Özgürlük bilinci olmayan toplumlar, korkuyu bir yaşam tarzı ve kültür olarak kanıksarlar. Gösterdikleri cesaret, şecaat ve kahramanlıkların kaynağı da sadakat ve itaattir. Bunun da temelinde yine korku yatar.
Tanrı’dan korkar, dini veya dünyevi liderinden korkar, kaybetmekten, dışlanmaktan korkar, toplumsal ve mahalle baskısından korkar. Bu korku ile köleleşir; insanlık karakterini yitirir, kabilesiz, bağlantısız, bağımsız, cemaatsiz, partisiz kalmayı ve birey olmayı “sürüden ayrılmış” bir koyun gibi görür.
Oysa en önemli ve onurlu cesaret ‘birey’ olmaktır. Özgürleşmeyi önce ‘birey’ olmakta, sonra da ‘özgür toplum’ olmakta görenler ve bunun için çabalayanlar ancak insanlıkta farklılaşmaya, yani medenileşmeye başlarlar.
Özgürleşerek kişilik ve karakterleri şekillenenler, toplumsal özgürleşme için de sorumluluk almaya başlarlar. Özgür insan; cesur insandır. Çünkü, kendisi olmayı başarmıştır. İrade sahibidir, düşünmekten, konuşmaktan, eleştirmekten, itiraz etmekten, hakkı söylemekten korkmaz.
Shakespeare, bize de örnek olacak şekilde korkaklığı şöyle ifade eder:
İnsanların çoğu düşünmekten korkar, sorumluluk getirdiği için.
Konuşmaktan korkar, eleştirilmeye sebep olacağı için.
Duygularını ifade etmekten korkar, reddedilmekten korktuğu için.
Sevmekten korkar, kaybetmekten korktuğu için.
Sevilmekten korkar, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Yaşlanmaktan korkar, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkar, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkar, aslında yaşamayı bilmediği için.
-
Öğrenilmiş korkaklığı, Eduardu Galeanu’un verdiği şu örneğe benzetiyorum
“Günün birinde sabahleyin bize bir kobay verdiler. Kobayı kafes içinde getirdiler eve. Öğleyin kafesin kapısını açtım.
Eve geceleyin döndüğümde kobayı aynen bıraktığım gibi buldum: Kafesin içinde, parmaklığa yumulmuş, özgürlük korkusuyla titriyordu. (Kucaklaşmanın Kitabı)
Belki de bizim korkaklığımızın nedeni, Bernard Shaw’un tanımladığı korkudur. Bernard Shaw şöyle der: Özgürlük sorumluluk getirir, insanların çoğunun özgürlükten korkması bundandır.
İtaatin, köleliğin, yoksulluğun, yolsuzluğun, talan ve yağmanın, ayırımcılık ve zulmün kanıksandığı bir toplumda hak-hukuk-adalet-özgürlük arayışı bir ayrışma ve dışlanma nedeni olarak görülmeye başlar. Toplum bu ilkelerle yüzleşmekten, tanışmaktan korkar hale gelir.
Tıpkı “kobay”’ın özgürlükten korktuğu gibi biz de adalet, hürriyet, eşitlik, hukuk ve barıştan korkar hale geldik. Bu nedenle de sorumluluk almaktan da korkuyoruz.
Yönetenler ve yönetilenlerin ortak paydası; hukuksuzluk, haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk ve usulsüzlük olunca eleştiri ve uyarılar “ihanet” ve “düşmanlık” olarak algılanır. Çoğunluğun mutabakatı da “haksızlık” üzerinde sağlanmış olur. Günümüzde toplumsal tablomuz, özellikle siyasal alan da bu durumdadır.
Bu tablo karşısında korkmak mazur görüle bilir mi?
Öneriler, tavsiyeler, uyarılar daha çok bu yöndedir. Ülkeyi yönetenlerin adaletsiz uygulamaları dikkate alındığında, bu önerilerin anlamsız olmadığı açıktır. Yöneticilerin tutumu da bu kaygıları haklı kılmaktadır. Gerçekten de “etrafını her dediklerine 'evet' diyen dalkavuklarla dolduranlar, fikrini dürüstçe söyleyen adamı hain zanneder.”
Ülkenin durumu dikkate alındığında ise sorumluluktan kaçmamak gerektiği ortadadır. Sorumluluk bilinci taşıyanların; halkın, yoksulun, mahrumun, ezilenin, hakları ihlal edilenlerin sesi olarak iktidarlara, yöneticilere itiraz etmeleri, korkmadan hakkı söylemeleri, adaletsizliklere karşı çıkmaları da insanlık onurunun gereğidir.
Bugün ses çıkarmayacaksak, ne zaman?
Bu kadar haksızlık ve hukuksuzluklar karşısında itiraz etmeyeceksek, eleştirmeyeceksek yarına taşıyacağımız bir değerimiz kalmayabilir.
İktidar unsurlarına, yöneticilere, özellikle de milletten yetki alan seçilmişlere, gerektiğinde iktidar icraatlarını ve muktedirin uygulamalarını eleştirme cesaretini göstermelerini öneririm. Eleştirebilmek de eleştirilmeye ve tenkit edilmeye açık olmak da erdem olduğu kadar bir sorumluluktur.
Büyük İskender, hiçbir kusuru konusunda onu uyarmayan bir vezirine “Sana ihtiyacım yok,” der.
Vezir: “Neden Hükümdarım?”
İskender:
“Çünkü ben bir beşerim. Sen bu kadar süre zarfında benim tek bir hatama bile rastlamadıysan cahilsin demektir.
Örtbas ettiysen o zaman da hainsin demektir.”
(Not: verdiğim örnekle Türkiye koşullarında “Vezir” konumunda olanları kastettim. Ne yazık ki Örnek vereceğim bir “Büyük İskender” yok!
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR