1 Eylül 1939, 2. Dünya Savaşı’nın başlama tarihidir. Hitler, Nazi ordularıyla Polonya'yı işgal ederek yeni bir dünya savaşının başlamasına sebep olmuştur. Yaklaşık 60 milyon insanın hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın sakat, evsiz, yurtsuz kaldığı, yoksulluk, sefalet ve barbarlığın dibe vurduğu bir savaşın adıdır 2. Dünya Savaşı..!
Birleşmiş Milletler (BM) 21 Eylül gününü “Dünya Barış Günü” olarak kararlaştırsa da, insanlık tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan bu savaşın, başlangıç tarihi 1 Eylül olması nedeniyle Türkiye ve birçok sivil ve siyasal örgütler 1 Eylül gününü “Dünya Barış Günü” olarak kutlamaktadır. Kutlamalarla, dünyanın barışa olan ihtiyacı ve barışın insanlık için önemi hatırlatılmaktadır.
Amacımız, herkes gibi bizim de ihtiyacımız olan barışa dikkat çekmektir. Bu bağlamda ırk, renk, sınıf, dil, din, kültür ve coğrafya farkı gözetmeksizin tüm insanlık için “Dünya Barış Günü ”nü kutluyorum.
Her toplumun refah, güven ve mutluluğu ancak adil bir barış ile sağlanabilir. Bizim de temennimiz, ülkemizde, bölgemizde ve dünyada barışın tesis edilmesi, herkesin ve her kesimin hakkına kavuşmasıdır. Bunun mümkün olup olmamasına bakmadan, önemli olan hepimizin barışa kucak açabilmemizdir. Çünkü barışı amaç edinmedikçe kalıcı barışa ulaşmak mümkün değildir.
Ne yazık ki bugün kanlı savaşların ve katliamların yaşandığı en sıcak bölge bizim coğrafyamızdır. Bu savaşın nedenlerini öğrenmeden aktörlerine taraf olmanın getirdiği felaketleri anlamak mümkün olamaz. Bunu sadece iktidar kavgalarına, petrol ve doğal gaz gibi kaynaklara bağlamak doğru değildir.!
Batıda yaşanan yüz yıl savaşlarından eser kalmamışken, iki yüz yıldır coğrafyamızda aralıksız savaşlar yürütülmektedir. Petrol ve doğal gaz savaşları, küresel güçler arasında bir gerekçe olabilir ancak bu gerekçenin bölge ülkelerinin kendi aralarında süren savaşlarla bir ilişkisi kurulamaz.
Bu kaynakların keşfinde, üretiminde ve işlemesinde bölge devletlerinin rolü olmadığına göre savaşın başka nedenleri olmalı…! Bunca katliamları, yıkım, tahribat, yağma ve talanı petrol ve doğal gaza bağlamak tek başına hiç de gerçekçi görünmüyor!
Kanaatime göre, küresel işgalin, bölgesel savaşlar ve iç çatışmaların sürekli hale gelmesinin en önemli nedeni; coğrafyamızın; insanlığı ve insanlık kültürünü oluşturan bir medeniyetin kaynağı olmasıdır. Binlerce, belki de on binlerce yılın ilim, irfan, yazı, şiir, edebiyat, kanun, nizam, din, dil, sanat, kültür, tarih bu kaynaktan fışkırmıştır. Batı medeniyetinin temelini ve özünü de bu coğrafyada oluşan değerler oluşturmuştur.
Yerli zorbaların ve küresel güçlerin asıl savaşı, bu medeniyetin yeniden doğuşunu engellemektir. Bölge devletleri ve örgütlerin şiddet ve savaş politikaları buna hizmet etmektedir. Politikacıların milli yalanlarına ve hamasetlerine inanmayan herkes bu gerçeğin farkındadır.
Bu gerçeği anlamak için ülkemiz ölçeğinde bir örnek olarak, Mezopotamya medeniyetinin kurucu unsurlarından olan Süryani ve Kürt halklarının kaderine bakmak yeterlidir. Medeniyet kültürünün ataları Süryaniler, neredeyse tamamıyla yok edildiler, Kürtler ise ya asimile edilerek veya imha edilerek yok edilmeye çalışılmaktadır..!
Yaklaşık 12 bin yıl önce Kürtler tarafından inşa edilen Hasankeyf’i imha eden, izlerini dahi silen bir zihniyeti hiç sorguluyor muyuz? Zerre kadar vefa ve medeniyet değeri taşıyan bir zihniyet, bu yıkımı gerçekleştirir miydi?
Veya Medeniyet beşiklerinden biri olan Diyarbakır’ı yıkmak, tarihi SUR kentini ve Cizre’yi tahrip etmek, hangi insani, medeni veya milli gerekçeye dayanmaktadır? Bu yıkım ve tahribatta PKK de an az siyasal iktidar kadar rol almadı mı?
Müdahaleye yol arayan İktidar için, yıkım gerekçeleri oluşturmak üzere tarihi SUR kentine militan devşirip cephane yığmadı mi? Barikatlar kurmadı mı? Hendekler kazmadı mı? Tüneller açmadı mı? Tarihi mabetlerde mevzilenmedi mi?
El-Kaide, Taliban ve IŞID gibi milli ve dini örgütlerin bölgede yaptıkları katliamlar, tarihi yıkım ve tahribatların küresel güçlere veya doğal gaz ve petrol kaynaklarının sömürülmesine bir engel oluşturdu mu? Tersine, küresel işgali, yıkım ve imhayı daha da kolaylaştırmadı mı?
Bağdat, Halep, Şam, Trablusgarp yakılıp yıkılmıyor mu? İstanbul yağmalanıp talan edilmiyor mu? Karadeniz peşkeş çekilmiyor mu?
Moğol istilasından sonra Müslüman coğrafyası, bugünkü kadar talan edildi mi? Ne yazık ki bundan daha çok kahredici olan; bu yıkım ve tahribatı, milyonlarca insanın yüzleri kızarmadan alkışlamış olmalarıdır.!
Peki, bizler, yeniden diriltmek ve geliştirmekle sorumlu olduğumuz bir medeniyeti, kendi ellerimizle yıkarken hiç utanç duyuyor muyuz? Bu utancın sahibi bizler iken, hangi yüzle küresel işgallere, savaşlara karşı olduğumuzu iddia edebiliriz?
Yaramız derin, üzüntümüz büyüktür. Savaş çığırtkanlığı; yağmacıların, hırsızların, ganimet toplayıcılarının şiarıdır. Kurtuluşumuz, onur ve güvenliğimiz asla savaşta değil, sadece ve sadece barıştadır.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra kalıcı barış temin edilmeseydi, Avrupa bugünkü kalkınma ve medenileşmeyi gerçekleştiremezdi. Bizler, bu gerçeği daha ne zaman anlayacağız? 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün bizler için de barış bilincine vesile olmasını diliyorum.
Unutmayalım; medenileşmenin ve kalkınmanın yolu BARIŞ’tan geçer.
Gerçekten de sulhta hayır ve hayat vardır!
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR