16 Mart 2024 tarihi, bizim ve insanlık için unutulmayacak bir trajedinin yıl dönümüdür. Bundan tam 35 yıl önce Kürtlere yönelik ‘Halepçe Soykırımı’ olarak bilinen bir insanlık suçu işlendi.
1980-1988 yılları, İran-Irak arasında yaşanan ve yaklaşık bir milyon insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarca insanın sakat, evsiz-barksız kaldığı bir savaşın sonunda Saddam Hüseyin tarafından Kürtlere ödettirilen ağır bir bedelin trajedisidir Halepçe.
İran yenilgisinin bedeli sadece Halepçe katliamı değildi. Saddam Hüseyin'in, El-Enfal Harekâtı adıyla 1986-1988'de Kürdistan’da başlattığı katliamların sadece bir parçasıydı Halepçe.
Harekât, 12 Mart 1986’da başlamış, 7 Haziran 1989’da sona ermiştir. Bu süre içerisinde yaklaşık 200 bin insan katledilmiş, 30 ilçe ve 5 bin köy tamamıyla yerle bir edilmiştir. Bir milyondan fazla insan mülteci durumuna düşmüştür.
Katliamların üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen, yaşanan acılar ve trajedi insanlık vicdanında ve bizlerin hafızasında ilk günkü kadar taze.
Elma kokusuyla gelen ölümü unutmak mümkün mü?
16 Mart 1988 sabahında Irak Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar Halepçe'ye aralıksız 5 saat boyunca zehirli gaz bombaları yağdırdı. Bombaların içindeki "elma kokulu" gazlar birkaç dakika içerisinde geniş bir alana yayılarak binlerce insanın sessiz ölümüne sebep oldu. Bilanço; 5 ile 7 bin arasında insan öldü.
Dehşet verici bir tablo ortaya çıkmıştı; gazı soluyan herkesin bir anda solunum sistemleri çökmüş ve derileri soyulmaya başlamıştı. Kurbanların çoğu kadın ve çocuklardı.
Böylece Kürt halkına yönelik kimyasal silahlarla tarihin en ağır sivil katliamlarından biri gerçekleştirildi. Artık bunun adı tarihte “katliam” değil, SOYKIRIM olarak yerini aldı. 1 Mart 2010 yılında Irak Yüksek Ceza Mahkemesi Halepçe Katliamını ‘soykırım’ olarak tanıdı.
Halepçe Katliamının 35. yıl dönümünde bir kez daha failleri, zalimleri ve diktatörleri lanetliyorum, mazlumları, mağdurları, mahrumları soykırıma karşı duyarlılık gösterenleri de selamlıyorum.
---
Soykırım vesilesiyle birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum:
Birincisi; Kürtler söz konusu olunca mahrumiyet, mazlumiyet ve katliamların Müslüman vicdanında yeterli karşılık bulmadığını görüyoruz. Şüphesiz söz konusu duyarsızlık sadece Halepçe ve El-Enfal katliamlarından ibaret değildir ancak bölgemizde katliamların muhatabı çoğunlukla Kürtlerdir.
Coğrafyamızda yüz yılı aşkındır Kürtlere yönelik haksızlık, baskı ve katliamlar vahşet seviyesinde aralıksız olarak devam etmektedir.
Yakın bir tarihte Irak’ta Ezidilere yapılanlar hangi Müslüman devletin veya Müslümanlık iddiasında olan cemaat ve partilerin umurunda oldu?
Söz konusu Kürtler olunca Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yaklaşım hep aynıdır, neden?
Yoksa zalimler Müslüman ve bizden olunca, katliamlar meşru mu sayılmakta?
HLEPÇE Soykırımı karşısında da aynı duyarsızlık ve ilgisizlik yaşanmıştı.
Katliamlar, Müslüman bir ülkede ve trajediyi yaşayan da Kürtler olunca Müslümanlar nezdinde -buna Türkiye Kürtleri de dahil- yeteri kadar önemsenmediğini belirtmeliyim.
Müslüman devletlerin çoğunluğu da katliamlar karşısında Saddam’ı haklı bulmuştu!
Anlaşılan zalimler bizden, mazlumlar da Kürtler olunca boyun eğer geçeriz.
Bu olayla bir kez daha anlaşıldı ki insanların “Müslüman” olması veya bir dinlerinin olması yetmiyor, önemli olan vicdan sahibi ve ahlaklı olmasıdır.
Nerede bizde duyarlı bir vicdan ve ahlak?
Bir dini olduğu halde vicdan ve ahlaktan yoksun olan Saddam Hüseyin’in talimatıyla gerçekleştirilen katliamların ve Halepçe Soykırımının üzerinden tam 35 yıl geçmesine rağmen biz Müslümanların zulüm karşısında gerekli duyarlılığı göstermediğimiz aşikardır.
Benzer bir durumu bugün GAZZE Soykırımında da yaşıyoruz. Vicdan ve insanlık sorgulaması yapmamız durumunda, olaylar karşısında Müslümanların bir utanç tablosu oluşturduğunu açıkça görürüz. Bunu anlamak için siyasi varlıklarını ve iktidarlarını Filistin-Gazze hamasetine borçlu olanların tutumlarına bakmak yeterlidir.
---
İkinci husus; Katliam ve soykırımlara rağmen Kürtlerin kendi arasında bir dayanışma ve ortak teşkilatlanmadan yoksun olmasıdır.
El-Enfal, Halepçe, Şengal ve Kobani gibi yakın katliamların ve hala yaşanmakta olan bunca acının Kürtler arasında birlikteliği ve dayanışmayı sağlamamasının sorumluluğunu kimlere yüklemek gerekir?
Önemli pay sahibi olsalar da sorumluluğu tamamıyla dış güçlere yüklemek kuşkusuz gerçekçi değildir. Ders çıkarmayı, öncelikle Kürtlerin sorumluluğu olarak görüyorum.
Kuşkusuz ibret ve ders almayan yalnız Kürtler değildir. Filistin örneğinde olduğu gibi coğrafyamızın bütün unsurları için aynı durum geçerlidir.
Soykırımlar dahi Müslüman vicdanını harekete geçiremiyorsa ve Kürtleri bir araya getiremiyorsa başka türlü hangi olaydan bir ders ve ibret çıkarılabilir?
Halepçe gibi Gazze trajedisi karşısında da Müslüman ülkelerin ve ideolojik parti ve grupların tutumu büyük bir utanç örneği değil mi?
Irak’ta El-Enfal, Halepçe ve Şengal soykırımlarına rağmen birlik olamayan başta KYB-KDP olmak üzere örgütlü unsurlara ne demeli?
Soykırımdan sonra dahi aralarındaki husumet ve çatışmalara son vermeyen KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ve KDP’yi (Kürdistan Demokrat Partisi) ancak ABD barıştırıp uzlaştırabilmiş, ABD himayesinde ancak Kürdistan Bölgesel Yönetimi oluşturulabilmiştir.
Bir trajedi karşısında dahi bir araya gelmemek iki taraf için de bir utanç değil de nedir?
Tarihi bir sorumluluk ve zorunluluk olmasına rağmen partilerin tek çatı altında hala birleşmemeleri Kürdistan’daki kazanımları bugün daha çok tehdit etmektedir. Kerkük bunun açık bir örneğidir.
Kürtler arasındaki ayrışmada Türkiye, İran, Irak, Suriye devletleri kadar PKK’nin de rol aldığını belirtmeliyim.
KDP’nin hakimiyetindense “Kürdistan’ın kalbi” olarak bilinen Kerkük, YNK ve PKK desteği ile tekrar Irak merkezi yönetimine geçmesi sağlandı.
PKK, ideolojik gerekçeler ileri sürerek feodal olarak nitelendirdiği KDP’ye karşı, yine feodal olan Sosyalist YNK’yi desteklemektedir. Esas amacının iki kurucu unsurun (KDP ve YNK) “Bağımsız Kürdistan” konusunda birleşmesini engellemek olduğu çok açıktır.
En azından Kürdistan Bölgesi’nin istikrarı için kurucu ana unsur olan KDP ve KYB’nin birlik olmaları ve tek ordu düzenine geçmeleri zorunlu iken, PKK ve İran desteğindeki KYB hala direnmeye devam etmektedir.
Trajikomik olan bir husus da DAİŞ'e karşı savaştığı gerekçesiyle Kürdistan’ın bir parçası olan Şengal'e yerleşen PKK, bu bölgenin Irak merkezi yönetimi tarafından idare edilmesi gerektiğini savunmakta ve Kürdistan yasalarına göre yönetilmesine engel olmaktadır.
Bu durum, PKK’nin, istenmediği halde Şengal’de kalmasının sebebini de açıkça göstermiyor mu?
Gerçek olan şu ki siyasi varlıklarını ve güçlerini Kürtlerin trajedilerinden alan Sol-Sosyalist Kürt siyasetçilerinin ve radikal Kürt örgütlerinin HALEPÇE konusundaki tutumu, İslamcı ve Müslümanlık iddiasında olan ideolojik ve siyasi partilerin GAZZE konusundaki tutumu birebir örtüşmektedir.
Her iki kesim için de katliamlar ve soykırımların, siyasi ve ideolojik hamaset dışında pek bir anlam ifade etmediğini düşünüyorum.
Bu utancın ve hamasetin farkına varmadan ortak bir vicdan ve ahlaktan söz etmek mümkün olmayacaktır.
---
Dikkat çekmek istediğim üçüncü husus da HEP ile başlayan ve DEM Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) ile devam eden ideolojik ve siyasi tutumdur.
Ne yazık ki 1989’dan itibaren Halepçe Soykırımı yıl dönümlerinde YAS tutmak ve soykırımı hafızalarda canlı tutmak yerine, tarihinden önce başlatılan NEWROZ Bayramı şölenleri ile Soykırım gölgelenmektedir.
Bu yıl da (2024) Newroz Bayramına henüz 9 gün varken İstanbul Kadıköy’de DEM Parti İlçe Örgütü ve İlçe Eş Başkan adayları tarafından İstanbul 2024 Newroz’una çağrı bildirileri dağıtılmaya başlandı. Aynı günün akşamı Batman’da Newroz ateşi yakıldı. Arkasından diğer il ve ilçelerde de devam etti.
Böylece dikkatler, halay, zılgıt ve şölenlerle Soykırım yıl dönümünden Newroz Bayramına çevrildi.
Oysa 16, 17, 18 tarihleri, Soykırımın gerçekleştiği günlerdir. 35. Yıl Dönümü olarak bütün il ve ilçelerde günün anlam ve önemine uygun olarak sessiz yürüyüşler, gösteriler, canlandırmalar ve çok yönlü sivil etkinliklerle Türkiye, hatta dünya kamuoyunun dikkatleri Kürdistan’daki katliamlara çekilebilir.
Bu yapılmıyorsa düşünmek, hem de defalarca düşünmek gerekmez mi?
Kuşkusuz Newroz Bayramı önemlidir ve gereği gibi de kutlanmalıdır ancak bayramla SOYKIRIM trajedisini gölgelemek ne demek?
19, 20 ve 21 Mart günleri de Newroz Bayramı olarak görkemli bir şekilde ve şölenlerle kutlayıp, katliamlara ve soykırıma rağmen var olmanın direnişi ve onuru ortaya konulamaz mı?
Bunu yapmak yerine Newroz kutlamalarını öne alarak soykırım tarihlerine yaymanın nasıl bir izahı olabilir?
Kürt halkının artık uyanması, kurulan tezgâhları fark etmesi ve sorgulaması gerekmez mi?
---
Ne yazık ki ideolojilerle kuşatılmış, tarih bilinci baskılanmış ve zihinleri kirletilmiş bir halk ancak egemenlerin, ideoloji, parti ve örgütlerin kirli oyunlarına alet olmakla hayat bulduğuna inanır.
Kürtlerin de yaşadığı bu değil mi?
Saydam ve sivil siyaset anlayışından uzak örgütlerin ve partilerin Kürtler tarafından kitlesel destek görmesi gerçekten trajik bir durumdur.
Bu bağlamda DEM Parti, HÜDA-PAR ve benzeri siyasi ve ideolojik hareketlerin sorgulanması, amaçlarının ve ilişkilerinin çok iyi bilinmesi gerektiğine inanıyorum.
İdeolojik anlamda desteklenmesi ve oy verilmesi anlaşılır bir durumdur. Çünkü meşru/yasal partilerdir ancak ideolojilerini önceleyen ve sorunlara ideolojik zaviyeden bakan bu partilere Kürt meselesi üzerinden destek ve oy vermeyi bir “akıl tutulması” olarak görüyorum.
Zira özgürlük arayışı olan her halk gibi Kürtlerin de öncelikle radikalizmden uzak, şeffaf, sivil düşünce kuruluşlarına, sivil kitle hareketlerine, en önemlisi de arka planı aydınlatılmış ve hedefleri açıkça belirlenmiş siyasi partilere ihtiyacı vardır.
İlişkileri karmaşık, gizemli ve radikal hareketlerin bir halkı temsil gücünü elde etmesi, sonuçları itibariyle özgürleşmek yerine büyük bir hayal kırıklığı ve trajedilerle sonuçlanacağını hatırlatmak isterim.
Yaşanan bunca acılardan, katliam ve soykırımdan ders ve ibret almanın zamanı çoktan geçti. Sadece geleceği inşa etmenin, geçmişi hatırlamaktan ve sorgulamaktan geçtiğini öğrenmek için henüz zamanımız var.
Halepçe Soykırımının bir vahşet olduğu kadar öğretici olması da önemli. Öğrenmek için de silahların, şiddetin, radikal ideolojilerin ve hamasi politikaların kuşatmasından kurtulmanın zorunlu olduğunu artık kabul etmeliyiz.
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR