Meddahlık kavramı ile hikâye, efsane anlatıcılarını, saray soytarılarını veya “kese-kese altın” almak için padişahlara övgü dolu abartılı şiirler okuyanları kastetmiyorum.
Kuşkusuz aralarında benzerlikler vardır ancak benim kastım; egemen ve güç sahibi olanlara itaat etmek, yazılı ve görsel medya aracılığı ile onların iktidarını övmek, en önemlisi de bunları yaparken ‘din’ başta olmak üzere değerler üzerinden güçlerini meşrulaştırmak gibi yüce ahlak ve onurla bağdaşmayan bir tutumun sergilenmesidir.
Ne yazık ki kültürel geleneğimizde otoriteye, siyasal ve ekonomik güce, dinselleştirilmiş mitolojiye, kutsanmış önderlere, karizmatik liderlere -adil ve zalim ayırımı yapmadan- itaat etmek esastır.
İtaat etmenin anlaşılır bir tarafı olabilir ancak meddahlığın insan karakteriyle doğrudan bir ilişkisi vardır. Zulmüne rağmen gücü ve güçlüyü övmek, fıtrat karakteriyle bağdaşmaz. Çünkü her insan fıtratı gereği onur ve erdem sahibidir. Karakterini sıradanlaştıran, basitleştiren, değersizleştiren bizzat insanın kendisidir.
“Biz insanı en güzel (karakter, en yararlı bilgilerle ve akıl ile donanımlı) biçimde yarattık. Sonra da (akletmediği, karakterini bozduğu, doğru yapmadığı, yararlı olmadığı ve zalim olduğu için) onu aşağıların aşağısına çevirdik.” (Tin Suresi)
Zulmün ve zalimin, mütecaviz ve haksızın yanında yer almak, uygulamalarını, kurulu düzenini övmek (meddahlık); bozulmuş bir karakter ve tefessüh etmiş bir kimlikle ancak mümkündür. Bu durumda meddahlık; aşağıların aşağısı olmak demektir.
Yaklaşık yüz yıl önce M. Akif Ersoy, Kuvvetin Meddahlığını; “cehalet, geri kalmışlık, sapkın inanç, güce boyun eğme, güçlü olana yalakalık ve dalkavukluk yapmak” gibi içinde yaşadığı toplumun genel karakterini bir şiirle şöyle dile getirmiştir:
Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak
Kendi asudeyse, dünya batsa, baş kaldırmamak
Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehaşi etmemek
Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek
Müptezel birçok merasim, inhinalar, yatmalar
Şaklabanlıklar, riyalar, muttasıl aldatmalar
Fırka, milliyet, lisan namıyla daim ayrılık
En samimi kimseler beyninde en ciddi açık
Enseden Arslan kesilmek, cepheden yaltak Kedi...!
--
Günümüzde değişen çok şey var mı? “Kuvvetin Meddahlığı” anlamında ne değişti? İktidar yalakalığının dip yaptığı bir süreci bugün de yaşamıyor muyuz?
Kuvvetin meddahlığını sadece halktan bir kesim mi yapıyor?
Politikacılar, Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye ve parti başkanları, bürokratlar, iş adamları, yazarlar, sanatçılar, entelektüeller, din adamları, akademisyenler, sağcılar, solcular, milliyetçiler, cemaatler, İslamcılar, sporcular, takımlar, Türkler, Kürtler, Lazlar, medya ve diğerleri…arasında Kuvvetin Meddahlığını yapanlar az mı?
Kuvvetlinin zulmüne can ve mal kaygısıyla karşı çıkmamak, muhtemel zararlar ve maslahat gözetilerek sessiz kalmak anlaşılabilir ve mazur görülebilir gerekçelerdir.
Ancak desteklemek, “itaati vacip” görmek, uygulamalarını övmek, uygulayıcılarını alkışlamak gibi bir meddahlığı, herhangi bir gerekçe ile insanlık onuruyla bağdaştırmak doğru olur mu?
Onur ve erdem, “Ehsen-i Takvim” olarak yaratılmış insan içindir. Zulme taraf olup onur ve erdemi önemsemeyen insanlar ise bu tanımın dışında kalarak “Esfele-i Safilin” kapsamına girerler.
Her iki tanıma da insan ancak özgür tercihiyle dahil olur. Bu tercihlerden birisini kendi iradesiyle seçmeyen kişi veya toplulukları, bu tanımlardan herhangi biriyle ilişkilendirmek haksızlık olur.
Aç insanlar, bir dilim ekmek için çamur içinde debelenmeyi adalete ve özgürlüğe tercih edebilirler. Aç insanların bu tutumu onursuzluk ve erdemsizlik de değildir. Bu durum onların ayıbı değil, onları açlığa mahkûm eden yöneticilerin, iktidarların, dolayısıyla devletin ayıbıdır.
Yoksul insanların, kendilerine dağıtılacak olan gıda, giyim, kömür veya nakdi yardımlar için kuyruklar oluşturması ihtiyaçtan dolayıdır. Onursuzluk, erdemsizlik kuyruk oluşturanların değil, onları muhtaç bırakanlarındır.
Ancak ihtiyacı olmadığı halde bir çay poşeti veya bir paket makarna için kuyruk oluşturanlar, çamur içinde debelenenler, ulufe, makam ve mevki kapmak için alçalıp bükülenler, riyakarlık ve yalakalık yapanlar en az aşağılayanlar kadar “Esfele-i Safilin” kapsamına girmeyi hak ederler.
Kuşkusuz açlık, yoksulluk, işsizlik gibi ihtiyaçlar herkes için önemli sorunlardır. Giderilmesi için yöneticilerden, politikacılardan talepte bulunmak zillet nedeni değildir. İnsan haysiyet ve onuruna da bir halel getirmez.
Ancak bütün bunlar rızaya dayalı “zulüm yandaşlığı” için meşru bir gerekçe değildir. Hiçbir gerekçe, gönül rızasıyla zulmü-zalimi alkışlamayı, zalime itaat etmeyi, desteklemeyi, övmeyi, meddahlık yapmayı haklı çıkarmaz. Bu durumda “meddahlık”; “onursuzluk” olarak tanımlanmaktadır.
“Kuvvetin Meddahlığı”, gücü elinde tutanlar için söz konusu olduğu kadar zulüm düzenleri için de geçerlidir. Bu düzenin adı, siyasal tanımı, yönetim modeli ne olursa olsun “zulüm” gerçeğini değiştirmez.
Buna göre insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanmayan dini, la-dini, otoriter, totaliter, milliyetçi, ulusçu ve İdeolojik yönetimlerin tamamı zulüm düzenleridir. Böyle bir düzenle tanımlanan devletlerin hiç birisi de “adalet devleti” veya “hukuk devleti” olarak tanımlanamaz.
Bu durumda “devlet/iktidar meddahlığı” da insanı,”Esfele-i Safilin”, yani aşağıların aşağısı derecesine düşüren bir gerekçe değil midir?
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR