İslam kültüründe muhabbet, uhuvvet, dostluk, sevmek genellikle aynı anlamda kullanılmaktadır. Amaçları itibariyle aynı anlamda kullanılmalarında bir sakınca da yoktur. Ancak benim amacım kavramlar üzerinde bir tartışma değil, ihtiyacımız olanı öncelemektir.
Sevginin, özellikle felsefe ve tasavvufta işlendiğini hatırlatmakta fayda vardır. Felsefede sevgi, “evrende birleştirici ilke” olarak kabul edilir. Platon’a göre “güzele duyulan sevgi (eros) ideaların bilgisine götüren yoldur.” Bu yaklaşım, tasavvufta da İlahi aşka giden yol olarak tanımlanır.
P.Sorokin’in sevgi ve özgürlük arasındaki ilişkiye yönelik tespiti de önemlidir. “Sevgi yaşantısı en yüksek anlamında özgürlüktür. Bir şeyi sevmek, bağımsız bir şekilde, zorunluluk hissetmeden ve zorlama olmadan hareket etmek demektir. Bunun aksi de aynı derecede geçerlidir. Özgür olmak, insanın sevdiği şeyi yapması demektir. Bu anlamda sevgi ve özgürlük eşanlamlıdır; sevgi, en yüksek özgürlük biçimidir. Zorlama ve zorunluluk, sevginin reddedilmesidir. Sevginin olduğu yerde zorlama, zorlamanın olduğu yerde sevgi olamaz. Sevgi ne kadar büyük olursa, özgürlük de o kadar büyük olur. Bütün insanlığı seven bir insan, bu insan evreninde özgürdür, bütün evreni seven bir insan, bütün dünyada özgürdür. Dünyadan nefret eden, kölelerin en büyüğüdür. Herhangi bir şey ya da insan, onun düşmanıdır; her şey ve herkes onu engeller, ona karşı çıkar, onu zorlar, ona baskı yapar; özgürlüğünü sınırlar. Cansız eşyalardan insanlara kadar, bütün dünya cellat dolu bir hapishanedir; onun için sevgi özgürlük, özgürlük ise sevgidir.”
P. Soroki’nin tespitini aşırı bir tanımlama olarak gördüğümü ifade etmeliyim. Aynı kanaatim, sevgi ile ilahi aşk arasında ilişki kuran tasavvuf erbabı için de geçerlidir. Ayrıca iki tarafın sevgi tanımı da, dünyaya yaklaşımı da farklıdır.
Genel olarak sevgi, “insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” olarak bilinir. Bu bağlamda değerlendirilmesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü duygu dünyası her canlıda farklıdır ve değişkendir, azalır-çoğalır, eksilir-fazlalaşır, her zaman aşırılığa kaçabilir. İnsan; birdenbire tutku derecesinde sevebilir, bir süre sonra bu sevgi aşırı nefrete dönüşebilir, bir gün önce sevdiğini, bir gün sonra terk edebilir.
Herkes, hatta her canlı sevebilir. Sevgi; ilkesi, zamanı, kuralı olmayan bitmez-tükenmez bir hazinedir. Seveni özgürleştireceği gibi köleleştire de bilir. Dünyaperest yapabileceği gibi “terk-i dünya” noktasına da taşıyabilir.
Ayrıca cani, katil, hırsız, yalancı, sahtekâr, dinbaz, düzenbaz, psikopat, bencil, günahkâr, suçlu, despot, zalim, ikiyüzlü gibi olumsuz vasıflarına rağmen seven ve sevilen insanların olabileceği de gayet açıktır. Sevdiği halde sevdiklerine eziyet eden, haksızlık yapan, zulüm ve işkenceyi reva gören, hatta sırf sevdiği için sevgilisini öldürecek kadar aşırı giden çok sayıda örnekler yaşıyoruz.
Kuşkusuz sevmek, sevilmek önemlidir ve çok da güzel bir duygudur. Herkesin hatta her canlının ihtiyaç duyduğu da ortadadır. Ancak duygusaldır, güven, barış, huzur, kardeşlik için yeterli olmadığı da gayet açıktır. Yunus Emre’nin; “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” ifadesini de bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Bu nedenle duyguyu aşan, ilkeleri ve kuralları olan muhabbete ihtiyaç duymaktayız. Yunus'un sevgisi aşktır, aşk ise muhabbet değil bağlılıktır, tutkudur. Tutkuda akıl, bilgi, gerçeklik aranmaz. Tutku sevgide, sevdiğinin aşkında yanmaktır, ölmektir, kül olmaktır, yok olmaktır.
Sevgi tek taraflı ve karşılıksız mümkün iken, muhabbet tek başına veya karşılıksız mümkün değildir. Mecnunun aşkı muhabbet değildir, Leyla'yı ölesiye sevmiştir, Leyla ise Mecnun’un varlığından bile haberdar olmamıştır.
Mürid- Şeyh ilişkisi muhabbet değil tek taraflı bağlılıktır, bazen müridin tanınıp bilinmesine de gerek yoktur. Varlığından şeyhinin haberi bile olmayabilir. Mürid sevildiğini bilmeden sevendir.
Muhabbet ise inanmaktır, akletmektir, yaşamayı bilmektir, yaşamaktır, yaşatmaktır, yaşayanlarla birlikte yaşamayı öğrenmektir, insan kalmayı bilmektir. Çünkü muhabbet, vicdanla yaşanır. Muhabbet; adaleti, ahlakı, paylaşmayı, barışı gaye edinmek ve her alana yayarak, toplumsal hayata hakim kılmaktır.!
Muhabbet, Yunus’un duyduğu sevgi ve aşk değildir. Çünkü tak başına yaşanmaz. Hz İsa ile Havarileri ve Hz Muhammed ile Ashabı arasındaki ilişki muhabbettir. Kendi aralarında “bir tarağın dişleri gibi” eşittirler. Renk, dil, etnik aidiyet, sınıf, cinsiyet ayırımı olmaksızın aynı havayı teneffüs ederek, aynı sudan içerek, aynı hedeflere yönelerek muhabbet ortak paydasında buluştular. “Yeryüzünde olan her şeyi onlara verseydin, onların kalplerini birbirine ısındıramazdın. Ama Allah (ortak bir amaç olarak) onları birbirine ısındırdı” (Enfal/8: 63)
Sevgide vicdan ve meşruiyet aranmaz, sevgilinin yaptığı her şey, o sevgiden dolayı insana güzel gelir. Gayr-i meşru sevgi olabilir ancak gayr-i meşru muhabbet olamaz. “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir."
Doğa ile insan ilişkisi de sevgi ile değil muhabbet ile ancak fıtri bir zemine oturur. Esas olan; doğayı sevdiği için yakıp yıkarak içinde konut, inşaat yapmak değil, zarar vermeden varlığından, güzelliğinden yararlanmaktır. Bu da ancak muhabbetle mümkündür. Muhabbet; gülü sevdiği için dalından koparmak değil, dalında muhafaza etmektir. Muhabbet; sevdiği için kuşu, kekliği, bülbülü, şahini, atmacayı kafesinde tutsak edinmek değil, onları özgür bırakmaktır, gökyüzünde arz ve endamlarını izleyip sevinebilmektir.
Hayvan sevgisi; hayvanları tutsak edinerek, evde, iş yerinde, seyahatte, tatilde onlarla vakit geçirmek, oynamak veya sirklerde onlarla eğlenmektir. Muhabbet; hayvanların hakkını, hukukunu, doğal alanını korumaktır, doğada hemcinsleriyle neslini devam ettirmeyi sağlamaktır, onlarla aynı doğayı paylaşmayı başarmaktır.
Sevenler hep olsun, aşklar hep yaşansın, tek taraflı, karşılıksız sevenler de -mutlu olacaklarsa- hep olsunlar..! Dergahlarında sevgiyi önceleyen ve "Gel, gel kim olursan ol gel" diyerek herkese seslenen Mevlanalar, veya "yaratılanı yaratandan ötürü" seven Yunus Emreler gibi gönül insanları hep olsun..!
Ancak toplum olarak ihtiyacımız olan; duygu temelinde bir sevgi değil veya gerekçesi ne olursa olsun birilerinin bizi sevmesi değildir. İhtiyacımız olan; onurumuzu, emeğimizi, hakkımızı, hukukumuzu bilen, tanıyan, saygı gösteren, uygulayan ve bizden de aynısını talep eden ve bizim de aynı şekilde karşılık vereceğimiz bir sistemi tanımlayan MUHABBET’tir. Bu sistem; hak, insanlık bilenlerin, eşitlerin sistemidir. Bu sistemde toplum, duygularıyla değil, akıl ve bilgi ile inanarak, isteyerek var olmayı ve herkesin hakkının gözetilmesini, medenileşmeyi, adalet ve barışı esas alır. Bu sistemde ayrışmaya, ayırımcılığa, dayatmaya, cehalete, husumete yer de, zaman da yoktur. Üstad’ın ifadesiyle; “medenîlere galebe çalmak iknâ iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.” Vesselam..!
Abdulbaki Erdoğmuş
YORUMLAR