“Demokratikleşme” iddiasıyla tıpkı Irak ve Libya’da olduğu gibi Suriye’de fitne ateşi yakılmak suretiyle İsrail karşıtı bir ülke daha tahrip edilerek saf dışı bırakılmıştır. Fitnede en etkin rol oynayan Türkiye’nin, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) görevi de bir kez daha başarıyla yerine getirilmiş oldu.!
Coğrafyamızda yaşanan fitne ve terör savaşlarının maddi hasarlar yanında manevi zayiatlarının ne kadar büyük olduğu ortadadır. Her yönüyle bir kaos ve karanlık içinde bocaladığımız böyle bir ortamda, sağlıklı değerlendirmeler yapmak da hiç kolay değildir. Toplumsal bir travma yaşadığımızı söylememe gerek yoktur, diye düşünüyorum.
Kuşkusuz bugün Suriye’de “ateşkes” ile kısmen ve geçici de olsa silahların susması, büyük katliamların son bulması önemli ve sevindirici bir gelişmedir. Ancak orta ve uzun vadede henüz çok kan döküleceğini tahmin etmek hiç de zor değil.!
Türkiye’nin, Fitne ateşinin yakılmasında, tahrip ve katliamlarda önemli bir pay sahibi olması, komşularımıza ve insanlığa karşı üzüntümüzü daha da derinleştirmekte, sorumluluk ve mahcubiyetimizi daha da artırmaktadır. Kendi adıma, gelişmelerden hem bir Müslüman, hem de bir insan olarak büyük bir utanç duyduğumu ifade etmeliyim.
Daha önemlisi, çok zekice İsrail’e karşı öfke ve nefret dilini kullanarak dikkatleri üzerine çekerken, elindeki körük ile Ortadoğu ve Suriye yangınına rüzgâr pompalayan bir iktidarın, hiçbir şey olmamış gibi pişkin bir tavır sergilemesi, insanlık onurundan nasip almış herkese acı ve utanç verdiğini düşünüyorum.!
Evet… İsrail’in güvenliği, Türkiye’nin de katkılarıyla Irak-Libya ve Suriye’nin yerle bir edilmesiyle sağlanmış olduğu çok açıktır. Oysa İsrail uğruna Türkiye’nin de tarihinin en büyük çöküşünü yaşadığı dikkatlerden kaçırılmak istenmektedir. En büyük tehdit olarak görülen İran için ise pazarlıkların devam ettiği tahmin edilebilir.! Gelişmeleri herkes gibi bizler de dikkatle ve kaygıyla izlemeye devam ediyoruz..!
Gerçek olan şudur ki; İsrail, her zamankinden daha güvenli ve daha huzurlu bir durumdadır. Coğrafyamız ise her zamankinden daha çok istikrarsız, belirsiz ve terör savaşlarının merkezi oldu. İktidar, hamaset politikalarıyla gizlemeye çalışsa da, Türkiye de bu cehennemin bir parçası ve kaybeden ülkeler arasında yer almaktadır.!
Aldığı rol ve başarıyla sürdürdüğü BOP eş başkanlığı karşılığında beklentilerini elde edemeyen Türkiye’nin, Rojava’ya yönelik operasyon ile yeni beklentilere girdiği görülmektedir. Bu beklentilerin başında, Irak-Libya-Filistin ve Suriye’nin tahribatı ve İsrail’in güvenliği için verilen desteğe karşılık, hiç olmazsa “Kürtlerin bölgesel bir statü kazanmalarını önlemek” olduğu yaygın bir kanaat olarak güçlenmektedir! Böylece Türkiye’nin, Dicle ve Fırat arasındaki havzayı İsrail ile birlikte kontrol etmeyi amaçladığı tahmin edilmektedir! Irak ve Suriye’nin uzun bir vadede toparlanamayacağı dikkate alınırsa, bu tahmin hiç de göz ardı edilmemelidir.!
Esas itibariyle Hükümetin Suriye politikasının en baştan yanlış olduğu, diplomasi, tarih ve siyasi bilgisi olanlarda yaygın bir kanaat idi. Gerçekten de Türkiye’nin Suriye’de ne işi olabilirdi ki? Türkiye’nin komşularının topraklarında neden gözü olsun ki? Emperyal bir amaç veya birileri adına değilse, en kanlı terör örgütleriyle ve suç şebekeleriyle işbirliği yapması, Türkiye’ye ne kazandıracaktı? ABD ve Rusya arasında şamar oğlanına dönmek, Türkiye’ye nasıl bir itibar sağlayacaktı?
Çok yönlü terörle yüz yüze olan, siyasi istikrarsızlık ve borç bataklığında debelenen bir ülkenin, böyle bir maceraya atılması akıl, izan ve tutarlılıkla izah edilebilir mi? Komşularına, hatta vatandaşlarına tuzak kuran bir iktidar zihniyetiyle yönetildiğimizi iddia edenler haksız olabilir mi? Bizler, bu iddialardan dolayı Türkiye adına kaygı duyarken, çoğunluk ya ümmet-hilafet, ya da Türkiye’nin güçlü-büyük bir milli devlet olduğu iddiasıyla iktidara, yönetime, hükümete ve CB Erdoğan’a destek vermeye devam ediyor.! Suriye politikası bir açmaz ve açık bir hezimettir. Mevcut politikalarla Suriye topraklarından onurlu bir çıkış yolu bulmak mümkün görünmemektedir.! Hiç sanmıyorum ancak umarım bizler yanılıyoruz!
Peki, neden yanılalım ki?
Kürdü, Türkü, Alevi, Sünni, Gayr-i Müslim, düşünür, yazar, sanatçı, siyasetçi, akademisyen, aydın, iş adamı, bürokrat, memur, öğretmen, öğrenci, kadın, erkek, genç, yaşlı, hatta çocuklar dahi ülke insanları olarak hepimizin bir korku atmosferinde yaşadığımız bir yanılgı mıdır?
Yoksulluk, yoksunluk, işsizlik, açlık, sefalet, cehalet gibi bir toplumu kökünden sarsan her türlü olumsuzluk ve belirsizliğin dip noktasına doğru sürüklendiğimiz gerçekten bizim bir yanılgımız olabilir mi?
Sıradan ve meşru bir hal alan yağma, talan, yolsuzluk, hukuksuzluk, keyfilik, mafyavari hesap sormalar, kaçırılmalar, hak-hukuk ihlalleri yaşanmıyor da, ben mi yanılıyorum?
Yanıldığımı düşünmüyorum. Basiret sahibi herkes farkındadır ki kurumsal ve toplumsal ahlak tamamıyla çökmüş durumdadır. Devlet içerde ve dışarda saygınlığını, güvenirliliğini ve inanılırlığını bütünüyle yitirmiştir. Siyasete ve siyasetçiye olan inanç kalmamış, hiçbir kuruma güven duyulmamaktadır.!
Bölünme, parçalanma, dağılma, darbe tehlikesi dâhil, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketlere açık bir ülke haline geldik. Bizler ise, ya sessiz ve suskun kalıyoruz, ya da “Kralımız çok yaşa!” diyerek riyakâr, çok yüzlü, çıkarcı, bencil, onursuz bir tutum sergiliyoruz! Oysa çıplak olan artık Kral değil, ülkemiz!
Balon söndü, sihir bozuldu, kel göründü…! “Barış Pınarı” harekâtıyla bu çıplaklığı örtmek nasıl mümkün olacaktır? Operasyon ve savaş naralarıyla içerde muhalifleri susturmak, toplumu baskı altına almak, korkutmak, sindirmek veya milliyetçi duyguları kabartarak iktidarın ve ittifakın ömrü kısa bir süre daha uzatma imkânı olsa da, SAVAŞ Türkiye’nin hangi temel sorununu çözecektir?
Toplum olarak bütün bu olumsuzluklar karşısında pes etmek veya iktidara teslim olmak korkaklıktan öte ülkemiz adına büyük bir kayıp olacaktır. Sivil ve siyasal irade ortaya koymak bize düşer.! Çözümü Yeni SİYASET ve Demokrasi’de aramaya devam etmeliyiz. Cesaret edilmesi durumunda siyasi çözüm mümkündür ve yakındır!
YORUMLAR