Güç zehirlenmesi sadece güç sahibiyle sınırlı değildir. Cahilleri olduğu kadar okumuş, kariyer sahibi olmuş, entelektüel, yazar, siyasetçi gibi sorgusuz güce inananları da zehirleyebilmektedir.
Her olumsuzluğu dış güçlere veya iç muhaliflere bağlayan politikacıların, birazcık araştırıldığında daha çok güç peşinde oldukları anlaşılacaktır. Bunların çoğunun güç elde etmek için güce köle olmaya aday oldukları da kolayca anlaşılabilir.
Daha üst düzeyde düşünüldüğünde, ülkesinde güç sahibi olmak için dış güçlere bağımlı olmayı ilke edindikleri görülecektir. Yönettikleri devletlerin istikametini de devletin gücüne göre değil, köle oldukları güce göre belirlerler.
Coğrafyamızda egemen yöneticilerin neredeyse tamamı bu kapsamda düşünülebilir. Bunları, ABD veya başka bir gücün boyunduruğunda tutan da bu anlayıştır.
Filistin halkının ‘bağımsızlık’ mücadelesini desteklemek yerine, “dava” olarak tanımlayıp bayraklaştıranların daha çok İsrail’e hizmet ettiklerini de örnek olarak vermek isterim.
Sadece bu örnekle Müslümanların nasıl kullanıldıklarını anlamak mümkündür. Özellikle Müslümanlık iddiasındaki yöneticilerin, yerel veya milli gücünü korumak veya bu gücü elde etmek için İsrail başta olmak üzere başka güç odaklarıyla “suni düşmanlık” ve gerginlik yaratarak iktidarlarını sürdürdüklerini anlamak -en azından sorgulayanlar için- hiç de zor değil.
Ne yazık ki bu anlayış bugünün değil, geçmişten gelen bir geleneğin devamıdır. İktidar olmak veya iktidarda kalmak adına ülkesinin ve halkının değil, güçlünün yanında yer alarak kullanılmayı içselleştirmiş bir siyasi geleneği benimsemiş durumdayız.
Halkın da bilmeyerek değil, bilerek bu anlayışa destek verdiğini düşünüyorum. Bu iddiamın en belirgin gerekçesi, CB Erdoğan’ın, “Büyük Ortadoğu Eş Başkanı” (BOP) olduğunu söyleyerek “anti Amerikancı ve anti İsrail” iddiası taşıyan Müslüman çoğunluğun oyunu, desteğini, hayranlığını kazanmış olmasıdır.
İktidarın bütün olumsuzluklarına rağmen hala geniş bir seçmen kitlesinin CB Erdoğan’ı desteklemesinin nedeni, “GÜÇ” değil de nedir?
Gücün, sadece yöneticileri, politikacıları değil, halkı da nasıl zehirlediğini verdiğim örnekten anlamak mümkündür, diye düşünüyorum.
Kanaatime göre bizim gibi ülkelerde, planlı yoksullaştırmanın nedeni de halkın zayıflatılarak yardıma muhtaç haline getirmek, biat ve itaate zorlamak ve gücün devlet/iktidar ve yandaş bir azınlıkta kalmasını sağlamak içindir.
Tıpkı Fransız edebiyatının ünlü isimlerinden Victor Hugo’nun (1802-1885) belirttiği gibi: “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk.”
Kuşkusuz bu anlayış, yöneticilerin otoriterliğini sağlarken, bürokratların, iş insanlarının, medya ve akademyanın ve genel olarak halkın itaatkâr olmasını da sağlar. Böylece bilenler ve bilmeyenler dahil itaat edenler tarafından ülke; cehenneme bile çevrilirse yine cennet olarak anlatılır.
Bilmeyenleri masum görebiliriz ancak bilenlerin masum görülmesi mümkün mü?
Güç zehirlenmesi sonucudur ki ülkemiz hızlı bir çöküşü yaşamasına rağmen, hala mevcut yönetime ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine güvenmeye, itaat etmeye devam edenlerimiz var.
Yaşanmış bir örnekle bu durumun daha net bir biçimde anlaşılacağına inanıyorum:
Almanya'da inşa edilen Estonya Feribotu 1994'de kıyıya yakın bir yerde su alıp yan yatarak battı. 852 yolcu öldü, 137 kişi bu kazadan kurtuldu.
Ölenlerin %98’i yüzme biliyordu.
Peki bu 852 yolcu nasıl öldü?
Feribot 28 Eylül gece 00.30’da sert dalgalar nedeniyle su almaya başladı. Su miktarının artmasıyla tahliye işlemi hemen başlatıldı. Ancak 987 yolcudan sadece 137’si feribotu terk ettiler ve kurtuldular.
Geri kalan 852 yolcu ise gemi kaptanının:
“Sayın yolcularımız, lütfen panik yapmayın; dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözlerine kanarak su boşaltma işlemini merakla izlemeye başladılar.
Saatler ilerledikçe feribot daha da yan yattı ama 852 yolcu izlemeye devam etti. Saatler 01.50’de Estonya Feribotu tamamen sulara gömüldü.
852 yolcunun Feribotun su aldığını ve yan yatmaya başladığını görmelerine rağmen son saniyeye kadar izlemeleri, psikoloji kitaplarında “Estonya Feribotu Sendromu” olarak yer almıştır. O insanların davranış şekillerine psikoloji bilimi mantıklı bir açıklama getirememiştir.
Umarım sonumuz, Estonya Feribotu Sendromu gibi olmayacaktır!
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR