IX-İslamsız Müslümanlık! (9)
Reklam
Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

IX-İslamsız Müslümanlık! (9)

19 Haziran 2020 - 23:45



Kuşkusuz “önyargı, insan zihninin hapishanesidir. Ne dışarı çıkabilirsin ne de içeri başkası girebilir. Önyargılı olmak eğitim, inanç ve cinsiyetten bağımsız bir illettir.” Ben de bu illeti anlatmaya çabalamıyorum, Tamıyla ortadan kaldırmak, hatta mücadele etmek için dahi gayret etmek ön yargı ile mahkûm edilmek için yeterlidir. Toplumsal destek almak, buna güç yetirmek imkânsız ancak zihni önyargı hapishanelerinde tutsak olmayanlara bu illetin varlığını hatırlatmayı bir sorumluluk olarak görüyorum. Kabul etmeliyiz ki,  olayların arka planını, esasını sorgulamadan meselelerin hakikatini öğrenmemiz mümkün olmayacaktır.
Başka alanlarda olduğu gibi İslam adına militarist, savaşçı, otoriter anlayışın hâkim olması sonucu İslam’dan sapmaların hızlı yaşandığı ve yeni bir “Egemen Müslümanlık” anlayışına dönüştüğünü ifade etmeye çalışıyorum. Bu bağlamda silahlı cihad, ordu ile fetih ve saldırı savaşları ile yayılan ve egemenlik kurarak sunulan din, ‘İslam’ değil, egemenlerin dinidir yani bizim ecdattan miras aldığımız siyaset ile şekillenen geleneksel ve tarihsel bir din olan Müslümanlık anlayışımızdır.
Otoriter yönetimler sadece yöneticilerin değil toplumun da ahlakını bozar. Asırlarca sistematik olarak uygulanan ve itaati “vacip” kabul edilen bir otoriter yönetim anlayışının bozmadığı bir toplumsal kesim veya kirletilmemiş bir toplumsal zihin bulmak mümkün değildir. Elbette bireysel olarak pak-temiz-has-halis zihinler bugün de, tarih boyunca da hep var olmuşlardır. İslam’ın pratiğini bu insanlarda bulmak geçmişte olduğu gibi bugün de mümkündür.
Toplumsal olarak Müslüman dünyasındaki ahlaki çöküntünün en önemli nedenlerinden biri otoriter anlayışın egemenliğidir. İslam’ı özünden saptırdığı gibi toplumu da iman, ahlak, adalet ve İslam’dan saptırmıştır. Bu gerçeği kabul etmeden, sorgulamadan içinde bulunduğumuz zilletten, çöküşten, kaos ve ahlaksızlıktan bir çıkış yolu bulacağımızı düşünmüyorum.
Otoriter yönetimleri besleyen, ayakta tutan İslami değerlerden en önemlileri olan Cihad ve Fetih ilkelerinin anlamlarının değiştirilerek siyasi-militarist bir anlayışa dönüştürülmesidir. Resul-ü Ekrem’den (s.a.s) kısa bir zaman sonra iç kargaşaları gündemden çıkarmak, etraf kabillerin de halifeye boyun eğerek Müslüman olmalarıyla artan nüfusa yeni imkânlar ve zenginlikler sağlamak ve hâkimiyet alanını genişletmek amacıyla cihad ve fetih motivasyonuyla savaşlar yapılmıştır. Bu durum siyasal boyutuyla anlaşılır bir gelişmedir ancak İslam açısından haklılığı, doğruluğu sorgulanmaya muhtaçtır. Dönemi, gelişmeleri sorgulayamadığımız için olayların gerçek mahiyetini ya bilmiyoruz ya da bilmek istemiyoruz. Bu eksikliğimizle de egemenlere, statükoya ayrı bir katkı ve hizmet sunduğunuzu da belirtmeliyim.
Yezid de, yaptığı katliamları ve Ehl-i Beyt soykırımını unutturmak, zulüm ile kazandığı çirkin şöhreti değiştirmek, manevi bir saygınlık ve itibar kazanmak için ihtiyacı olan gündem değişikliğini yapmak üzere İstanbul’u feth! etmeyi planlar. Kurduğu büyük orduya “İslam ordusu!”, en önde yükselen sancağa “İslam sancağı!”, amacını da “fetih!” olarak tanımlayarak “cihad!” iddiasıyla yola çıkar. Bu arada peygamber övgüsüne mazhar olmayı da ihmal etmez. Uydurulan “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” hadisi ile büyük bir zafere doğru yol alır ve İstanbul kuşatılır. Ancak bu girişim bir sonuç vermez ve daha önce yaptığı katliam-soykırım kamburu ve utancı Yezid ile ebedileşir. Uydurulmuş hadis daha sonra İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet için kullanılır ve artık onun etiketi olur.
Ayrıca Yezid’e itibar kazandırmak için Ebu Eyüp el-Ensari hazretlerinin (r.a), orduyla İstanbul kuşatmasına katıldığı ve orada vefat ettiği tarihi kaynaklarda geçmektedir. 90 yaşlarında bir sahabenin Medine’den İstanbul’a deve sırtında nasıl gelebildiği sorusu bir tarafa, böyle bir büyük zatın Yezid’in ordusuna gönül rızasıyla katılabileceği kanaatinde değilim. 
Anlayacağınız, siyaset ve devlet adamlarının işbirlikçi ulema ile oluşturdukları sömürü düzeni günümüze kadar devam etmiş, aynı gelenek bugün de “Fetih-Cihad-Dava-İslam” üzerinden sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu geleneğe “İslam!” veya “peygamber sünneti!” demek İslam’a ve peygambere iftiradır. Olsa olsa böyle bir geleneğe “Yezid sünneti” veya benim tanımlamamla “İslamsız Müslümanlık” denilebilir..! 
Kanaatime göre günümüzde fetih; kapatılan içtihat kapısını açmaktır. Sorgulayıcı, eleştirel düşünceye yol açmaktır. Cihad; içtihat için gayret göstermektir. Bilgi, ilim, tefekkür, tedebbür için çabalamaktır. Hakikati, marifeti, hikmeti öğretmektir. Marufu (ortak iyiyi) yaymak, münkeri (ortak kötüyü) önlemektir. Fıtrata dönmek ve fıtratı bozanlara karı direnmektir. Cihad’ın en güzel ve özlü tanımı; Müslümanlığımızı, imanımızı, kendimizi tanımlamayı ve Cihad ile sahih bağımızı kurmayı sağlayacak olan muazzez peygamberin şu iki ifadesiyle özetlenebilir:
"En büyük cihad (Cihad-i Ekber) nefisle yapılan cihattır."
 “Cihadın en üstünü (en faziletli olanı) zâlim sultana/yöneticiye karşı (sivil bir duruş ile) doğruyu söylemek/hakkı haykırmaktır.”
…devam edecek…
Abdulbaki Erdoğmuş

Bu yazı 1853 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum