Kanaatime göre 21. Yüz yılda etnik-sınıfsal-dini-la dini silahlı hiçbir örgütün ve şiddetin egemenlere hizmet dışında toplumsal bir yararı yoktur. Bu nedenle meşruiyeti de söz konusu olamaz.
Şiddet artık modern devletlerin tekelindedir. Modern devlet, ölüm kusan silahları, düzenli ordusu, operasyonel timleri, polis ve milisleri ile bir bütün olarak şiddeti yönlendirebilmektedir. Gerektiğinde hukuk ve siyaset dahil sivil gücünü de şiddetin araçları olarak kullanmaktadır.
Ulus devletlerin tamamı benzer politikalar ve stratejiler uygulamaktadır.
İnsanlarımızı silahlı mücadeleye zorlayan, din-cihad, hak ve özgürlük mücadeleleri için şiddeti bir yöntem olarak dayatan, gençlerimizi silahlandırıp örgütleyen de ne yazık ki küresel güçler ve onların işbirlikçisi ulus devletlerin kendileridir.
Böyle devasa bir güce karşı küresel himaye olmadan mücadele etmek mümkün değildir. Himayeye mecbur olanın inisiyatif kullanma imkânı da doğal olarak mümkün olmaz.
Ayrıca modern devletin araçlarıyla savaşanlar asla bir halkı özgürleştiremezler. Gıdası şiddet olanların varlığı da şiddetle mümkündür. Bu durumda savaşın kazananı halk ve hak olmayacaktır.
Şiddet, sadece öldürmüyor, yakıp yıkmıyor. Şiddet, uygulayıcılarını canavarlaştırıyor. Taraflar birbirlerini “yok edilmesi gereken düşmanlar” olarak görüyor. Taraflar, şiddete boyun eğmeyen halkı da “hain” olarak tanımlıyor ve “pasif düşman” sınıfında konumlandırıyor.
Bu durumda modern devlet de hukuku/yasaları ve halkın haklarını ihlal etmeyi yönetimin bekası için zorunlu görüyor. Artık halkın insanlık onuru, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenliği, sosyal yaşamı şiddet politikalarına kolayca feda edilebiliyor.
Örgütlerle savaş stratejisini, yoğunluk derecesini, zamanlamasını, süresini belirleyen de modern devletin kendisidir.
Bu uygulamaları yaklaşık kırk yıldır Türkiye’de devletin yönetim politikalarında ve PKK uygulamalarında görüyoruz. En kötüsü de toplum olarak bu politikaları ve uygulamaları kanıksamış durumdayız.
Oysa 40 yıldır devam eden kirli savaşın ağır bedelini ülkemiz ve insanlarımız ödüyor. PKK sadece bir gerekçe ve neden. Esas olan, otoriter ve ceberut sistemin bekasıdır.
Ulusa/millil talebi olmayan ve bunu her fırsatta açıklayan bir örgüt üzerinden Kürtleri “bölücülük” ve “ayrılıkçılıkla” suçlamak, modern devletin ‘mühendislik projesi’ ve stratejik/politik bir tezgahı değil midir?
Peki, PKK’nin bu strateji dışında kaldığını iddia etmek gerçekçi olur mu?
Millî mücadele vermeyen bir örgütü “halkın temsilcisi”, liderini de “halkın önderi” olarak tanımlamak Türkiye dışında dünyanın neresinde kabul görmüştür?
Yeryüzünde iradesini tek kişiye bağlayarak özgürleşen bir halk var mıdır?
PKK, Türkiye için bir tehdit unsuru olmaktan çıkmasına rağmen hem içerde hem de sınır ötesi operasyonlar için bir gerekçe ve neden oluşturmaya devam etmektedir. Nedenini sorgulamamız gerekmez mi?
PKK gerekçe yapılarak Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürtlerin ve diğer farklı unsurların hak ve özgürlük talepleri baskılanmakta, nitelikli kadrolar bürokrasi ve üniversitelerden uzaklaştırılmakta, yüzlerce Kürt siyasetçi, aydın, yazar ve sanatçı cezalandırılmaktadır.
Kürtleri silahlı mücadeleye yöneltenlerin, hak talepleri için şiddeti bir yöntem olarak dayatanların küresel tezgâhtan ve ceberut sistemin sinsi planlarından habersiz olmaları düşünülemez.
Bu tezgâhın bir tarafında devlet/siyasal sistem varsa, diğer tarafta da PKK vardır.
Biliyoruz ki PKK, başlangıçta “Bağımsız Kürdistan” hedefiyle silahlı Kürt hareketi olarak ortaya çıkmış olsa da zaman içerisinde evirilip anti-Kürdistan bir harekete dönüşmüştür.
En azından “Kürdistan” iddiasından vaz geçtiği, en üst seviyede defalarca ifade edilmiştir.
Cemil Bayık "PKK Türk demokrasi hareketinin motorudur. Türkiye halkını Apo kadar, PKK kadar düşünen ne bir parti ne bir önder daha yoktur" diyerek bu gerçeğin altını çimiştir.
Sormak gerekmez mi?
“Madem Kürdistan veya federasyon iddianız yok, neden silahlı mücadeleyi sürdürüyorsunuz? Kimlerle ve niçin savaşıyorsunuz?”
“Türk demokrasi hareketi” için neden Kürtler ölüyor?
Demokrasi mücadelesi için silahlı mücadele meşru mudur?
Kişisel olarak meşru görmüyorum ancak meşru kabul edilse dahi bunun mücadelesi neden sadece Kürtlere düşmektedir? Türkler niye bu silahlı mücadele içinde yer almıyor?
“Bağımsız Kürdistan” mücadelesinin uluslararası bir meşruiyeti olduğu bilinmektedir. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülke tarafından PKK’nin “Terör Örgütü” olarak tanımlanmamasının nedeni de buydu.
Zira bir ulusun başka bir ulus tarafından boyunduruk altına alınması, kimliği, tarihi, dil, kültür ve kendi kendini yönetmek gibi hakları yok sayılması durumunda şiddete başvurması bazı ülkeler tarafından meşru görülmektedir.
PKK’nin ulusal ve milli bir talebi olmadığına göre silahlı mücadelesi neden meşru kabul edilsin?
Kürdistan iddiası kalmayan PKK’nin, silahlı varlığının bir gerekçesi de meşruiyeti de kalmaz. Peki, silahlı varlığını sürdürmekte neden ısrar ediyor?
TSK’nin Irak ve Suriye’deki varlığına uluslararası meşruiyet kazandıran PKK olduğuna göre, varlığını sürdürmesinin nedeni de bu mudur?
Türkiye’nin otoriter rejimini ayakta tutmak, Koruculuk ve iş birliği sistemini ve OHAL koşullarını sürekli kılmak, demokratik-sivil çoğulculuğu ve özgür siyaseti önlemek ve TSK’nin (Türk Silahlı Kuvvetleri) Irak ve Suriye’deki varlığına gerekçe olmak gibi dolaylı-dolaysız katkıları olan PKK’nin Kürtler ve Kürdistan için nasıl bir yararı olabilir?
21. yüzyılın hak ve özgürlük mücadelelerinde şiddet ve silahın seçilmesi bir toplum için sadece yıkım ve yok oluştur.
Devletin ceberut sistemini ve PKK’yi sorgulamaktan ve yüzleşmekten korkuyor olabiliriz ancak kendimizle ve şiddetle yüzleşmekten korkmanın bir mazereti yoktur.
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR