Tarih boyunca toplumlar en çok politika-din ve fütuhatla aldatılmaktadır. Nesiller, yüz yıllar, nice varlık ve kaynaklar bu amaçla heba edilmiştir. Savaşlar, yıkım ve göçler, yoksulluk ve yoksunluk gibi ağır bedeller bu amaçlar uğruna ödenmiştir.
Milyonlarca insan sırf bu nedenle öldürülmüş, katliamlar, soykırımlar yapılmış, köyler, kasabalar, şehirler, devletler, imparatorluklar, medeniyetler yıkılmıştır.
Egemenlik, güç ve servet hırsı yakmayı, yıkmayı, öldürmeyi, katliamı, yağmalamayı, sömürmeyi din ve politika ile meşrulaştırır. Adalet olmadıkça siyasal sistemler, yönetimler ve yasalar da egemenlere hizmet eder.
Şahlık, hanlık, padişahlık, krallık, sultanlık, emirlik, başkanlık gibi güç temsilcileri, imparatorluklar ve devletler de hep bu amaçla oluşmuş egemenlik kurumlarıdır.
Bu oluşumları belirleyen araçların başında siyaset-ekonomi-ordu ve din gelmektedir. Bu bağlamda sermaye sahipleri, politikacılar, silahlı kuvvetler ve din adamları arasında iş birliği olmadan kurulan veya kuruluşunu sürdüren bir siyasal düzen olmamıştır.
Bütün bunlar halka rağmen halk için yapılır! Halkı üretim ve tüketim aracı yapmak için halk adına yönetimler oluşturulur. En zorba yönetimler ve en zalimce uygulamalar dahi politikacılar ve din adamları marifetiyle meşrulaştırılır.
Din ve siyaset gibi modern çağda ideolojiler ve terör de egemenliğin araçları oldular. Devleti yönetenler ulusal egemenlik veya egemenliği uluslararası alana taşımak için modern ordular kurarak, kara, hava, deniz hatta uzay hakimiyeti için yeni teknolojiler geliştirerek yıkıcı savaşlara hazırlanmaktadır. Başvurdukları çok yönlü terör, katliamlar ve soykırımlar dahi savaş kapsamında değerlendirilmektedir.
Devlet gibi güçlü bir organizasyondan mahrum olan gruplar ve ideolojik örgütler de daha çok yoksullardan oluşturdukları militanlarla yöntem olarak terörü ve araçlarını seçerek egemenlik kurmaya çalışırlar.
Böylece egemenlik için devlet organizasyonu olarak kurulan ordularla ve ağır silahlarla yapılan mücadelenin adı Savaş, örgütlü ancak düzensiz eylemlerle verilen mücadelenin adı da Terör olarak tanımlanmaktadır.
Peter Ustınov, bu durumu şöyle tanımlamıştır: “Yoksulların savaşına terör, zenginlerin terörüne savaş denir."
Ne yazık ki savaşa da teröre de halktan milyonlarca insanın destek verdiği bilinmektedir.
Benzer bir örnek Büyük İskender üzerinden verilmektedir:
“Büyük İskender döneminde, Ege'de birisi gemisi ile korsanlık yapıyormuş. İskender’in askerleri tarafından yakalanır ve Büyük İskender'in huzuruna götürülür.
İskender; sen hangi cesaretle benim sularımda korsanlık yapıyorsun, bu ne küstahlık!" der.
Adam da "Sayın İskender, seni imparator beni de korsan yapan filikalarımızın sayısıdır. Senin filikan fazla olduğu için imparatorsun, benim filikam bir tane olduğu için korsanım" diye cevap verir.
Savaş ile terör ve imparator ile korsan arasında bir yakınlık olduğu yeterince anlaşılmaktadır.
Hükümran ve egemen olanlar savaşla “devleti ve halkı korumayı”, egemenlik kurmak isteyen örgütler de terörle “halkı kurtarmayı” amaç edindiklerini iddia ederler. Oysa iki kesim için de halk, yönetilmek için gereklidir.
Buna göre halkı koruma veya kurtarma iddiası ne kadar gerçekçidir?
Oysa savaş ve terörün de en ağır bedelini toplum/halk ödemektedir.
Egemenlerin halk için mücadeleleri daha çok politika ve din üzerinden yürütülür. Ancak halk ile ortak paydaları olan fütuhat /ekonomik beklentiler de her iki tarafın da zımni mutabakatıyla din ve politika iddiasında saklıdır.
Din ve siyaset sivil-bağımsız-şeffaf olduğu sürece insanlığın ve toplumların yararınadır. Devletler, yöneticiler veya örgütlerin egemenliği için araçsallaştırıldığında her ikisi de sömürü ve savaş/terör aracına dönüşür.
Bu durumda savaş da terör de halkın/insanlığın yararına değildir.
Şeyh Sâdî Şirazî ne güzel özetlemiş:
"Be-merdî ki mülk-i ser-â-ser zemîn
Neyrezed ki hûnî çeked ber zemîn"
(Baştan başa bütün dünya, bir damla kanın yere dökülmesine değmez.) (şehriyar)
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR