak hep birlikte görüyoruz.
Az bir kitle dışında ABD vatandaşlarının ABD’nin Ortadoğu’da işlediği katliam ve yıkımı sorguladığını söyleyebilir miyiz? Aynı soru, İngiltere, Rusya ve diğer kamuoyları için de geçerlidir.
Vicdan sahibi Yahudiler dışında İsrail vahşetini bütün Yahudilerin sorguladığını iddia edebilir miyiz? Şiddet politikalarını savunan partilerin devamlı iktidar olması, Filistin halkına yönelik katliam ve yıkımın İsrail toplumu (çoğunluk) tarafından meşru görüldüğünü açıkça göstermektedir.
Başkalarını sorgularken dönüp kendimize bakıyorum. Bizler farklı mıyız?
Farklı olsaydık Türkiye’nin Suriye’de, Irak’ta, Libya’da işlenen katliamlarda rol almasını sorgulamamız gerekmez mi? Bütün bu ülkelerde terör örgütleriyle, yağmacılarla işbirliği yapılması bir utanç değil midir? Türkiye’nin Ortadoğu’nun yıkımında, yakılmasında, parçalanmasında ve yağmalanmasında büyük pay sahibi olmasından neden utanç duymuyoruz ve İktidarı sorgulamıyoruz?
Sadece dışarda değil, içerde de şiddetin suç ortakları değil miyiz? Bu coğrafyanın özünü oluşturan Süryaniler, Keldaniler ve diğerleri neredeler? Mallarını, miraslarını paymal ederken onlara uygulanan şiddeti hiç düşündük mü?
 40 yıldır Kürtlere yönelik şiddet uygulamalarını sorgulayabiliyor muyuz? Bölgenin bombalara, füze ve roketlere maruz kalmayan bir tek yerleşim yeri kaldı mı? Bombalanmayan tek bir dağ, yakılmayan orman, zarar görmeyen insan kaldı mı? Tarihi SUR kenti ve CİZRE yıkımı bir tarafa, yıkımın altında kalan çocuk, genç, yaşlı, kadın hangi meşru gerekçe ile öldü?
40 yıldır, asker, güvenlik görevlisi, örgüt militanı, sivil-resmi öldürülen 50 bin gence yazık değil mi? Bu kadar yıkım ve cinayetin gerekçesi adalet olabilir mi? Vicdan ehli dışında hangi toplumsal kesim, olup bitenleri sorguluyor? Dindarlar mı? Laikler mi? Solcular, Sağcılar, Demokratlar, İslamcılar mı? Hangileri ve hangimiz?
Peki, PKK’yi gereği gibi sorgulayabiliyor muyuz? SUR ve CİZRE başta olmak üzere birçok tarihi ve kimlik kentlerimizin yıkımında payı ve rolü yok mudur? Adaletsizliğe karşı şiddetin uluslararası meşruiyeti olsa da terör eylemleri meşru olabilir mi? Öldürülen bunca insanın, yakılan, yıkılan yerlerin, viran olmuş yurtların, bombalanan, kurşunlanan masum çocukların hakkını, hukukunu sorabiliyor muyuz?
Hangi sebeple olursa olsun çocuk yaşta gençleri örgüt saflarına katmak, silahlandırmak, çatışmalara dâhil etmek insanlık vicdanıyla bağdaşır mı? Uluslararası hukuka ve insanlık değerlerine aykırı değil mi? Bu sorgulamayı adalet ve vicdan temelinde en başta Kürt aydınlarının ve Kürt siyasetçilerinin yapması gerekmez mi? Bilmeliyiz ki, sorgulanmayan şiddet, daha büyük yıkımlara yol açar!
Ne yazık ki hiçbir tarafın şiddet politikasını sorgulayamıyoruz. Çünkü sorgulamanın en sıradan bedeli taraflarca “hain” ilan edilmektir. Ayrıca Kürtlere yönelik inkârcı, ayırımcı, ırkçı uygulamaları sorgulamayanların PKK şiddetini sorgulamaları ne kadar inandırıcı olabilir ki?
12 Eylül döneminin Mamak ve Diyarbakır cezaevlerindeki işkenceleri, binlerce faili meçhul cinayetleri, Başbağlar katliamını, Bingöl yolunda otobüsten indirilip acımasızca öldürülen silahsız askerleri, Gezi ve Gazi Osman Paşa olayları, Suruç ve Ankara Garda patlayan bombaları, Roboski katliamı gibi karanlık olayları sorgulamayanların PKK’yi sorgulamaları yeterli olur mu? Sorgulansa dahi Kürtlerde karşılık buluyor mu?
Şengal ve Rojava’da katliam düzenleyen, Ezidi kadınlarını kurdukları köle pazarlarında cariye olarak satan DAİŞ ve diğer çetelerin saldırısına maruz kalan Kobani için “Kobani düştü düşecek” diye “zafer müjdesi” verenleri sorgulamadan Suriye’de PKK varlığını sorgulamanın kıymeti harbiyesi olur mu?
Vahşet ve barbarlığına rağmen DAİŞ’e milyonlarca insanın destek verdiğini biliyor muyuz? DAİŞ ve destekçilerinin kustuğu bu nefretin, öfke ve intikam duygularının arka planını hiç sorguladık mı? “Terör Örgütü” demekle yetinmenin akıl ve siyasetle ilgisi var mı?
Güncelliğini koruyan ve can yakan sorunlardan biri olarak, KHK ve OHAL ile mağdur edilen on binlerce birlikte yaşadığımız insanımızın hakkını hukukunu savunabiliyor muyuz?
“Askeri öğrencilerden, polis memurundan, öğretmenden, esnaftan, ev hanımı, memur ve işçiden darbeci olur mu” diye sorguluyor muyuz? Bu uygulamaların şiddet içerdiğini ve bu nedenle de karşı şiddet doğurabileceğini hiç düşündük mü? Soruları ve sorgulama gerekçelerini çoğaltmak mümkündür..!
En vahim olanı da, dini ve milli hamaset ile hipnotize edilmiş bir toplum olarak şiddeti kanıksar hale geldik. Masum insanlara yönelik şiddete, katliamlara, bebek ölümlerine dahi tepki veremez derecede uyuşturulduğumuzun artık farkına varmamız gerekir!..
Türkiye’nin “Yurtta Savaş, Cihanda Savaş!” merkezli şiddet politikalarının, yurtta ve dünyada nasıl bir felakete yol açacağını bilmek için dinbaz ve milliyetçi olmamak yeterlidir.!
Şiddet karşıtlığı bir erdemdir. Kimden ve hangi taraftan gelirse gelsin şiddeti reddederek ancak bu erdeme ulaşılır. Hakkı, hukuku ve adaleti yüceltelim ki, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik şiddetle birlikte tarihe gömülsün. Çözüm ve hayır ancak sulhtadır.!
Abdulbaki Erdoğmuş


Bu yazı 1471 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum