ANAYASAL YARGI - ANAYASA MAHKEMESİ....
Danıştay; 1978 yılı Ocak ayı içinde Hakimlik Sınavı açtı....Danıştay 15 Hakim Adayı alır ve sınav yapar. Önce Yazılı ve sonrada ilk 25-30 a giren adayları sözlü Sınava tabi tutar.
Anımsadığım kadarı ile bende 11. olarak Danıştay' a YARDIMCI-RAPORTÖR olarak atandım...
Danıştay'ı , yani; İDAREYİ-Bakanlar Kurulu Kararları yanında; Ülkedeki tüm İdari Birimlerin KARARLARINI Yargı süzgecinde geçiren bir Yüksek Mahkemeydi DANIŞTAY....
Kırşehir vilayetim...Tanıdık arkadaşlara; hava yapardım. KIRŞEHİR -merkezde- Danıştay'da Hakim yok...Ama MUCUR İlçesinde Bir ÜYE-Yüksek Hakim- ve dört tanede YARDIMCI-RAPORTÖR HAKİM vardı. Danıştay'da görev yaptığım süreçte şu ilkeyi öğrendim ve de benimsedim...
" Ülkeyi Yönetenler....Tüm TASARRUFLARI yönünden bir Hukuk içinde kalınarak, YARGISAL BİR DENETM İçindedirler. Yönetenlerde bunun bilincindeydiler. Kararlarını alırlarken; Yargıya-Danıştay'a- takılmamaya özen gösterirlerdi."
xxxxxxx
1970 li Yılların öncesi...KIRŞEHİR YATILI İLKÖĞRETMEN OKULU Öğrencileriyiz...
Doğmatik-mistik bilgi ve düşüncelere kapalıyız.Çağdaş ve teknolojik bilgilerle donanımlıyız. SOYUZLARIN-Kozmonatların... APOLLARIN -ASTRONOTLARIN; Dünyanın Uydusu AY'a ulaşmak üzere olduğu bir çağın EĞİTİMCİ Adaylarıyız.
İlgimizi en fazla çeken illerden biri ise HAKKARİ....Bizden önceki dönemde bazı arkadaşlarımız; HAKKARİ ilinin değişik yerleşim yerlerinde , görev aldılar.
Sosyal içerikli bir derği ve bazı gazetelerden bir ŞİİR yayınlandı.
Adı; "ANYASO "
-A N A Y A S A O-
Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!....
Bana bir alfabe veremezmiydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem,
Dil bilmezem,
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem,
Gurban olam, çaresi ne, hoy babooov?
Bekek yanir,bebek hasta, bebek ataş içinde,
Ben fakiro,
Ben hakiro,
Dohtor,ilaç, çarşı,bazar tam takıro
Gurban olam bu ne işdir, hooy babooov?
Çociğ ağliir, çociğ ölir, hooy babooov?
Parasizo,
Çaresizo
Ben halsizo,ben dilsizo,şeher uzak, yolsizo
Bu ne haldir, bu ne iştir hooy babooov?
Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler,
Yedi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler
Hökümete arz eylesem azarlarr.
Ben ketimo
Ben hetimo,
Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov?
Şavata'dan Angara'ya ses getmiir,
Biz getmeğe guatımız hiç yetmiir,
Malımız yoh,
Yolumuz yoh,Angara'ya ses verecek dilimiz yoh,
Ganadımız, golumuz yoh.
Bu ne biçim memlekettir hooy babooov?
Yerin, yurdun adresin bilmiirem
Angara'da ANAYASO !
Ellerinden öpiy Haso,
Yap bize de bir iltimaso,
Bu işin mümkünü yoh mi hooy babooov?
xxxxxx
Şiirin yazarının OZAN ŞEMSİ BELLİ olduğu anlaşıldı...
Sonraları yaratılan Kamuoyu sonunda; Duyarlı bir Geençlik örgütü; SOSYA DEMOKRASİ FEDERASYONU;
ZAP Suyu Üzerine, kendi Gücü ile bir KÖPRÜ YAPTI...
ANAYASAO Şiirinde Seslenen İnsanlarımıza HİZMET OLARAK SUNDULAR...
Ben ve Dönemimdeki Arkadaşlarım...Bu DUYGULARLA YETİŞTİRİLDİK.....YETİŞTİK.....
xxxxxxx
DEMOKRASİ....
En küçük toplumlardan en büyük toplumlara...En ilkel toplumlardan, en gelişmiş toplumlara...En geçicisinden en kalıcısına kadar tüm SOSYAL Toplumlarda; her zaman " YÖNETENLER ve YÖNETİLENLER..." olmuştur. Ve aralarında da Temel bir AYRIM da olmuştur. Bir spor külübünde,bir dernekde bunları görürüz.
Eskiçağdaki SİTELERDE veya Modern bir Toplumda -Ulus'da her zaman EMİR VEREN ve bu emre uyanlar vardır. Bu ayrım az veya çok belirli, iktidarların örgütlenişi az yada çok,yetkin olabilir. Böyle bir farklılaşmayada örgütlenmiş bir iktidara da daima rastlanır.
Bazılarına göre de; "İktidar belirli kişilerce kullanılmıyor.Topluluk içinde yayılan durumda ...Herkes toplumun kabül ettirdiği genel ilkelere uymakla yükümlüdür.Bu durumda herkes YÖNETEN-YÖNETİLEN...
Yöneten ve Yönetilenler ayrımı; Halkın Halk tarafından yönetildiğini söylemek, hiç bir şey söylememektir.
Gerçek Demokrasi asla var olmamıştır. Bundan sonrada olmayacaktır da. Çogunluğun yönetmesi ve yönetilmesi doğal düzene aykırıdır.
Siyasal Rejim; geniş anlamda belirli bir sosyal grupta , yönetenlerle yönetilenler ayrımın aldığı şekildir.
Dar anlamda ise; siyasal rejim,sadece insan toplumunun özel bir biçimi olan ulusun yönetim yapısını belirtir.
Her siyasal rejim; bir sosyal topluluk içindeki YÖNETENLERİN örgütlenmelerinden ve varlıklarından doğan sorulara verilen cevaplar bütünüdür.
-YÖNETENLERİN SEÇİMİ; bir rejimin değeri, geniş ölçüde onu oluşturan Yönetici kişlerin DEĞERİNE bağlıdır.Bu nedenle bunların seçilme yöntemleri, rejimin esas temellerinden biridir. Yönetenlerin yetkisi ile Yönetilenlerin özgürlüğünü bağdaştırmak söz konusudur. Siyasal Yönetimi sınırlandırmak ise;YÖNETENLERİ YÖNETİLENLERE Seçtirmektir.
Burada önemli ilke ise; Siyasal Rejimlerin çeşitlerinin birbirinden farkı; YÖNETENLERİN; genel ve dürüst seçimlerle işbaşına gelmeleri olgusuna bağlıdır.
Seçim Yöntemleri ise; Bir devletin Yönetimini belirlemek için bir çok yöntemler vardır.
İlki; Yönetenlerin Seçilmesini ; Yönetilenlere bırakan Demokratik yöntemler...
Diğeri ise; Yönetenlerin seçilmesi işlemine Yönetileri hiç karıştırmayan OTOKRATİK Yöntemler...
- FETİH ile olabilir. İktidarın fethi, yönetenlerin seçimlerinde tutulan bir yoldur. Darbe ile gelebilir.
-KALITIM yolu ile olabilir. Babadan oğula geçiş...Bizdeki Padişahlık...
-HALEF SEÇME; Yönetimde bulunan Yöneticinin, kendisinden sonra gelecek Yönetici-Halefini seçmesidir.
-KURA; Yöneticilerin alternatifler arasında kura ile belirlenir.
Sosyal Demokrasi; Çok farklı bir temele dayanır. Soayal Demokrasi , özgürlüğü eğemen kılmaktan çok , eşitliği gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Sosyal demokrasi için önemli olan bazı kişilerin ekonomik yönden başkalarına KÖLE olmasına ve sömürülmesine yer vermemektir.
Yaşam için gereken şeyleri, bunları üretenler bulamazken, bunları üretmeyenler bolluk içinde olmaktadırlar. Sosyal Demokrasi her zaman bunu ilke edinir.
xxxxxx
Evet...Bu süreç içinde ANAYASAL YARGIYI da izlemem gerektiği için olsa gerek; izledim... Yani ANAYASA MAHKEMESİNİ....
Anayasamız; DENETİMLİ Bir Anayasadır. Bunun yanında LAİK HUKUK Devletinin ilkeleri ile görev yapar.
Anayasamızın 145. ve 152. Maddeleri düzenlemektedir, bu YÜKSEK MAHKEMEYİ...
a) Başkan ve Üyelerinin Seçimi:
Anayasa'nın 145. Maddesi bu konuda düzenleme getirmiştir;
Anayasa Mahkemesi onbeş asıl ve beş yedek üyeden kurulur. Asıl üyelerden dördü Yargıtay, üçü Danıştay , kendi başkan ve üyeleri, C. Başsavcısı ve Danıştay Başkanunsözcüsü arasında; üye sayılarının salt çoğunluğu ile gizli oy ile seçerler. Bir üyede Sayıştay Genel kueulunca kendi Başkan ve üyeleri arasında aynı usül ile seçilir.
Millet Meclisi üç,C. Senatosu iki ve Cumhurbaşkanıda iki üye seçer.Cumhurbaşkanı üyelerden birisini Askeri Yargıtay üyeleri arasında ,Genel kurullarınca gösterilen üç aday arasından seçer.
Millet Meclisi ve C.Senatosu ; TBMM Üyeleri dışında seçer.
Anayasa Mahkemesi, kendi üyeleri arasından bir Başkan ve bir Başkanvekili gizli oyla ve salt çoğunlukla seçer.
Gerek Millet Meclisi ve gerekse C. Senatosu da Yargı Organlarında ki Üyeler veya Hukuk Öğrenimi veren Öğretim üyeleri arasından seçer
Yargıtay iki, Danıştay bir ve MİLLET MECLİSİ ve C. SENATOSU birer YEDEK ÜYE Seçerler.
b) Üyeliğin Sona Ermesi...
Anayasanın 146. maddesi düzenlemiştir. 65 Yaşını dolduranlar zorunlu olarak... Meslekten çıkarmayı gerektiren suç işletip mahkum olanlar ve Sağlık sorunları nedeni ile görevi yapamayanlar; Mahkemenin salt çoğunluk kararı ile emekli olurlar.
c) Anayasa Mahkemesinin Görev ve Yetkileri....
Anayasa Mahkemesi,kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüklerinin Anayasa'ya, Anayasa değişiliklerinin de Anayasa'da gösterilen şekil şartlarrına uygunluğunu denetler.
Bu fıkra; 12 Mart 1971 Askeri Müdahale döneminde değiştirildi. Anayasa Mahkemesi Anayasa değişiliklerini de ESAS yönden denetleyebiliyordu. 1971 Dönemi ile ; Yüksek Mahkeme; Anayasa Değişiliklerini sadece USULU Yönden denetleyebiliyor.
Ayrıca; Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu Üyelerini; Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Askeri Yargıtay, Yüksek Hakimler Kurulu Üyelerini, Kendi Üyelerini ve Yargıtay C. Başsavcısını, Danıştay Başkanunsözcüsünü Görevleri ile ilgili Suçlarında YÜCE DİVAN Sıfatı ile yargılar.
Anayasa Mahkemesinde Savcılık görevini Yargıtay C. Başsavcısı yapar.
Anayasanın bu maddesinin ilk fıkrası; 20 Eylül 1971 değişikliği önce şu şekildeydi;
"Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüklerinin Anayasaya uygunluğunu denetler."
Şekindeydi. Yani Anayasa Mahkemesinin TBMM.ce Anayasanın maddelerinde yapılan değişiklikleri, sadece USUL yönünden DENETLEYEBİLECEK. ESAS YÖNÜNDEN Denetleyemecek.
Ancak; Anayasanın 38. Maddesine eklenen;
"Kamulaştırma İşlemlerinde; kamulaştırılan taşınmazın Kamulaştırma değerinin VERĞİ Beyanını geçemez."
Anayasa Mahkemesi; bu düzenlemenin Mülkiyet Hakkının Özüne dokunduğundan, bir hakkın bir hakkı sınırlayabileceğini ve Özüne dokunamıyacağı ...Kamulaştırma Müessesinin; MÜLKİYET HAKKIN Özüne dokunup, Kaldırdığından ve Kamulaştırılan yerin GERÇEK Bedelinin belirlenerek, Hak sahibine ödenmesi gerektiğinden..." düşüncesi ile adı geçen Anayasal Düzenlemyi Anayasaya Aykırı gördü.
Bu fıkradaki Düzenlemesi; 1975 yılında; Anayasa Mahkemesince 8 Üyenin KABÜL ve 7 Üyenin RET Oyu ile İPTAL Edildi. Dava, Anayasa Mahkemesine bir Kamulaştırma Davasını görmekte olan Asliye Hukuk Mahkemesince İTİRAZ Yolu ile getirildi
Daha sonraları, 1982 Anayasının Başlangıç Maddelerinde değişikliklere gidildi. Ama; Anayasa Mahkemesi, önceki bu kararı EMSAL olduğuna dayanarak, değişimleri iptal etti.
Yani ,Anayasa Mahkemesi;
" Ben Anayasanın değişimi değil, değiştirilmesi dahi önerilemeyecek Düzenlemeler var...Bunların değiştirilmesine izin vermem..." diyor.
d) İptal Davası: Anayasanın 149. maddesi bu konuyu düzenlemiştir.
-Dava hakkı; Cumhurbaşkanı;Yasama Meclislerindeki siyasi parti grupları ve TBMM.de gruu bulunan siyasi partiler ile son milletvekili genel seçimlerinde muteber oy sayısının en az yüzde onunu alan siyasi partiler; Yasama Meclislerinden birinin üye tam sayısının en az altıda biri tutarındaki üyeleri, kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren alanlarda Yüksek Hakimler Kurulu, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve üniversiteler, kanunların veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüklerinin veya bunların belirli madde ve hükümlerinin Anayasaya aykırılığı idddiası Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilirler...
-Dava Açma Süresi: Anayasanın 150. maddesi düzenlemiştir.
Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, iptali istenen kanunun veya İçtüzügün Resmi Gazetede yayınlanmasından başlayarak doksan gün gün sonra düşer.
-Anayasaya Aykırılığın Diğer Mahkemelerde İleri Sürülmesi...
Bu konuyu Anayasanın 151. Maddesi düzenlemiştir.
Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanunun hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karar kadar davayı geri bırakır.
Mahkeme, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi görmezse, bu iddia, temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere altı ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse, mahkeme, Anayasaya aykırılık iddasını, kendi kanısına göre çözümleyerek davayı yürütür. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkemeler buna uymak zorundadır.
e) Anayasa Mahkemesinin Kararları;
Anayasanın 152. Maddesi düzenlemektedir.
Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Kararlar , gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesince, Anayasa'ya aykırı olduğundan iptaline karar verilen kanun veya içtüzük veya bunların iptal edilen hükümleri ,gerekçeli kararın Resmi gazeteden yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde, Anayasa Mahkemesi, iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih kararın Resmi Gazetede yayınlandığı günden başlıyarak bir yılı geçemez.
İptal kararı geriye yürümez.
Anayasa Mahkemesi, diğer mahkemelerden gelen Anayasaya aykırılık iddiaları üzerine verdiği hükümlerin ,olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olacağına da karar verebilir.
Anayasa Mahkemesi kararları resmi Gazeteden hemen yayınlanır ve devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.
1961 ANAYASASI - 1982 ANAYASASI- MEVCUT ANAYASANIN
DAYANDIĞI İLKELER....
Anayasalarımızdaki düzenlemelerin özü; Türk Devleti; 1924 Anayasasına 1937 tarihindeki eklenen;
Türkiye Devleti; "CUMHURİYETÇİ, MİLLİYETÇİ, HALKÇI, DEVLETÇİ, LAİK ve DEVRİMCİ " olarak nitelendirilmiştir.
1961 Anayasası; Türkiye Devletinin bir "CUMHURİYET " olduğunu belirtiyor ve Anayasa 2. maddesinde ise Cumhuriyetin; " başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayandığı ; insan haklarına dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti " olduğunu belirliyor.
-1961 Anayasası, meşru bir temele dayanmaktadır. Yerinde görüp kabül edersin veya yerinde görmeyip kabül etmezsin;
"Anayasa Meşru bir temele dayanır.Anayas ve hukukdışı tutum ve davranışları ile MEŞRULUĞUNU kaybetmiş bir yönetime karşı yapılan Askeri Müdahale sonucunda T. C. KURUCU MECLİSİ'nin önderliği tarafından hazırlanıp ve Doğrudan Doğruya Türk Milletince KABÜL ve İlan edilen bir ANAYASADIR.
- Anayasada Direnme Hakkının varlığı; Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybeden iktidara karşı yurttaşların DİRENME HAKKININ Varlığı kabül edilmiştir.
Anayasayı çiğnemeğe kalkışacak Yöneticilerin uyarılmasının olmasının bir hak olduğu görülmektedir.
-Türk Milliyetçiliği ise; Türk Milliyetçiliği, devlet yönetimini kullananların davranışlarında temel bir ilke olabilmek için, ulusun tüm bireylerini; "kaderde ,kıvançta ve gaygılarda ortak,bölünmez bir bütün halinde , milli şuur ve ülküler etrafında toplamaktır."
- Anayasanın amacı," İnsan hak ve özgürlüklerini, milli dayanışmayı , sosyal adaleti,kişilerin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmektir. İktidar olanlar ve iktidarı kullananlar davranışlarını bu temel ilkeye uydurulmalıdır.
-Anayasanın bekçiliği; Tüm kuralların ve kurumların ötesinde milletin özgürlüğüne, adalete ve beraberliğe aşık evlatlarına düşer. Anayas bekçiliği ile Direnme hakkı birbirine bağlanmış olmaktadır.
-Direnme Hakkı;
İnsanlar, baskı ve zülüm karşısında ,özgürlüklerini koruyabilmek için, gerekirse zor kullanaraak, daha doğrusu zor kullanana karşı zor kullanıp başkaldırarak, yani zor kullanıp başkaldırarak direnmeleri doğaldır.
17. Yüzyılın Düşünürü JOHN LOCKE,
" BİR DEVELET İÇİNDEKİ ÜSTÜN GÜCÜN HALKA AİT OLDUĞU, HALKIN BUNU YASAMA ve YÜRÜTME ORGANLARINA DEVREDEBİLECEĞİNİ, ANCAK DEVRETTİĞİ GÖREVLİLER BU GÜCÜ KÖTÜYE KULLANDIĞI ZAMAN DA KÖTÜYE KULLANANLARA KARŞI AYAKLANABİLECEĞİ İNANCINA DAYANDIĞI..." görüşündedir.
Böyle bir hakkın bir madde şeklinde Anayasaya konması ile, Kurulu Düzen içinde çeşitli sakıncalar ve sıkıntılar oluşturur.
Daha önce konan kurallardan ayrılmış ve işkence-zülüm yoluna sapmış bir güç karşısında zor kullanarak direnmek, insanların doğal davranışlarına ve içgüdülerine de uygun olabilirdi.
Ancak bunun bir Anayasal kural olarak , Hukukça düzenlemesi de kurulıu düzenin adına kuvvet kullanmak isteyenlerin karşısında bir engel olurdu.
Direnme Hakkı; Anayasanın maddeleri arasında yer almaması da doğaldır.Ama, böyle bir haktan söz etmek en güzel ve doğru yoldur.
DİRENME SÖZÜ;Anayasayı çiğnemek isteyen- kalkışan yöneticiler için bir UYARI özelliği taşımaktadır.
Direnme Hakkının Anayasa da yer alarak düzenleme yapılıp yapılmayacağı hukukçular arasından hep tartışma konusu olmuştur.
Uygulamada sık sık başvurulan PASİF DİRENMELER vardır. Boykota gitmek, topluca açlık grevi yapmak, yönetimin emirlerini yerine getirmemek, yasalara uymamak, uzun süreli gösteri yürüyüşlerine katılmak....
1961 Anayasamızın düzenlemeleri ışıgında;DİRENME HAKKI, Yurttaşların Anayasaya bekçilik etmeleri düşüncesi ile beraber değerlendirildiğinde geçerli olan bir anlam ifade eder.Bu bekçilik Direnme hakkına dayandırıldığı sürece Yönetime bir uyarı özelliği kazandırır.
- İNSAN HAKLARINA Dayanan DEVLET;
Anayasanın 2. maddesi; açık bir şekilde düzenlemiştir. T.Cumhuriyeti, yurttaşlarının onur içinde yaşayacakları , insan olarak kendilerine tanınan haklardan ve özelliklede özgürlüklerdeen yararnabilecek bir devlet olması gerekir.
Bu hak ve özgürlüklerin Anayasa ve yasalarda düzenlenerek gösterilmesi de yeterli değildir. İnsancıl bir felsefeden de daima güç alması gerekir. Anayasa; "İnsan HAYSİYETİ..." sözcüğünü bazı maddelerinde de düzenlemiştir.
İnsan Hakları; çok geniş bir anlam taşır.Tüm insanlara , insan oluşlarından dolayı tanınması gereken hakların tümünü taşımaktadır.Kişi hakları bireyci ve ekonomik,sosyal haklar dışında kalan klasik özgürlükleri ifade eder.
Kişi Hakları; ekonomik ve sosyal haklar dışında kalan klasik özgürlükleri kapsar. Kişi özgürlüğü de diyebiliriz. T.C. Devleti, yurttaşlarının onurlu bir şekilde yaşayacakları, insan olarak kendilerine tanınmış olan haklardan ve özgürlüklerden yararlanacakları bir devlet olmalıdır.
Özgürlük,soyut olarak savunulması gereken bir DURUM değildir. Sürekli olarak kazanılması, gerçekleştirilmesi gereken bir oluşumdur. İnsan için, doğal özgürlük yerine ekonomik ve sosyal koşulların değişimide, aşama aşama somutlaştırılacak olan bir özgürlük gerekir.
İnsanın doğuştan düşünce özgürlüğüne sahip olduğunu söylemek bir anlam ifade etmez. O insanın iyi düşünmeyi sağlayacak ve geliştirebilecek özellikde eğitilmesi gerekir. Eğitimin ve Öğrenmenin yollarının kendisine tanınması, düşüncesini açıklayabilme, yayabilme olanaklarının da sağlanması gerekir.
-EŞİTLİK İlkesi; Haklar ve özgürlüklerle ilgili temel hükümler arasında Anayasa, önemli bir ilke düzenlemesi getirmiştir
"YASA ÖNÜNDE EİŞTLİK...", bu ilke önemlidir.Anayasa da 12. Maddesi ile de belirlemiştir.
"Hakların ve özgürlüklerin tanınmasında ve uygulanmasında, dil, ırk, cinsiyet,siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmemesini, hiç bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa ayrıcalık verilmemesini gerektirmektedir."
-ÖZEL YAŞAMIN Gizliliği; 1961 Anayasasının 15/2. maddesi; "Kanunun açıkça gösterdiği hallerde,usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; kamu düzenin gerektirdiği hallerde de, kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça , kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz."
Anayasadaki bu düzenleme; 12. Mart Askeri Müdahalesi ile şu şekilde değiştirildi:
"Hakim kararı dışında , bir kimsenin üstünün,özel kağıtlarının ve eşyasının aranması için emir verebilecek olan merciin kanunda yetkili kılınması, artık "kamu düzeninin gerektirdiği hallerde" değil, " milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından sakınca bulunan hallerde " mümkün olabilecektir.
İdare hukukunun kapsam anlamı bakımından yerleşmiş olan KAMU DÜZENİ kavramı yanına MİLLİ GÜVENLİK kavramı eklenmiştir.
-BASIN ve MEDYA -Haber Alma Sınırlandırılması ;
Anayasa; Yasal düzenlemeye; bu hakkın ; "ancak milli güvenliği ve genel ahlakı korumak , kişilerin haysiyet ve şeref haklarına tecavüzü , suç işlemeye kışkırtmayı önlemek ve yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak " amacına bağlamış.
Bu düzenleme, 12 Mart 1971 değişimi ile " Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü, kamu düzenini ve milli güvenliğin gerektirdiği gizlilik " kavramlarını da eklemiştir.
1961 Anayasasının getirdiği ilk düzenleme metninde;
" Türkiye'de yayımlanan Gazete ve Dergilerin Toplatılması, bu tedbirin uygulanacağını kanunun açıkça gösterdiği suçların iişlenmesi halinde ancak hakim kararı ile olabilir."
Ancak 12 mart 1971 de ki değişiklik ile;
"Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergiler, kanunun gösterdiği suçların işlenmesi halinde hakim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, milli güvenliğin,kamu düzeninin veya genel ahlakın korunması bakımından gecikmesinde sakınca bulunması hallerde de , kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplama kararını veren yetkili merci, bu kararın en geç 24 saat içinde mahkemeye bildirir. Mahkeme bu kararı en geç üç gün içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz kalır."
Gazete ve dergilerin mahkeme kararı ile kapatılması olanakları da genişletilmiştir.
22/6.Maddeye göre;
"Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergiler, ancak 57. madde belirtilen fiilllerden insan hak ve hürriyetlerine dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel hükmüne uygun olmayan fiillerden mahkum olma halinde mahkeme kararıyla akapatılabilir."
Bu düzenleme 12 Mart 1971 Askeri Müdahalesi ile;
" Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergiler, milli güvenliğie, kamu düzenine , genel ahlaka , insan hak ve hürriyetlerine dayanan milli, demokratik,laik ve sosyal Cumhuriyet ilkelerine veya devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel hükmüne aykırı yayımlardan mahkum olma halinde mahkeme kararıyla kapatılabilir. "
-DERNEK KURMA; 1961 Anayasası ; ".......ancak kamu düzenini veya genel ahlakı korumak için kanunla sınırlandırılabilir. "
20 Eylül 1971 de, değişikliklerle sınırlama getirildi. "Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, milli güvenliğin korunması..." metne ilave edildi. Bu değişiklik, bir yandan , " Hiç kimse bir derneğe üye olmağa veya dernekte üye kalmağa zorlanamaz." gibi düzenleme getirildi.
Bir mahkeme kararı ile dernek kapatılabiliyor. Mahkeme dışı birimlerin emri ile faaliyetten alıkoyma da mümkün oldu.Kapsamlı düzenlemeyi de; Dernekler Kanuna bıraktılar.
- YAKALANAN Veya TUTUKLANAN Kişinin mahkeme önüne çıkarılması için 1961 Anayasasının getiridiği süre ; YAKALANAN veya TUTUKLANAN KİMSE, TUTULMA YERİNE EN YAKIN Mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç, yirmidört saat içinde hakim önüne çıkarılır ve bu süre geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun kılınamaz." Bu süreler; Sıkıyönetim Mahkemelerince yeni gelişmeler oldu.
Anayasanın bu ilkeli düzenlemesi; her dönemde değişik uygulamara uğradı.
TEMEL HAKLARIN ve ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRLANDIRILMASI...
Hakların ve özgürlüklerin belli bir ölçüde sınırlanması, toplum halinde yaşamanın doğal bir sonucudur.
Geçmiş dönemlerde, yasa ile her türlü özgürlüğe her türlü kısıtlama getirilmiştir. Bireyin özgürlüğü ile siyasal iktidar güçlerinin sınırlayıcı güçleri arasında da her zaman çelişki olmuştur.
1961 Anayasasında; Özgürlüklerin sınırlandırılması yönünden getirilen sistemi ve bunun geçirdiği aşamalara gözatmak gerekir.
Özgürlüklerin hepsi sınırlandırılabilinir mi? Özgürlükler nasıl sınırlanabilir? Özgürlükler, ne gibi nedenlerle sınırlanabilir? Özgürlükler ne ölçüde sınırlanabilir?
Bu sorulara Hukuk Cevap aramıştır.
1-ÖZGÜRLÜKLERİN HEPSİ SINIRLANABİLİR Mİ?
- Bir kısım Hukukçular ve Anayasa Mahkemesi; genel olarak tüm özgürlüklerin sınırlanabileceği görüşünde birleşiyorlar.
- Bir kısım Hukukçular ise;Anayasada hanği özgürlüğün , hanği sebeplerle sınırlandırılabileceğinin özgürlüklerle ilgil madde metinlerinden var olduğunu savunmaktadırlar.
Anayasanın 11.mad. ilk fıkrası 20 Eylül 1971 yılında yapılan değişiklikle ; "Temel hak ve hürriyetler Devletin ülkesi ve Milletiyle bütünlüğünün , Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzenin , kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile
veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen sebeplerle Anayasanın sözüne ve ruhuna uygu olarak,ancak kanunla sınırlanabilir. "
ÖZGÜRLÜKLER ne gibi NEDENLERLE SINIRLANABİLİR?
-Bir görüşe göre; her özgürlükle ilgili maddedeki sınırlama nedenleri, o özgürlük bakımından özel ağırlık taşıyan maddelerdir.
11/2. Maddeki " Kanun , kamu yararı , genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve miili güvenlik gibi sebeplerle de olosa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunulamaz."
Sınırlandırmalar yapılırken; Sınırlama bir hakkın veya özgürlüğün özüne dokunamaz.
Bir hak; bir hakkı sınırlandırabilir. Ama özüne dokunamaz.
Kamulaştırma müessesi; Mülkiyet Hakkının özüne tamamen dokunmaktadır. Anayasadaki ; "VERĞİ DEĞERİ..."düzenlemesi bu nedenle iptal eedilmiştir.
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRLANABİLİR Mİ?
" Herkes, düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahiptir; düşünce ve kanaatlarını söz, yazı,resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayaabilir ve yapabilir. Kimse, düşünce ve kanaatlarını açıklamaya zorlanamaz."
DEMOKRATİK DEVLET......
Anayasada ki düzenleme ile nasıl bir Demokrat Devlet İlkesi sonucuna ulaşıyoruz? Bu ilke Demokrasi anlayışı ile aynı paralelde olur.
Anayasamız,genel-eşit oy esasına dayanan bir demokrasi anlayışını getirmiştir. Yönetime oyları ile katılan yurttaşlar arasında bir ayrım yoktur. Ve Anayasada getirilen Devlet şeklide; CUMHURİYETTİR. Yani, devleti oluşturan tüm organlar doğrudan veya vasıtalı sistem ile seçimden çıkmalıdır. Devlet Başkanlığı bir ailenin-sülalenin kazanılmış hakkı değildir.
Anayasanın getirdiği temel ilke;"Eşitlik ilkesidir." Herkes dil,ırk ,cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetilmekssizin kanun önünde eşit olması gerekir. Bir aileye, zümreye ve sınıfa da imtiyaz verilemez ve verilmeyecektir.
Oy Hakkı sınırlandırılamaz.Seçimler,serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy esaslarına göre yapılır. Oyların bilinçli kullanılması gerekir. Ama bu ilke; eğitim ile eşdeğerlidir.
SİYASİ PARTİLER....
Demokratik ve siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurudurlar.Genel ve eşit oy ile yurttaşlar devlet yönetiminde etki ve güç sahibi olurlar. Tabi ki; tüm bireysel iradeler birleşerek, müşterek bir irade oluştururlar.
Bu nedenlede; Siyasi Partiler ister iktidarda ve isterse Muhalefette olsunlar, demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurudurlar. Anayasamız çok partili Demokratik sistemi benimsemiştir. Ancak, İktidar ve Muhalefet arasında bir denge gereklidir. Çağdaş demokrailerde de bu denge; İKTİDAR-MUHALEFET arasında olması gerekendir.
SİYASİ Partiler, elbette demokratik yaşamın esaslı unsurudurlar. Bu nedenlede, Siyasi Partilerinde proğramlarında ve siyasal etkinliklerinde,"İnsan hak ve özgürlüklerine dayanan demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine ve devletin ülkesi ile bölünmez bütünlüğü temel ilkesine dayanması gerekir." Bu ilke ve kurallara uymayan Siyasi partiler; Anayasa Mahkemesince temelli olarak da kapatılırlar.
Anayasa Mahkemesi Yargıtay C. başsavcısının Talebini değerlendirerek Kapatma kararını verir...Salt çoğunluk ile verilen Karar , Anayasada yapılan değişiklikle ;bu gün 2/3 oranı ile verilmesi gerekmektedir.
LAİK DEVLET İLKESİ....
Latince bir sözdür.Laicus sözünden gelen bu söz Fransızca aslından Laique sözcüğünden bize LAİK deyimi ile gelmiştir.
Batı Ülkelerinde ; "DİNE ve KİLİSEYE AİT OLMAYAN" anlamını taşımaktadır.
Laikliği; Batı uluslarında üç aşamadan geçmiştir.
İlk aşama,Devlet Organlarınca izlenen bir Mezhep gereciliğiğnin kaldırılması...Dinsel inançların insanlara eşit davranılmasını engellemek amacıdır.Buna rağmen uzun süre Devlet Kurumları ile Din kuruluşları arasındaki devam etmiştir. Ve Devletler resmi bir dine sahip sayılmışlar, zorunlu olarak...
İkinci aşamada ise;"DEVLET DİNİ" denen bir ilkenin kaldırılmasıdır. Ama; İngiltere gibi Ülkelerde hala resmi din vardır. Ama kişilere farklı bir davranma konumu da kalmamıştır.
Üçüncü aşamada ise; Hukuk Sistemi ve Kamu hizmetlerini düzenleyen kurallar dinsel veya din ile ilgili kurallar olmaktan çıkmıştır.
Türk toplumu olarak bizim özel durumumuz; Kurtuluş Savaşından sonra geçirdiği devrim; LAİKLİK ilkesine , bu dinin toplum işlerinden, toplumsal görevlerinden ayrılıp vicdanlara itilmesi ilkesi yerini almıştır.
Atatürk; Laiklik politikası ile DİNİ Toplumsal olmaktan çıkarıp, kişiselleştirme ilkesine doğru bir değişime yön vermiştir.
LAİK Devleti şöyle tanımlayabiliriz; yalnız mezhepler arasında ayrım gütmeyen, resmi bir dili olmayan, dinsel kurallarla iş görmeyen bir devlet olmakla kalmamlıdır.Aynı zamanda dinin vicdanlara iletilmesi için gerekli tedbirleri de alabilen devlet olması gerekirdi.
LAİK bir toplumda-devlette; Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Genel İdare içinde yer alması, Devrimlerimizin özelliğine uygun bir LAİKLLİĞİN , yani dini toplum işlerinden kişisel vicdanlara itebilme işinin daha sağlam ve emin yollardan gerçekleştirilmesi dışında bir anlamda taşımaz...
Ama, 20. Asrın son çeyreğinde; DİN KURUMLARI ve KURALLARI; Devrim Yasalarını; Bilimi ve Bilim Adamını hep geri itmişlerdir. Ve Özelliklede DEVRİM YASALARININ Kaldırılması uğraşıları verilmiştir.
SOSYAL DEVLET....
Anayasanın 2. Maddesindeki düzenleme;" Türkiye Cumhuriyeti , insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan ,milli,demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." düzenlemesini getimiştir.
Sosyal devlet; genel olarak yurttaşların sosyal durumlarıyla ,refahlarıyla ilgilenen , onlara asgari bir yaşama düzeyi sağlamayı ödev bilen devlettir.
Devlet, kişinin temel hak ve özgürlüklerini,kişi huzuru,sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle badaşmayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal tüm engelleri kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlar.
Anayasa,tam bir özgürlük düzenin kurulmasını da sosyal devlet ilkesine bağlamış anlamını taşır.
Sosyal Devlet; SADAKA DAĞITAN bir Devlet değildir. İnsanları özgürleştirmek için ekonomik ve sosyal yapıda gerekli temel değişiklikleri yapan devlettir. O nedenle ; bu temel yapı değişikliklerinden geçmiş olan ülkelerdeki; SOSYAL DEVLET anlayışı ile 1961 Anayasasının Ülkemiz için öngördüğü SOSYAL DEVLET anlayışını birbiriyle aynı değildir.
SOSYAL DEVLET ile SOSYALİST DEVLET...
Sosyalist Devlet; üretim araçlarının, insanlara insanları sömürmek olanağını vermiyeccek ölçüde kamulaştırdığı ve eğemenliğin emekçiler elinde bulunduğu DEVLETTİR.
Sosyal Devlet ise;üretim araçlarının kamulaştırılması şart değil, yönetiminde emekçiler elinde olması da şart değil...
Sosyal Devlet; Kapitalist Devlet yönetimi içinde de mümkündür. Kapitalist Sistem kendisini ayakta tutabilmek içinde bu sisteme değer vermektedir. Güvenlik sistemleri ola siğortalar, ve çalışma koşullarını hafifletmek koşulları ile de devamlılık arz eder.
1961 Anayasasındaki; " SOSYAL DEVLET " hiçbir zaman SOSYALİST DEVLET değildir. Sosyal Devlet özünde; Kapitalist Devletin güvencesidir.
Yalnız; devlet gücü oranında ; hizmetleri verebilir.
HUKUK DEVLETİ....
Tam karşıtı olan "Polis Devleti.." sistemini inceledikten ve hatta uygulamasını görüp yaşadıktan sonra; Hukuk Devletini anlamamak yanlış olur.Polis sözü Zabıta anlamını taşır.
Zaman içinde , sınırsız yetkilerle donatılan devlet gücü, keyfiliğe kaydı. POLİS DEVLETİ; hukuki güveni vermeyen , zorbalığa kaçan rejimler içn kullanıldı. İşte hukuk devleti; yurttaşlarına HUKUK güvenliği sağlayan devlettir...
- Öncelikle hakların güvence altına alınması gerekir.
- Yasaların Anayasaya uygunluğu sağlanır.
-Yönetimde Hukuka bağlılğın sağlanması gerekir.
-Yargı Organlarının Bağımsızlığı ve Güvenirliğinin Dağlanması için Düzenlemelerin yapılması gerekir...
-Hukuk Devletinde Hakimlere Düşen Önemli GÖREVLER vardır...
Mevcut hukuk kurallarını, hukuk devleti ilkesini gerçekleştirmek iddiasıyla uygulayanlar ve özellikle de HAKİMLER;hangi kademede olursa olsunlar, büyük bir sorumluluk duygusu ile davranmak zorundadırlar.
Kuralları körü körüne uygulamak yerine,bunların gerisindeki sınıf eğemenliği unsurlarını iyi görmek ve ancak ondan sonra ,sınıf eğemenliği unsurları iyi görmek suretiyle de sınıf üstünlüğü etkilerinden mümkün olduğu kadar arınmış bir adalet duygusu ile yargıya ulaşmak gerekir.
xxxxx
SONUÇ :
Tarih boyunca toplumun eğemen güçleri ve onların temsilcileri her zaman BİLİME ve BİLİM Adamlarına saldırdılar. Karşılarında, her zaman bilimi ve bilimsel öğretileri buldular. Aynı anda da Karşılarında, kendilerine engel Bilimi ve Bilim Adamını gördüler.
Aydınlıktan korktular, ışıktan korktular, gerçekten korktular, özgürlükten korktular, uyanan insandan ve halktan korktular.
17. Yüzyılın dev bilim adamı GALİLE' ye saldırdılar. " Sanıyorum bu dünyada bilgisizliğin bilime karşı duyduğu kin ve nefretten daha zorlu bir kin ve nefret yoktur " diyen GALİLE'....
Bu Karanlık güçler COPERNİC sistemini geliştiren GİORDANA BRUNO'yu Tanrı tanımamazlıkla suçladılar. Ünlü Düşünür , 7 şubat 1600 yılında Roma'da CAMPE DEİ FİORİ'de odunlar üstünden yakıldı. Ama 294 yıl sonra 1894 yılında Roma'da aynı meydana, yakıldığı yere HEYKELİ dikildi.
Fransız Devriminden sonra Çağdaş Kimyanın Kurucusu ve ; "Doğada hiçbirşey kaybolmaz, hiç bir şeyde yeniden varolmaz " kuralını bulan Ünlü LAVOİSİER; " Cumhuriyetin Bilimadamlarına ihtiyacı yoktur " gerekçesi ile GİYOTİNE gönderildi. " Tanrı ile Evrenin Birliği " düşüncesini savunan İslam Mutasavvıfı ve Şairi HALLACI MANSUR, toplumsal bozduğu içinde idam edildi.
Ruhu maddei bir özelliği olarak gören Şairimiz ve bilim adamımız NESİMİ; " enelhak " dediği için Halep kalesinde derisi yüzülerk öldürüldü. SİMAVNA Kadısı Şeyh BEDRETTİN; " Padişaha huruç ettiği için idam edildi. İdam sehpasına giderken hazırladığı deve yününden örülmüş ipi de cellata kendisi verdi.
Bilim düşmanlığı,bilgin düşmanlığı, kitap düşmanlığına,sanat düşmanlığına dönüştü. Kitle halinde kitaplar yakıldı ve yasaklandı. Düşünce ve sanat zincire vuruldu. Bilimin,sanatın,felsefenin, yani insanlığın tüm gelişen mirasının yayılmasına, kuşaktan kuşağa insanlığıa hizmet eden ve düşünürün,sanatçının bilim adamının vazgeçilmeyen desteği düşman sayıldı. Beyaz kağıtlar üzerine yazılan düşünce bu ışıklı satırlar, insaanlığın,uygarlığın dostu olan bu kutsal miras zincire vurulara mahkum edildi.
Yaşlı tarihimiz, cehaletin bilime ve bilim adamına karşı, burada sadece bir kaç örneğini verdiğimiz saldırı-cinayetlerle doludur.
Ancak; ne var ki;
Tüm bu cinayetler ve saldırılar Ademiyetten ,İdrakı kaldıramadı. Varlığın bölünmez parçası olan DÜŞÜNCE,engel tanımadan asırları aşarak günümüze dek geldi.
GİYOTİNLERDEN can verenlerin, İdam edilenlerin, odunlar üzerinde yakılanların, insanlık ve çağdışı İŞKENCELERE tutulanların ESERLERİ, DÜŞÜNCELERİ, insanlığa ve insanlığın mutluluğuna ışıklarını saçtı. Tüm EĞİTİM KURUMLARINDA okundu. Eserleri, bir kültür mirası olarak kuşaktan kuşağa ,dönemden döneme insanlığın kurtuluşuna katı yaptı. İnsan, insanca olan herşeyi sevdi.
Bugün ulaşılan uygarlık düzeyi, küçümsenemeyecek kadarda gelişti. Tekerleğin,ateşin,elektriğin, buharın, atomun cumhuriyet denen devlet modelinin düşünülemediği dönemlerde geçerek, İnsan bu bu güne geldi. Bu düzeyi; Kölenin Efendiye,İşçinin Patrona; Ezilen Ulusların Emperyalizme karşı verdiği korkusuz mücadeleye borçluyuz.
İnsanoglu, bugün hala eğitimsizliğe, sömürüye, baskıya, işkenceye ve tüm bunların ana sorumlusu olan Uluslararası Sömürüye karşı mücadelesini de sürdürmektedir.
Bu Mücadele; insanlar ulus olarak bağımsız, ağanın, patronun sömürüsünden ve sömürünün her çeşidinden kurtulmuş olana dek sürer....Dünya İnsanları, nasıl Kölelik Düzeninden kurtulduysa, her türlü DIŞ Güçlerin sömürüsünden de kurtulacaktır. Ezilen sınıflar, hep yendi. Tarihsel gelişme hep ezilenlerden yana. Doğanın Yasası, Toplumun yanındadır.
HUKUK.......
Klasik Hukuk; "Toplumda kişilerin kendi aralarındaaki ilişkileri ve bireylerle devlet arasındaki ilişkileri ddüzenleyen kurallar..." olarak tanımlayabiliriz. Bu tanım yeterli bir tanım olamaz.
Hukuk, hiçbir zaman devletten ayrı olarak düşünülemez. Devlete sıkı sıkıya bağlı ve ayırt edici özelliğini de devletten alır.
Hukukun;toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar olarak
değerlendirmek , eksik olan bir tanımdır.
Hukukun toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar bütünü , olarak düşünmek yanlış olamaz, ama eksik olan bir tanımdır.
Bu tür tanım; Devleti toplumun üzerinde göstermektedir. Devlet toplumdan ayrı, bağımsız ve toplumun üzerinde değildir. Devlet;
Toplumüstü ve toplumdan bağımsız olmayan,toplumun kendisinden çıkmış,toplumsal ilişkilere dayalı tarihsel bir örgüttür.
xxxxx
Ben, bu açıklamaları, Anılarım yanında; Hukuk Fakültesinde Öğrenci iken; ANAYASA HUKUK Dersinin çok önemli bir ders olduğunun bilincindeydim.
Fakültenin değerli öğretim Üyeleri, Merhum Prf. Dr. Bülent NURİ ESEN, Prf. Dr. İlhan ARSEL, Prf. Dr. Ergün ÖZBUDUN, Doç.Dr. Oya ARASLI ve Doç.Dr. Tuncer KARAMUSTAFAOĞLU Hocalarımın değerli bilgileri yanında; Komşu Fakülte olan SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİNİN değerli Hocaları, Merhum Prf. Dr. Muammer AKSOY ve Prf. Dr. Mümtaz SOYSAL Hocalarımızın Derslerini de kaçırmazdım...
Hukuk Öğrenimi için önemli ders olması yanında HUKUKUN da Ana ilkerlerini Bünyesinde taşıyordu.
Ama, bir sonraki yazımda; 1982 Anayasası ve Bizi BAŞKANLIK SİSTEMİNİ tattıran Anayasamızı da; pardon -BABAYASAMIZI- üzülerek, Aşamalarını ve Meslek Yaşamımdaki anılarım olarak kaleme alacağım...
Saygı ile....
YAŞAMIMIN ÖYKÜSÜ VE UNUTAMADIĞIM ANILAR.......
Sn. Turan Ateş bey 'in " YAŞAMIMIN ÖYKÜSÜ VE UNUTAMADIĞIM ANILAR....... 7. BÖLÜM...." başlıklı makalesini sız değerli okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
09 Ağustos 2023 - 10:49
Bu haber 620 defa okunmuştur.
YORUMLAR