Müslümanların Çağdaş Siyaset İhtiyacı!
Reklam
Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Müslümanların Çağdaş Siyaset İhtiyacı!

01 Ağustos 2021 - 12:08



İslam, siyasal bir sistem değildir ancak siyasete, yönetime ilişkin de referanslar verir. Örnek olarak ‘emaneti ehline vermek’, ‘adil davranmak’ ve ‘Şura’ gibi referanslar bir devlet veya iktidar hedefi için değildir ancak devlet de dahil herhangi bir yönetim, siyaset ve toplum ilişkisi için çok önemli olduklarına inanıyorum.
Bu referansların “İslam devleti” veya “İslam siyaseti” iddialarına gerekçe yapılması ise sorunlu ve zorlama bir anlayışın sonucudur. Çünkü İslam’ın siyasal bir iktidar, imparatorluk, devlet gibi kurumsallaşmış bir organizasyona ihtiyacı olmadığı gibi bunları inşa etmek için bir talebi de yoktur. 
İslam’ın bir devlet ve siyaset talebi olmadığı gibi, devlet ve siyaset İslam’ın muhatabı da değildir. Ve İslam; hilafet-halife-saltanat-sultan-şah-padişah-İmam-Emîrü'l-mü'minîn-Şeyhu’l İslam veya başka bir isim-mevki-makam-otorite ile de temsil edilemez.
Hukukun üstünlüğü prensibi ile bu otoritelerin ve tek adam sisteminin, dini alan dahil hiçbir alanda söz konusu olamayacağını da hatırlatmak isterim.
İslam’ın talebi; insanın hak-hukuk-adalet-hürriyet-ahlak-iyiliği yaymak ve kötülüğü önlemek-sulhu tesis etmek, ilmi, hikmeti, irfanı, merhameti yaymak gibi insanlığın ihtiyacı olan evrensel değerler için gayret göstermesi ve mücadele etmesidir.
Bir din neden devlete, iktidara ihtiyaç duysun? 
Veya bir devlet dine neden ihtiyaç duyar? 
Bunun en belirgin nedeni; din adamlarının, siyasetçi ve yöneticilerin, egemen sınıfların “din” ile hükümranlık kurmak istemeleridir.
Gücün, iktidarın, devletin ihtiyacı; “din” ile itaat ve teslimiyetin sağlanmasıdır. “Din devleti” iddiasının da esas gerekçesi budur. Siyasi partiler başta olmak üzere örgütlü ve kurumsal dini yapılanmalarının da amacı bundan farklı değildir.
Bu durumlarda din; sömürü, istismar, iktidar, egemenlik ve itaat aracı olmaktan kurtulamaz.
Peki siyaseti, yönetimi, iktidarı, devleti ve egemen olmayı amaç edinen ve bunun için mücadele etmeyi öneren bir din, ilahi olabilir mi? Böyle bir dine “İslam” denebilir mi?
Elbette denilemez, çünkü İslam’ın bir devleti, partisi, örgütü veya örgütlü bir temsilcisi yoktur, olmamıştır, olamaz da…!
İslam’ın adalet, ahlak, hikmet ve merhamet, sulh çağrısı vardır, bu çağrının da muhatabı sadece bir toplum, bir ırk, bir millet, bir ülke veya Müslümanlar değil, bütün insanlıktır.
“(siz, ey insanlar) asla (doğruluk ve haklılık) ölçüsünden şaşmayasınız!” (Rahman/55: 8)
Doğruluk ve haklılıktan şaşmamak üzere neden siyaset yapılmasın?
Kuşkusuz İslam, siyaset önermese de siyasetçilerin, yöneticilerin adil, ahlaklı ve doğru olmalarını talep eder. Adalet olmadan yönetim ve siyaset zulümden ibaret olur. Zalim ’in, Müslüman veya Gayr-i Müslim olması arasında hiçbir fark da yoktur.
Muhammed İkbal; "Adalet İslam'ın da aklın da yaratılışın yasalarının da kurucu ilkesidir; İslam, hayatın bütün alanlarında adaletin tahakkukunu ister."
Bu durumda ‘Adil’ olmayan yönetici ve siyasetçilerin, “Müslümanlık” iddiası da istismar ve zulümdür.
Esas itibariyle İslam’ın siyasete, devlete, cemaatlere, örgütlere, partilere, din adamlarına ve hiç kimseye ihtiyacı olmadığı gibi kimseye de Allah adına temsil ve yetki hakkı vermediğinin altını çizmek istiyorum. 
Bu bağlamda hiç kimsenin ve hiçbir kurumun “İslam’a hizmet” veya “din hizmeti” gibi iddialarla faaliyet gösterme hakkı ve yetkisi de yoktur.
İslam hayattır, yaşanır ve insan da İslam’ı yaşamakla sorumludur.
Buna göre siyaset ve yönetim de dinselleştirilmeden ve din ile karıştırılmadan inşa edilmelidir. Müslümanların da insanlığın da siyaset alanında ortak ihtiyacının böyle bir siyaset olduğuna inanıyorum.
Din ve tarihten bir siyaset ve devlet geleneği çıkarmak yerine, tarihten dersler çıkararak çağımızın ruhuna uygun olacak çağdaş bir devlet ve siyaset modeline ihtiyacımız vardır. Asr-ı Saadet dahil tarih, tekrar edilmek ve yeniden yaşanmak için değil, örnek ve ibret almak ve dersler çıkarmak için gerekli ve önemlidir.
“İslam devleti” için ileri sürülen Hz. Peygamber’in (s.a.s) “Medine Sözleşmesi” uygulaması, kendi çağının en gelişmiş sivil-siyaset ve yönetim modelidir. Bu yönüyle toplum merkezli sivil siyaset ile devlet merkezli güç siyaseti de birbirinden ayrılmaktadır.
Güç siyaseti, kabile veya imparatorluklarla temsil edilmekteydi. Sivil yönetim ve siyaset ise ‘Medine Sözleşmesi’ uygulamasıyla ‘ortak akıl’-‘toplumsal irade’-‘hukuk-adalet ve ahlak ‘ile temsil edilmiştir. Hz. Peygamber uygulaması ikincisi, yani toplumsal irade ile oluşan siyaset örneği olarak tanımlanabilir.
Bugün ise siyaset-yönetim-devlet ancak bilgi-akıl ve insanlık tecrübesinin somut sonuçlarıyla belirlenmektedir. Bunlar, insanlığın binlerce yıllık birikim ve uygulamalarıyla elde edilen kazanımlardır. Bu kazanımları yok sayarak veya dışlayarak çoğulcu, eşitlikçi, özgürlükçü, adil, evrensel bir siyaset ve yönetim inşa edilemez.
Müslümanlar olarak bizim de önceliğimiz; ‘Medine Sözleşmesini’ de tarihsel bir tecrübe ve kazanım sayarak insanlığın ortak birikimi, tecrübeleri ve ortak kazanımları üzerinden ‘yeni bir siyaset ve yönetim modeli’ geliştirmek olmalıdır.
Tekraren belirtmeliyim ki “İslam devleti” iddiası, köksüz, asılsız ve imkânsız bir ütopyadan ibarettir. Çünkü İslam’ın böyle bir iddiası yoktur. Ve İslam asla bir devlet, coğrafya veya toplumla sınırlandırılamaz.
Biz Müslümanların devlet, yönetim ve siyaset başarısızlığında, bu tarihi sürecin İslam’a göre doğru anlaşılmaması gerçeğinin olduğunu düşünüyorum.
İslam düşüncesinden yola çıkarak belirtmeliyim ki, Müslümanlar ve insanlık için ihtiyacımız olan Devlet, Yönetim ve SİYASET; herkes ve her kesim için adalet, özgürlük, eşitlik, barış ve refahı sağlayacak bir sistemde güven içinde yaşamak ve gelecek inşası için gereklidir ve değerlidir.
Böyle bir siyaset anlayışını benimsemek; tüm insanlık, bütün canlılar ve doğa için gerekli ve yaşanabilir bir dünyayı hedeflemektir. Bu bağlamda omurgası ‘adalet’ olan bir siyaseti ve yönetimi herkesin önemli ve zorunlu görmesi gerekir.
Siyasetimizin amacı; barış havzası olacak bir coğrafya, ileri ve medeni bir ülke, temiz bir çevre, çocuklarımız ve gençlerimiz için kaygısız-kavgasız-öngörülebilir bir gelecek, her neslin umutlarını ve hayallerini gerçekleşebilecekleri bir güven ve özgürlük ortamı hazırlamak olmalıdır.
Bu bağlamda her alanda olduğu gibi siyaset alanında da yöneticilerin/siyasetçilerin dürüst, güvenilir, alanlarında bilgi sahibi, donanımlı, ahlaklı ve adaletli olmaları zorunludur. Halkın tercihi de bu yönde olmak durumundadır.
Bunu başaramadığımız için din-devlet, din-siyaset, din-ticaret karmaşasından yararlanmaktan vaz geçmiyoruz. Adil, doğru, güvenilir, ehil, liyakat sahibi ve dürüst bir insanın din istismarına neden ihtiyacı olsun? Veya halk, böylelerini neden seçsin?
Din-İslam-Müslümanlık üzerinden siyaset yapanların bir muhasebe yapmaları gecikmiş öncelikli bir sorumluluğun gereğidir. İslami, ahlaki, vicdani ve insani olarak hepimizin de ortak sorumluluğudur.
Öyleyse geliniz! Hep birlikte Allah’ın dini üzerinden ellerimizi çekelim...! 
Üzerindeki tasallutumuzu kaldıralım...! 
İstismar ve araçsallaştırmaktan vaz geçelim...! 
Siyasetimize, ticaretimize, mevki-makam gibi dünyalıklara alet etmeyi bırakalım…!
Din’i gerçek sahibine, sadece ve sadece Allah’a has kılalım...! 
Ve inanmasak dahi din konusunda ihlaslı ve samimi olalım.
İslam’ın bizlere, özellikle devlete, Diyanete, din adamlarına ve siyasetçilere hiç ihtiyacı yoktur.!

Abdulbaki Erdoğmuş
(31-Temmuz-2021)
İndependent

Bu yazı 677 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Ot
    3 yıl önce
    İslamın devletle alakası yoktur diyorsunuz peygamberimiz bazı müşrikleri suikastla öldürtmedimi