Gazeteci İbrahim Gündüz,
Medyaport.net’e yazdı
“Yalan söylüyorlar” sayın Erdoğan.
Ecevit’e söyledikleri gibi yine yalan söylüyorlar…
Yıl 2001… Türkiye’de ilk altın madenini açmak için birileri canla başla çalışıyor. “Sarı Öküz”ü almak önemli. Devamı çorap söküğü gibi gelecekti nasıl olsa. Ama onlar gibi canla başla mücadele eden başkaları daha vardı. Bergama-Ovacık köylüleri topraklarını, köylerini korumak için eylem üzerine eylem yapıyor, Türkiye’nin sempatisini kazanıyordu. Haklılar ve haklı oldukları için de güçlülerdi. Kamuoyundan da destek bulan bu haklı eylemleri bir türlü engellenemiyordu.
Emperyal oyunlar büyük, taktikleri de kirliydi. Ovacık köylülerine “Alman ajanı” dediler. “Dışarıdan kışkırtılıyor” dediler. “Türkiye’nin zenginleşmesini istemeyen Almanya, altınlarımızı çıkarmamızı istemiyor” dediler. Hatta servis ettikleri feyk ve abartılı bilgilerle milletvekillerine raporlar hazırlattılar. “Türkiye’nin 6 bin 500 ton altını var, 300 milyar dolar kazanacağız” dediler. Dediler de dediler.
Dünyadaki bütün metalleri su gibi emen Almanya, altın madeni çıkarmamızı istemeyecek! Üstelik Türkiye’ye altın için çöreklenen ilk şirketlerin ortakları Almanlar. Dünyadaki en büyük siyanür üreticilerinden birisi Alman Degussa. Kargaların bile gülmeyeceği bu yalanlarla kamuoyunu üstelik Türkiye’yi yönetenleri aldattılar.
Aradan 20 yıl geçti. Şimdi aynı yalanları bu kez AK Parti yönetimine anlatıyorlar. Yine bir kriz ortamı, yine altın yalanları ve yine yağma ve talan ortamı. Ancak unuttukları bir şey var, artık durum değerlendirmesi yapacak, yalanlarını ortaya çıkaracak bilgilere sahibiz.
Nasıl mı?
Önce şunu sormaya hakkımız var elbette: Nerede milyarlarca dolar? Bırakın 300 milyar doları, daha geçtiğimiz yıl ülke koronavirüs salgınıyla karşı karşıya kalınca ülkeyi yönetenlerin yaptıkları ilk iş, gecekonduda oturanlara Iban numarası göndermek oldu. Nerede o çil çil altınlar? Hani Türkiye uçacaktı?
Bakınız Türkiye’de bugün 20 altın madeni var. Bu adına “altın madeni” denilen 20 açık hava kimyasal fabrikasının 20 yıllık kazancı ortalama 10 milyar dolar. Son iki yıla kadar yüzde 2-4 devlet hakkı diye verdikleri “sadaka” dışında her türlü teşvik, indirim ve desteklerden yararlandılar. Bu ülkenin ormanlarını, bağlarını, dağlarını, sularını babalarının malı gibi kullandılar ve devlete 555 milyon dolar para ödediler. 20 yılda ödenen para.
Sadece fındık ihracatından her yıl elde ettiğimiz gelir 2 milyar dolardan fazla. Sadece Gediz Havzasından her yıl 3-4 milyar dolar kazanıyor bu ülke. Türkiye’nin en değerli, en özel tarımsal vadilerinden biri olan Kelkit Vadisi üretim üssü gibi. Şimdi siz bütün bu yerlere adına “altın madeni” denilen açık hava kimyasal fabrikaları, yani yıkım merkezleri kuruyorsunuz. İhale üzerine ihale açıp birilerine ruhsatlar dağıtıyorsunuz. Dağıttığınız gerçekte bu milletin ormanları, meraları, yaylaları, tarlaları, suları.
Altınmadeni6
BİR TON ALTIN İÇİN BİN TON SİYANÜR
Altın madenciliğinde ortalama bir ton “dore altın” için bin ton siyanür kullanılıyor. Cevherin yapısına göre bazılarında daha az, bazılarında daha fazla ama ortalama bu. Erzincan-İliç’de iktidara yakın Çalık Holding’in Kanadalı ortağıyla işlettiği Çöpler Altın Madeni’nde, yılda 6,5 ton altın çıkarmak için 7 bin ton siyanür kullanılıyor. Üstelik bu maden, Türkiye’nin gıda deposunu besleyen Keban, Karakaya ve Keban barajlarının can damarı Fırat’ın kıyısında.
Fatsa’daki maden yılda 800 tondan fazla siyanür kullanıyor. Kapasite artırımı yapılırsa bu rakam üç katına çıkacak. Ulukışla Tepeköy’de de yaklaşık aynı oranda siyanür kullanımı söz konusu.
Bakınız hesap basit, tek tek yazmaya gerek yok. Bu yıl 42 ton dore altın yani ham altın üretildiği açıklandı. Bunun anlamı 42 bin ton siyanür kullanıldı. Gümüş ve bakır madenlerindeki siyanür kullanımını da eklersek, geçtiğimiz yıl milyonlarca ton taş-toprağın üzerine 50 bin tondan fazla siyanür püskürtüldü. Bu, adına “altın madeni” denilen açık hava kimyasal fabrikalarında bir o kadar da sülfürik asit kullanılıyor. Nikel madenlerini de hesaba katarsak topraklarımız bir yılda yaklaşık 400 bin ton da sülfürik asitle sulanıyor. Kelimenin tam anlamıyla açık alanlarda yağmur sulama sistemiyle. Bu madenlerde kullanılan 30 farklı kimyasalı saymıyorum daha. Ve siz şimdi bu siyanür ve sülfürik asit miktarını üç katına çıkarmak istiyorsunuz. Siz buna silika, nitrik asit gibi diğer madenleri de ekleyin.
Yani Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği 100 ton altın çıkarmak için her yıl Türkiye toprakları 125 bin ton siyanürle sulanacak. Nikel madenleriyle birlikte 500 bin ton da sülfürik asitle.
125 milyar dolarlık soru işaretiyle görevinden ayrılan Berat Albayrak, koronavirüs salgını olmasaydı Türkiye’nin turizm gelirlerinin yılda 40 milyar dolara çıkacağını söylemişti. Bu turistleri nerede ağırlamayı düşünüyorsunuz acaba?
KAPADOKYA’DA ‘3 MİLYAR DOLAR’ ÜZERİNE SİYANÜR DÖKÜLÜYOR
Kazdağları’nı geçtim, Kelkit Vadisi, Fındık bahçeleri, Toroslar derken bugün Kapadokya’da altın madenciliğine izin veren bir anlayış var. Evet yanlış duymadınız “UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Kapadokya’ya altın madeni ruhsatı verildi. Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal, “kapadokya’ya altın madeni ruhsatı vermek, aramak ve işletmek Türk Ceza Kanunu md.77 ‘insanlığa karşı suç’ , TCK md. 185 ‘içme suyuna zehirli madde katma’, TCK md. 305 ‘Temel Milli Yararlara Karşı Faaliyette Bulunmak Üzere Yarar Sağlama’ suçlarına teşebbüstür” diyor.
Türkiye’ye kalacak birkaç milyon dolar için, yıllık 3 milyar dolar Kapadokya turizm gelirini riske atmak hangi akla, hangi mantığa, hangi izana sığıyor. Daha bölgede siyanür tahribatının neden olacağı yıkımlara girmedik bile.
Sayın Cumhurbaşkanı zarar çok daha fazla… Erbaa’da, Lapseki’de, Ulukışla’da, Fatsa’da, İvrindi’de, Çöpler’de, Divriği’de, Kemaliye’de, Hekimhan’da köyünden kopardığınız, tarlasından söküp attığınız her çiftçi ülkeye zarar yazıyor. Her tarafımız ithal mallar, ithal gıdalarla doldu. Sütü, samanı, eti, tereyağını ithal eder hale geldik. Su kaynaklarını bu kadar acımasızca yok ederseniz suyu da ithal etmek zorunda kalacaksınız.
Altınmadeni9
AOÇ ANKARA’DA ‘SÜT’ ADIYDI
İngiltere’de beni en çok etkileyen şeylerden birisi de marketlerdeki süt reyonları olmuştu… Yarım litreden 5 litreye kadar çeşit çeşit sütler marketlerin en zengin reyonlarını oluşturuyordu. Bugün Ankara’da bir litre süt 8 liraya dayandı. “Nasıl olur?!” diye tepki gösterenlere Atatürk Orman Çiftliği’nde yaşananlar tokat gibi bir cevaptır aslında. Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) üretim arazilerinin tüketim arazilerine çevrilip, demir ve plastik çöplerle doldurulması yaşadığımız trajediyi anlatan en çarpıcı örnektir.
Çevrenizde “danışman” diye oturanların bazıları kelimenin tam anlamıyla “cahil”, bir kısmının ne olup bittiğinden haberi yok. Birileri ise size açıkça ve teammüden yalan söylüyor. Sizi yanıltıyorlar. Aynı rahmetli Ecevit’e yaptıkları gibi, düştüğünüz denizde yılana sarılmanızı istiyorlar.
Bakın Kemaliyeliler, Fatsalılar, Erbaalılar, Artvinliler ayakta; Divriği, Hekimkan, Lapseki, Ulukışla, Avanoslular ayakta. Görün artık. Bu milletin yaşam alanlarını, topraklarını, sularını tüketen bu vahşi kimyasal madenciliğe yol vererek ülkeyi yıkıma uğratmayın.
Yukarıdan zehirlenmesine göz yumduğunuz Fırat ve Dicle sadece bize ait değil. Irak ve Suriye’de milyonlarca insanın içme suyu, sulama suyu ve şehir suları bizim namusumuza emanet. Bu su kaynaklarını hem kendi vatandaşlarımız için hem de Mezopotamya havzasında yaşayan milyonlarca insan için korumak zorundayız. Bu bizim hem kendi insanımıza hem de insanlığa, evrensel yaşama karşı bir borcumuz. Fırat’ın kıyısına zehirli kimyasallarla yüklü pasa dağlarını yığamazsınız.
1 gram altın için 4 ton su zehirleniyor. Susuzluk nedeniyle milyonlarca insan göç etmek zorunda kalıyor. Böyle devam edersek yüz milyonlarca insan böyle bir mecburiyetle karşı karşıya kalacak.
240 MİLYON DOLAR
Bir önceki yazımın ardından CHP Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel mesaj atmış. “42 ton altının ülkeye getirisini neden yazmadın?” diyor. Haklı. 2 milyar 400 milyon dolar diye açıkladı ya Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan. “Altın Ölüm” kitabımda detaylı bir şekilde anlattım. Uzunca bir süredir yüzde 2-4 olarak ödenen “devlet hakkı” son iki yılda artırıldı. Ama yüzde 40 indirimle birlikte yine de yüzde 8’i geçmiyor…
Geçtiğimiz yaz Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle altın madencilerinden alınan devlet hakkı oranları bir kez daha yüzde 25 artırıldı. Yani altın madencileri 2021 Haziran ayında beyannamelerini verirken yüzde 25 fazladan ödeme yapacaklar. Altının ons fiyatının artışı nedeniyle devlet hakkının yüzde 13 olarak uygulanması muhtemel. Yüzde 25 eklendiğinde devlet hakkı yüzde 16 oluyor. Ancak yüzde 40 indirimi uyguladığınızda yüzde 10’a düşüyor. (Çıkarılan altının ülke içinde zenginleştirilmesi durumunda alınacak devlet hakkının yüzde 40’ından vazgeçiliyor. Hepsi bu işlemi yapıyor zaten. Çıkarılan altının madende dore külçe hale getirilmesi) Yani devlet hakkı olarak 2021 yılında siyanürlü-sülfürik asitli madencilerden yaklaşık yüzde 10 alınacak.
Bizzat CB Erdoğan bu yıl 42 ton dore altın üretildiğini, 2 milyar 400 milyon dolar katma değer yaratıldığını açıkladığına göre, 240 milyon dolar devlet hakkı ödenecek. Yani altıncılar 2020 yılında doğaya ağır tahribat vererek çıkardıkları 42 ton altından 2 milyar 400 milyon dolar elde edecek, bunun 240 milyon dolarını da devlet hakkı olarak Türkiye’ye bırakacak. Vergi indirimi, teşvikler, uygun kredileri falan hesaba katmıyoruz.
42 TON ALTIN 1,5 MİLYON TON KARBONDİOKSİT
1 ons altın üretmek için tam bir ton co2 doğaya salınıyor. 2020 yılı içinde 42 ton yani 1 milyon 481 bin 505 ons altın üretildiği açıklandı. Bu durumda 2020 yılında tam 1 milyon 481 bin 505 ton co2 doğaya salındı.
Türkiye’yi kırıp, döküp, zehirlemenin 2021’deki getirisi bu. Şimdi bakın, sadece fındık gelirlerinin bir yıllık getirisi 2 milyar doların üstünde. Sadece Manisa-Gediz Ovası’nın yıllık tarım geliri 3 milyar dolar. Sadece Fırat Nehri’nin Türkiye, Suriye ve Irak’ı da içine alan tarım havzalarındaki yıllık geliri 10 milyar dolardan fazla.
Üzgünüm ama “canım onu da yapalım bunu da” maalesef olmuyor. Tercih yapacaksınız. Ne için neyi yıktığınızı bileceksiniz. Bunu anlatıyoruz aylardır.
Çöpler’in dibinden Sedat Cezayirlioğlu ısrarla haykırıyor, “Burası Türkiye’nin Çernobil’i” diyor. O Çernobil’ler şimdi Türkiye’nin her yerinde. Mantar gibi. Kapadokya, Kazdağları, Toroslar, Karadeniz’in her yeri Çernobil madenleriyle sarılıyor.
Bir devlet düşünün, daha doğrusu devleti yöneten bir hükümet, kendi vatandaşlarının ihtiyacı olan yaylaları, meraları, otlakları, tarım alanlarını, ormanları ve su kaynaklarını o bölgeyle ve o toplumla hiçbir ilgisi olmayan tamamen yabancı bir kişiye, kuruma ve günümüzdeki ifadesiyle şirketlere devrediyor. Bunu yaparken o topraklar üzerinde yüz yıllardır nesilden nesile yaşayan insanlara sormak gereğini bile duymuyor. “Bu ülkeyi ben yönetiyorum, devlet benim, otorite benim, böyle uygun gördüm” diyor. Ve bunu o bölgede yaşayan köylülerin, çiftçilerin, vatandaşların, kentlilerin hiç sorgulamadan kabul etmesini istiyor. Ve bunun adı da ülke yönetimi, bunun adı da demokrasi oluyor. Ve bu, adına Cumhuriyet denilen, halkın kendi kendini yönetmesi olarak adlandırılan bir sistem içinde yapılıyor.
Göçebe-savaşçı Moğolların bir dönem dünya üzerinde yaptıklarını, 400-500 yıl sonra keşifçi-çiftçi Avrupalılar sömürge uygulamalarıyla dünyaya yaşattılar. Daha büyük coğrafyalarda daha acımasız ve daha uzun süren yöntemler uyguladılar.
Tarihte köyü talancılara karşı korunmak amacıyla “haraç” verilmiştir. Daha sonra çiftçiler, üreticiler köylerinin, düzenlerinin, topraklarının korunması karşısında bunu gönüllü olarak korucularına, devletlerine “vergi” adı altında ödemeye başlamışlardır. Bugün de kurumsallaşan verginin kökeninde bu vardır. Korunma karşısında ödenen bir bedel. Devletlerin en aslı görevidir. Çiftçilerini, üreticilerini ve üretim topraklarını talancılara karşı korumaktır. Altın yumurtlayan tavuk boğazlanmadan, korunmaktadır.
Altınmadeni8
BİR GRAM ALTIN İÇİN TAM 5 BİN KİLOGRAM TAŞ-TOPRAK PARAMPARÇA EDİLİYOR, SİYANÜRLE ZEHİRLENİYOR
Bakın yaşadıklarımız sadece Türkiye’nin sorunu değil. Dünyanın bir çok ülkesinde benzer sorunları yaşayan insanlar var. Hatta en gelişmiş dediğiniz ülkeler de bile.
Birileri aç gözlü. Hiçbir sınır tanımıyor. Her şeyi talep ediyor. Şimdi sıra ormanlarımıza, bahçelerimize, yaylalarımıza, meralarımıza, sularımıza geldi.
Onların gözünde her şey satılabilir. Her şey ticari bir metadır. Sizin yüz yıllardır üzerinde yaşadığınız topraklar, dereler, vadiler onlar için nakde çevrilmesi gereken bir para.
Sonra dönüp çok kolay “pardon” , “aldatılmışız” diyecekler. Ama geri dönüşü olmayacak.
Bu çok farklı bir film. Acımasız, hiç olmadığı kadar gerçek, hiç olmadığı kadar acı veren.
Bazı Yeşilçam senaryolarına bile taş çıkartacak kadar saçma ama gerçek.
“Dağına, bağına, ormanına, yaşamına el koyuyoruz. Hadi güle güle” diyen kötü adamlar var bu filmde.
Ama siz bizzat bu filmin bir parçasısınız. El konulan sizin yaşamınız. El konulan sizin dağınız, sizin bağınız, sizin ormanınız, sizin sularınız.
Kötü adamlar bir adım attılar. Şimdi bakıyorlar. Ne diyor, nasıl tepki gösteriyor bu insanlar diye. Sesiz kalırsanız ikinci adımı, üçüncü adımı atacaklar. Hazırlıklarını yaptılar bile. Ne Kurşunçalı’nız kalacak, ne Kazdağları’nız ne de Murat Dağı’nız. Ne Kemaliye’niz, ne Çiçekbaba Dağı’nız ne de Kabakdağı’nız. Ne Munzur’unuz ne de Toroslar’ınız.
Örnekler çok. Bugün doğuda Erzincan-İliç şehri kuşatıldı. İliç’i taşımayı düşünüyorlar. Batıda, Çanakkale-Lapseki aynı durumda. Kapadokya’ya bile göz diktiler.
İzlediğiniz filmlerden, dizilerden en büyük farkı, bu filmin senaryosu yaşayarak yazılıyor.
İzlemeyin, katılın, sesinizi çıkarın, siz de bir şeyler söyleyin. Bunun partiyle, particilikle, sağla-solla, Alevilikle-Sünnilikle, zenginlik-fakirlikle bir ilgisi yok. Bunun sadece ve sadece insan olmakla ilgisi var. Bunun sadece ve sadece Fatsalı olmakla, Ordulu olmakla, Erzincanlı, Çanakkaleli, Kırklarelili olmakla, Türkiyeli olmakla ilgisi var.
Durmayacaklar. Suskunluğunu “kabul” olarak, “sindiler” olarak anlayacak daha acımasızca saldıracaklar.
Ben de endişeliyim, ben de görüyorum ülkenin zor günlerden geçtiğini. Ben de kesinlikle hiçbir çatışma, gerilim istemiyorum. Bizleri farklı mı sanıyorsunuz. Bizleri maceraperest mi sanıyorsunuz. O yaşları çoktan geçtik. Biz bir liseli veya üniversiteli heyecanıyla hareket edecek yaşta değiliz. Keşke olabilsek ama değiliz. Ben de yorgunum, ben de dinlenmek istiyorum. Huzur istiyorum. Siyaseten çoğu saçmalıkları görmezden gelmeye de hazırım. Ama bu öyle değil. Bu memlekete yapılan bir saldırı. Bu yaşam alanlarımıza yapılan bir saldırı.
Onları ancak biz yani bu ülkenin özgür vatandaşları durdurabiliriz.
YORUMLAR