Din değişiminden söz etmediğim çok açıktır. Din’ de bir reform ihtiyacından da söz etmiyorum. Dinler arası veya mezhepler ve cemaatler arası bir mukayese de yapmayacağım. Çünkü her din ve insanlık okulları iyilikler, güzellikler ve yararlı işler için gayret sarf eder ve karşılığını da alır. Bu gerçeği Kur’an şöyle ifade etmektedir:
“Doğrusu, müminler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri rablerinin katındadır. Artık onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Bakara/2:62)
Kur’an-i Kerim ve Resul-i Ekrem’in pratiklerinden biliyoruz ki İslam; yalnız teoriden veya ritüellerden ibaret değildir, bir mekân veya zamana da bağlı değildir, bir ırka veya coğrafyaya ait de değildir. İslam; muazzez Peygamberin Kur’an ışığı ile din, dil, ırk, renk, coğrafya farkı gözetmeksizin Hak. Hukuk, Adalet, Ahlak ve Merhamet ilkelerine göre yaşadığı ve uyguladığı bir DİN’dir.
Yine biliyoruz ki İslam; insanı akleden bir varlık olarak sadece yapıp ettiklerinden veya etrafında olup bitenlerden değil, insanlıktan, evrenden sorumlu tutan bir dindir. Buna göre rahatlıkla diyebiliriz ki İslam dini, evreni kuşatan bir hayat sistemidir.
Buna göre, nasıl olur da İslam dini, “O (Allah) her an yeni bir oluş, yeni bir yaratış üzerinedir” (Rahman/55:29) buyruğu ile de anlaşıldığı gibi devamlı bir değişim, gelişim ve yenilenme düzeni içinde olan evrenin karşısında durağan, sabit, hatta değişime ve yenilenmeye, yeni bir oluş ve yaratışa karşı olabilir?
Elbette karşı olduğu düşünülemez. Bu durumda, yani Kur'an/İslam; durağan, sabit ve geçmişte kalan/ geçmişe ait bir din olmadığına göre, Dini hayatın durağan, sabit ve geçmişe ait kurallardan ve uygulamalardan ibaret kalması mümkün müdür?
Ne yazık ki Müslüman çoğunluğun dindarlık ve dini hayattan anladığı tam da budur. Tarih içinde senedi belirsiz on binlerce hadis ve geleneklerle şekillenen sabit, durağan, değişmeyen ve değiştirilemez dini krallara ve dini hayata bağlanmış ve inanmışlardır. Din adamları da, bir statü kazanmak veya konumlarını korumak için bu inanç biçimini sürekli tahkim etmişlerdir.
Dini kuralların ve dini hayatın değişmez ve değiştirilemez olması, doğal olarak bir ‘hayat sistemi’ olan İslam’ın pratiğini imkânsız kılmıştır. Bugün İslam; din adamlarının, siyaset ve egemenlerin şekillendirdiği, yönlendirdiği kural ve ritüellerden ibaret bir din olarak yaşanmaktadır.
Böyle bir dini inanış ve yaşama mahkûm olan Müslümanlar, tabiatıyla sürüleştirilerek çobanlar tarafından güdülmekte, devlet-siyaset-şiddet-terör hizmetinde kullanılmakta, din adamları, dinciler, politikacılar ve devletler/hükümetler tarafından kolayca sömürülmektedirler. Daha açık bir ifadeyle Müslümanlar, ceberut yönetimlere, zalim, ahlaksız yöneticilere dahi itaat etmeyi vacip-farz sayan ilkel, cahil bir anlayışın tasallutu ve tahakkümü altındadırlar.
Uyanmalarına, silkelenmelerine, onurlu, özgür bir yaşam bilinci edinmelerine imkân ve fırsat verilmemektedir. Müslümanların cehaleti adeta koruma altına alınmıştır...! Bireysel ve toplumsal değişim engellenmekte, öğrenilmiş cehaletin kuşatmasından ve korumasından kurtulmalarına imkan tanınmamaktadır. Oysa değişime yönelmeyen bir topluma Allah da yardımetmez.!
“Bir toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyalarındakini değiştirinceye kadar, Allah onların oluşturduğu toplumu değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah`tan başka yardımcıları da yoktur.” (Rad/13:11)
Kuşkusuz, değişime açık olmayan, yenilenmeyen, zamanın ruhunu yansıtmayan bir dini hayat, kaçınılmaz olarak, cehaleti, bağnazlığı, tutuculuğu, yobazlığı, dinbazlığı besleyecek bir zemin oluşturur. Bugün tam da bu noktadayız. Dinciler, politikacılar, din adamları, cemaatler, örgütler, partiler bu kirli zeminde var oldular.!
Çare ve çözüm üretmek için öncelikle kabul etmeli ve itiraf etmeliyiz ki, değişime yönelmeyen, yenilenmeyen, zamanın ruhunu yansıtmayan, evrenselleşmeyen, insanlığı, doğayı ve evreni Rahmet-Adalet ve Salih Amel ile kuşatmayan bir dini hayat İSLAM değildir..!
Bu nedenle İslam’ın kurucu ilkelerinden ve Resul-i Ekrem’in pratiğinden hareketle, Kur’an ışığında yeni bir yol, yeni bir anlayış ve yeni bir hayat biçimi geliştirmek üzere cehd ve çaba içine girmeliyiz. Bu görev ve sorumluluk; ehil, samimi, bağımsız, bağlantısız, özgür ve güvenilir ilim adamlarımızın ve aydınlarımızındır.
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR