Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde ilga edilen Şer'iye ve Evkaf Vekâleti'nin yerine kurulmuş bir devlet kurumudur.
Bir kanunla, “vekâletin görevlerinden muâmelâtla ilgili dinî hükümlerin resmî uygulamadan kaldırılıp yasama ve yürütme yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve onun oluşturduğu hükümete ait olduğu vurgulanmış; İslâm dininin hukuk kuralları (muâmelât-ı nâs) dışında kalan inanç ve ibadetlerle ilgili hükümlerinin yürütülmesiyle ibadet yerlerinin idaresi Diyanet İşleri Reisliği’ne, vakıfların yönetimi ise Evkaf Umum Müdürlüğü’ne” verilmiştir.
Laiklik ilkesine aykırı olduğu halde, Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak kurulmuş, “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli bir kurum” olarak yer almıştır. 9 Temmuz 2018'de ülkenin Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçmesiyle Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevleri arasında 1982 anayasası, özel kanunla “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” yerine getireceğini belirtmiştir (md. 136).
Böyle bir görevin imkânsızlığı bir tarafa, uygulamaları itibariyle tam tersi bir durum ortadadır. Devletin din işlerini yürütmesi, dini organizasyonlar düzenlemesi, din hizmetinde bulunanları memur statüsünde kabul etmesi gibi yasal bir kurumun, din işlerine müdahale etmek ve dini denetim altında bulundurmak istediği ortaya konmaktadır. Kuşkusuz bu da laikliğe açıkça bir aykırılık teşkil etmektedir.
Söz konusu gerekçe ve görevle kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının kurumsal varlığı hem İslam dini açısından hem de laiklik bakımından sorunlu olduğu gayet açıktır. Buna rağmen ehliyetli Diyanet reisleri, nitelikli müftü, vaiz, imam ve müezzinlerin samimi çabaları sonucu kurumsal saygınlığı yakın zamana kadar korunabilmiştir.
AK Parti iktidarıyla, devlet kurumu yerine politik bir merkeze dönüşünce, saygınlığını ve inanılırlığını kaybetmekle kalmadı, açık bir istismar, sömürü ve dinbaz bir yapıya da bürünmüş oldu. Artık laiklik ve din açısından meşruluğu tartışmak yerine partizanlığı, dinbazlığı, israf ve ayırımcılığı ile tartışılmaya başlanmıştır.
Çok sayıda saygın ve âlim insanın görev aldığı ve görevde olduğu bir kurumun bu tartışmalara açık hale gelmesi son derece üzücü bir durumdur. Ne yazık ki her devlet kurumu gibi Diyanet İşleri Başkanlığı da hızla bir ideoloji ve bir parti kurumu imajı vererek tartışmaların odağında yerini almıştır.
Kamuoyu nezdindeki imajı; Diyanet’in, görevlilerini Sünni-Hanefi (Ebu Hanife dışlanarak)-Türk-milliyetçi bir eksende tutarak devasa bir bütçe ile dini sömürüyü ve Din’de cehaletin sürekliliğini sağlayan bir kurum şeklinde tanımlanmaktadır.
Söz konusu imajı, yani çürümüşlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığının ideolojik-politik partizanlığını görmezden gelmek bizler için mümkün değildir.
Kuruluşundan itibaren devamlı tartışma konusu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, günümüzde olduğu gibi hiç bu kadar dikkatleri üzerine çekmemiştir. Başkan Ali Erbaş’ın, İsrail devletinin Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya yönelik çirkin ve faşist saldırıları nedeniyle 11.5.2021 (Cumartesi) tarihli açıklamasında da ideolojik ve politik ifadeleri dikkat çekiciydi.
"Bugün artık slogan atmak, ağıt yakmakla yetinemeyiz. Çözüme dair müşahhas, kalıcı ve gerçekçi adımlar atmak zorundayız. Derhal toparlanmalı ve ümmetin vahdetini temin etmeliyiz" diyerek hayali ve yanıltıcı politik bir dil kullanmıştır.
Tartışmaların, din ve laiklikten daha çok örgütlülük, israf, mezhepçilik, milliyetçili, ideolojik, politik tutum gibi alanlarda yapılmış olması kurumsal vahameti açıkça ortaya koymaktadır.
Başlangıcından itibaren politik mülahazalarla kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı, AK Parti iktidarında olduğu kadar hiçbir iktidar döneminde bu kadar politize olduğu söylenemez. Kamuoyu nezdinde ilk defa bir parti (AKP) rengi ile boyandığı ve bir partiyle özdeşleştiğine tanıklık etmekteyiz.
Camilerde dahi artık muhalefet partileri eleştirilmekte ve açık olarak iktidar propagandası yapılmaktadır. Kuruluş amacından da tamamıyla uzaklaşmış Diyanet İşleri Başkanlığının mevcut konumu, din kardeşliğini temelden sarsmakta, toplumu kutuplaştırmakta, özellikle gençlerimizin din konusundaki düşüncelerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Başkanlığın politik tutumu, Diyanet ve Diyanet görevlilerinin saygınlığını ortadan kaldırması bakımından kurumu daha çok tahrip etmektedir. Gerçekten de çok sayıda nitelikli, bilgi ve ilim sahibi insanımız bu kurumda görev yapmaktadır. Söz konusu istismarın, politik yandaşlığın bu insanları üzdüğünü de ifade etmeliyim.
Ayrıca bir kaç bakanlığın toplamından daha fazla bir bütçeye sahip olması, gereğinden fazla personel istihdam etmesi önemli bir sorun teşkil etmektedir. Gerçekten de Diyanet’in gerekli olup olmaması bir tarafa, bu kadar büyük bir bütçeye, personele ve geniş alana sahip olması gerekiyor mu?
Yeni dönemde, Diyanet İşleri Başkanlığı için en azından bir statü değişikliği gereğine inanıyorum. İslam-Diyanet ilişkisi kurulmadan Diyanet İşleri Başkanlığı, laik- demokratik- hukuk devletine göre yeniden yapılandırılmalıdır.
Diyanetin amacı ve işlevi dini faaliyetleri yürütmek, din eğitimi yapmak ve yönetmek değil, kuruluşları, cemaatleri denetlemek olmalıdır. Böylece devletin Din’e müdahalesi de sınırlandırılmış olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel bütçeden din hizmetleri ve faaliyetleri için harcama yapması laiklik ilkesiyle bağdaşmadığı gibi İslam ve Kur’an ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır.
Devletin/iktidar ve siyasetin, Diyanet ile din işlerine müdahale etmek ve resmi ideolojiyi din kılıfı altında topluma sunmak istediği çok açıktır. Bu durumda hem İslam dinine, hem de laikliğe aykırı bir kurum olarak varlığını sürdürdüğünü rahatlıkla söyleyebilirim.
Bugün itibariyle ciddi bir itibar ve güven kaybı yaşadığını dikkate aldığımızda, önümüzdeki dönemlerde Diyanet’in, en azından uygulamalarıyla bir din kurumu statüsünden çıkarılmasının zorunlu olduğunu düşünüyorum.
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR