Din; inanç ve ritüeller olarak anlaşıldığında insanın iradesi ve akletme özelliği doğal olarak kaybolur. Bu durumda onun özgürlük sınırlarını belirleyen artık insanlığı değil, inançlarıdır.
Hayatın merkezine inançlarını alan toplumlar veya bireyler yenilenmeye, değişime kapalı olurlar. Bu nedenle de inançlar üzerinden bir değişim veya yenilenme mümkün olmamaktadır.
Müslümanlar da yüzlerce yıldır bilgi-düşünmek ve akletmek yerine inançlarla meşgul. Oysa değişimi, yenilenmeyi sağlayan düşüncedir, kavrayıştır.
Kavrayıştan yoksun, düşünmeyen bir toplumun gelişmeleri kavrayışı ve ders çıkararak değişimi mümkün olabilir mi?
“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır” (Al-i İmran/3:190)
Müslümanlıkla şekillenen inanç kurallarının sabit ve sorgulanmaz olması, bu kuralların gereği olarak dini hayatın değişmez ve değiştirilemez olması, doğal olarak bir ‘hayat sistemi’ olan İslam’ın pratiğini anlaşılmaz kılmıştır.
Bugün İslam; din adamlarının, siyaset ve egemenlerin inançlarla şekillendirdiği, yönlendirdiği kural ve ritüellerden ibaret bir din olarak yaşanmaktadır. Oysa İslam; inançlarla şekillendirilecek bir din değildir, hayatın akışına hükmeden, değişim ve yenilenmeyi doğal bir yasa kabul eden ve evrensel sistemle uyumu zorunlu kılan ilahi sistemin adıdır.
Evrenin kurallarını koyan irade, İslam’ın kurallarını koyan iradenin aynısıdır. Evrenin kurallarına ters düşen veya çelişen hiçbir kural İslam’a ait olamaz! Düşünmek, akletmek, sorgulamak, öğrenmek ve devamlı yenilenmek İslam’ı anlamanın ve İslam’ı yaşamanın olmazsa olmaz ilkesidir.
“Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah’ı anar, (ve) göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler: "Ey Rabbimiz! Sen bunları(n hiç birini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!" (Al-i İmran/3:191)
Müslümanlar ne yazık ki 11. yüzyıldan beridir düşünmeyi, akletmeyi, sorgulamayı, araştırmayı ve hikmeti terk etmişlerdir. Bu ilkeler olmadan değişim, gelişim, yenilik mümkün olabilir mi?
İslam dünde/geçmişte kalmaz, bir bütündür, hep günü/anı yaşar. Dünde kalan Müslümanlardır. Düşünmeyen, yenilenmeyen Müslüman; çağdan, hayattan, sistemden, dolayısıyla İslam’dan kopar.
Bu bağlamda Batı’da yaşanan aydınlanmayı esas alarak Rönesans, reform ve değişim iddialarını doğru değerlendirmek gerekir. Aynı değişimin İslam için söz konusu yapılması, İslam’ın doğru anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır.
Kuşkusuz Doğu’nun, özellikle Müslüman dünyasının bir değişime ve aydınlanmaya ihtiyacı olduğu çok açıktır. Bunun için ihtiyacımız olan; öncelikle İslam’ın doğru anlaşılması için düşünsel ve zihinsel değişimdir. “Düşüncenin evrimi olur, inancın evrimi olmaz.”
Ayrıca İslam’ın ticari, siyasi, sosyal ve dini hayat alanlarında da değişim ve yenilenme bir zorunluluktur. Bu ayırımı iyi yapmak gerekir. Değişimi İslam’da veya İslam’da bir değişim aramak yanlıştır, hakikatten sapmadır ve mümkün de değildir.
Çünkü İslam; bir yöntemdir, İlahi sistemin kendisidir ve bu sistemin tanımlanmasıdır. Sistemde/İslam’da bir sapma, bozulma söz konusu değildir. Kâinat sisteminin, yani Sünnetüllahın gereği olarak İslam değişmez, değiştirilemez ve onda hiçbir eksiklik bulunmaz.
“Allah’ın yöntemi öteden beri hep böyledir ve siz Allah’ın yönteminde hiçbir değişme bulamazsınız!” (Fetih/48:23)
Din olarak ‘evrensel sistemin tek hükümranı Allah’a teslim olmak’ demek olan İslam; söz konusu sistemin dışında düşünülecek, anlaşılacak, inançlarla, kurallarla yaşanacak bir din olmadığının altını çizmek istiyorum.
Bozulma ve tefessüh Müslümanların inançlarında, din adamları tarafından uydurulan dinde, oluşturulan inanç ve kurallardadır. Ehl-i Kitap’ta yaşanan değişim ve bozulmanın aynısı, Müslümanlar için de söz konusudur. Daha açık bir ifade ile Müslümanlar da tıpkı diğer dinlerde yaşanan değişim ve bozulmanın sonuçlarını yaşıyor.
Egemenlerin, siyasetçilerin ve din adamlarının dünyevileştirdiği, siyasallaştırdığı, inanç ve ritüellerden ibaret saydığı İslam, artık Allah’ın dini olmaktan çıkıp bir ideoloji, akım, ekol, cemaat, parti, siyaset, devlet, diyanet dini olarak konumlandırılmıştır.
Siyasal, milli, ideolojik ve örgütlü dini oluşumların tamamı bu anlayışın ürünüdür. Siyasetçilerin, din adamlarının ve egemen sınıfların bir sömürü aracına dönüştürdükleri inançlar, ne yazık ki Müslümanlar için de bir örgütlenme modeli olarak ortaya çıkmıştır. Cemaatçilik, fırkacılık, particilik ve siyasal İslamcılık da bu modelin pratik halidir.
Kuşkusuz bu tablo, Müslüman dünyasının tamamı için geçerlidir. Müslüman dünyasında yaşanan kaos ve karmaşa, yeterince bu iddiamızı desteklemektedir.
Özgürlük, barış, sanat, bilgi, marifet, hikmet, felsefe, akıl, bilim, tarih, kültür, erdem, yüksek insanî ahlâk, hakikat, hukuk, adalet gibi medeniyet ilkelerinin olmadığı bir toplum ve ülkelerde, İslami hayatın varlığından söz edilemez.
İslami düşünce olmadıkça camilerin, minarelerin, ezanların, Kur’an Kurslarının, hafızların, İmam Hatip okullarının, dini tedrisatın olmasının hiçbir yararı ve önemi yoktur. Aksine günümüzde olduğu gibi, kaos ve karanlığın derinleşmesine daha çok yarar.
Bu nedenle Rönesans’ı, reformu, değişimi, yenilenmeyi bize “İslam” olarak dayatılan aslında İslam olmayan din anlayışında ve sömürü düzenini ortadan kaldırmakta aramalıyız.
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR