Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve “Tek Adam” yönetimi ile Türkiye, 1946 öncesi Tek Parti dönemine geri döndü. Bu dönemde sistemin inşası için başvurulan uygulamaların bir benzerini bugünün iktidarında yaşıyoruz.
Ceberut uygulamaların, hak ve hukuk ihlallerinin yaşandığı Tek Parti döneminde de ülkenin bir anayasası, hükümeti, parlamentosu ve yargısı vardı.
Anlaşılıyor ki temel hak ve özgürlüklerin hukuk teminatı altına alınmadığı, yaşanmadığı, yaşanmasına izin verilmediği bir ülkede hükümetin, parlamentonun, partilerin, yargı sisteminin, mahkemelerin, yargıçların, adalet saraylarının veya Adalet Bakanlığının olması hukukun egemen olduğunu göstermez.
Günümüzde, Türkiye’de bütün bunların varlığına rağmen hukukun üstünlüğünden ve adaletten söz edilebilir mi?
Bu ilkelerin hayata geçirilme çabaları bir tarafa, iddiası dahi tamamıyla çökmüştür. Toplumsal çoğunluğun dahi hukukun üstünlüğüne ve adalete inancı tartışılır duruma gelmiştir. Oysa adalete inanmak ve hukukun üstünlüğüne itaat etmek özgürleşmenin, özgür kalmanın ve medenileşmenin olmazsa olmaz kurallarındandır.
Türkiye’de bunca adaletsizlik, hukuksuzluk, haksızlık ve hak ihlallerine rağmen toplumsal duyarlılığımız neredeyse sıfır düzeyindedir. Çok cılız seslerle verilen tepkiler de her kesimin kendi yandaşına yönelik haksızlıklaradır.
Dünyada benzerine çok az rastlanır karmaşık bir toplumsal zihniyete sahibiz. İdeolojilerin, milli ve dini hamasetin yönlendirmesiyle Batı’nın orta çağ toplumlarını aratmayacak ilkel bir teslimiyet ve itaat örneği vermekteyiz.
Shakespeare’nin Jül Sezar için söyledikleri şu sözler bizim için de geçerli değil mi?
‘’Biliyorum niçin kurt olduğunu: Romalıları birer koyun görüyor da ondan. Aslan kesilmezdi, Romalılar ceylan kesilmese.’’
Böyle bir toplumda adalet inancından ve adaleti gözetmekten doğacak bir duyarlılık beklenebilir mi?
Kanaatime göre sivil-siyasal ve demokratik örgütlülüğün yok edilmesi ve siyasal muhalefetin tamamıyla ideolojik olarak konumlanması, haksızlıklar karşısında toplumsal duyarlılığı da yok etmiştir. Yönetimin ceberut uygulamalarını kolaylaştıran da bu duyarsızlıktır.
AB Üyeliği projesini askıya alan mevcut iktidar için artık uluslararası sözleşmelerin bir önemi de kalmadı. Bundan daha önemlisi, uluslararası toplumun ülkemizdeki hak ihlallerine yönelik baskısını iktidarla birlikte “iç işlerimize müdahale” olarak değerlendiren bir ideolojik, yerli, coğrafi, milli muhalefet oluşmuştur.
Bu durumda otoriter bir iktidara karşı demokratik, muasır ve insan haklarına duyarlı bir muhalefetten söz edilebilir mi?
Otoriter sistemin referansları arasında “ideolojik ve milli olma” zorunluluğu olduğuna göre demokrasi ve hukukun üstünlüğüne karşı olmak da iktidar ve muhalefetin ortak paydasıdır.
Uluslararası toplumun demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda “Türkiye yönetiminin daha dikkatli ve duyarlı olmasını talep etmesi” karşısında iktidarla aynı tepkiyi veren bir muhalefetin, demokrasi ve hukuk iddiası inandırıcı olabilir mi?
Peki, demokrasi ve insan hakları konusunda ulusal ve uluslararası toplumun baskısı olmadan demokratik bir dönüşüm nasıl mümkün olacak? Hukuk devleti nasıl inşa edilecek?
Demokrasi-özgürlük ve hukukun üstünlüğü anlayışı evrensel olmak zorundadır. “Milli demokrasi, milli özgürlük, milli hukuk-milli iktidar-milli muhalefet” veya “Türk demokrasisi, Türk hukuku, Türk adaleti” gibi iddialar, ülkemize özgü dayatılmış ideolojik bir anlayıştan ibarettir. Hiçbir gerçekliği, bilimselliği ve geçerliliği yoktur.
Bizi, muasır medeniyetin yüz yıl gerisine düşüren de bu anlayış değil midir? Bu karanlık anlayışın iktidar ve muhalefet partileri tarafından ortak olarak sahiplenmesi ülkemizin siyaseti ve partileri için çağdışılık, gericilik sayılmaz mı?
Bu durumda muhalefeti iktidardan farklı ve ayrıcalıklı kılan nedir?
İktidar partileriyle yer değiştirmek dışında hangi partinin demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, muasırlaşma gibi projeleri var?
Ülkemizde muhalefet, iktidara karşı ideolojik itirazlardan ibaret sayılmaktadır. Bu nedenle milli ve ideolojik muhalefet, devleti ele geçirmeyi, kamu kaynaklarını ideolojik hakimiyeti sağlamak için kullanmayı planlar. Ne yazık ki mevcut partilerin ve politikacıların iktidarı da muhalefeti de bu amaca yöneliktir.
Siyasal muhalefet ise özünde bir iktidara tavırlı olmanın çok daha ötesinde adaletsizliğe, hukuksuzluğa, haksızlığa, ayırımcılığa, hak ihlallerine ve kötü yönetime karşı duruş sergilemektir.
Nerede böyle bir muhalefet?
İhtiyacımız olan; muasır bir sistemi inşa edecek, barışı ve adaleti sağlayacak, hukukun üstünlüğüne inanan demokratik bir muhalefettir.
Özgür ve eşit yurttaşlığın esas alındığı, farklı olanın haklarıyla, din ve inançlarıyla var olduğu, hak ve özgürlüklerin anayasal düzen ile sağlandığı çoğulcu bir demokratik hukuk sistemine ihtiyacımız vardır.
Bu ihtiyacı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile karşılamak mümkün olmadığı gibi eskiye dönerek “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ile de karşılamak mümkün olmayacaktır. Muasır olmayan her sistem tıkanmak ve otoriterleşmek durumundadır.
Muasır bir sistemin olmazsa olmaz koşullarından biri kuvvetler ayrılığıdır. Yasama-yürütme ve yargının bağımsız olmadığı ve adalet tesis etmediği bir sistemde hak ve hürriyetlerden ve hukukun üstünlüğünden söz edilemez.
Özgürlük, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve adaleti birbirinden ayırmak doğru değildir. Hukukun üstünlüğü adaletin tesisi için zorunludur. Özgürlük ise adaletten başka bir şey değildir.
Bir sistemin “parlamenter”, “başkanlık” veya “yarı başkanlık” şeklinde olması, esas ile ilgili değildir. Sorunların çözümü ve demokrasinin nasıl daha kolay gelişebileceğiyle ilgilidir. Esas olan; insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve muasır bir sistemdir.
Bu amaca yönelik toplumsal bir bilinç, siyasi bir muhalefet, demokratik bir siyaset oluşturmak zorundayız. Otoriterliği seçen mevcut iktidar sadece uzatmaları oynamaktadır, inandırıcılığı, güvenirliliği ve itibarı artık tükenmiştir.
Yönetimi hala sürdürebilmesinin nedeni; gelecek vizyonunu, siyasi paradigmayı, muasır bir anlayışı temsil edecek bir muhalefetin olmaması ve ortak akla dayalı bir siyaset ve parti modelinin alternatif olarak ortaya çıkamamasıdır.
Kin ve intikam iddiası toplumsal karşılık bulsa da mevcut iktidardan farklı bir yönetim anlayışını egemen kılamaz. Bu durumda ihtiyacımız rövanşist, milli ve ideolojik muhalefete değil, iktidar projeleri geliştirecek demokratik, makul ve muasır bir muhalefetedir.
Abdulbaki Erdoğmuş
03-11-2021
YORUMLAR