İşçiler, aşçının, haydi kalkın! sesiyle sabahın beş buçuğunda uyanıyor. İş elbiseleri giyiliyor, atkılar, bereler takılıyor. Çay, peynir, zeytin, domates ve salatalıkla mütevazı bir kahvaltı yapılıyor. Daha sabahın ilk ışıkları şantiyenin camlarına vurmadan minibüslere binip yola koyuluyorlar. İçlerinden biri, Bundan önce 3 ay Erzurumda çalışmıştım. İşi bitirip gideceğimiz gün şantiyenin önünde bir ağaç olduğunu fark edebildim! Sabah güneş doğmadan çıkıyoruz, akşam ancak gün battıktan sonra kendimizi yatağa zor atıyoruz diyor.
Şantiyenin bulunduğu Göktepe Belediyesini çıktıktan kısa bir süre sonra asfalt bitiyor, Toros Dağlarına tırmanan toprak yol başlıyor. Minibüsler, 10 kilometrelik bu toprak yol boyunca ancak bir kağnı kadar hızlı gidebiliyor. İşçiler, iki aydır aynı güzergâhı kullandıkları için alışmış, çukurlara girip çıkan arabanın bir beşik gibi sallanmasına aldırış etmeden uyumaya devam ediyorlar. Yükseklere çıktıkça Yörüklere ait yayla evleri beliriyor birer birer. Hepsi de yaz bittiği için bomboş. Yüksek gerilim hattına ait direklerin kurulduğu bölgeye vardığımızda iki buçuk saatlik yolculuğun yorgunluğu kalıyor geride. İki bin sekiz yüz metre yüksekte, güneşin aydınlık yüzüne inat hava buz gibi. Soğuk, şiddetli rüzgârın etkisiyle insanın içine işliyor. Montajcılar, hiç vakit kaybetmeden minibüsten inip bellerine emniyet kemerlerini takıyor, 60 metre yüksekliğindeki devasa demir direklere bir dağcı kıvraklığıyla tırmanıyor. Makarayla yukarı çekilen parçaları örümcek ağı gibi birbirine vidalıyorlar. Elektrik tellerinin üzerinde ise bir cambaz edasıyla yürüyorlar. İşçilerin çalıştığı bu bölge, Konya, Karaman ve Antalya il sınırlarının kesiştiği Eşşekkırıldı Yaylası mevkiinde bulunuyor.
Ermenek ile Manavgat arasındaki enerji aktarımını sağlayan hat, geçtiğimiz kış aylarında yoğun kar yağışı nedeniyle hasara uğramış. Direkler arasında kullanılan teller kar yükünü taşıyamamış ve bazıları yıkılmış. Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) çalışanları, bölgeye ancak helikopterle ulaşabilmiş, arızayı geçici olarak gidermiş. Daha sonra da hattaki 8 direğin yenilenmesi için ihaleye çıkılmış. Yüksek gerilim hattı, zorlu doğa koşulları bakımından Türkiyedeki üç özel bölgeden biri içinde yer alıyor. Bu yüzden işçiler var güçleriyle çalışıyor, kar bastırmadan işleri bitirmek istiyor. Eğer işi yetiştiremezlerse taşeron firma geciken her gün için para cezası ödeyecek.
Mesleği, İtalyanlardan öğrendiler
1950lerde teknolojik imkânları kısıtlı olan Türkiye, yüksek gerilim hatlarının kurulumunu İtalyan şirketlere ihale eder. Ordunun Gölköy ilçesine bağlı Aydoğan, Alanyurt ve Kale köylerinde yaşayanlar, o yıllarda İtalyanların yanında işçi olarak çalışır. Köylüler, kısa sürede mesleğin inceliklerini kavrayıp devletten ihale alacak seviyeye gelir. Meslek, zamanla bütün bir ilçenin geçim kaynağı haline gelir.
Bugün, ilçede yaşayan iki bine yakın kişi ekmeğini bu işten çıkarıyor. Hemen her köyde montaj yapan ve tel çeken 20-30 kişilik çok sayıda ekip bulunuyor. Her köyün bir uzmanlık alanı var. Mesela Aydoğan, Bulut ve Alanyurt köyleri montaj yapımında, Kale ise tel çekiminde uzmanlaşmış. Köylüler, yılın yarıdan fazlasını gurbette geçiriyor. Türkiyeyi karış karış geziyor, hatta dünyayı dolaşıyorlar. Türk şirketleri, ihale alabilmek için en büyük rakipleri Çin ile kıyasıya yarışıyor, Orta Asya ülkeleri, Irak, Almanya, Romanya, Rusya, Ermenistan, Lübnan ve Birleşik Arap Emirliklerinde milyon dolarlık iş alıyor. Gölköylüler, mesleği Trabzon, Mersin, Tokat ve Kahramanmaraşlılara da öğretmişler.
Mezarlıklar gençlerle dolu
Cumhur Yılmaz, baba mesleği olan montajcılığa 16 yaşında Diyarbakırda başlar. İlk yıl, halatçılık yapar, aşağıdan yukarıya makarayla malzeme çeker. Direğe çıktığı ilk günü hiç unutamaz çünkü 20-30 metre tırmandıktan sonra aşağıya bakar, heyecanlanır ve olduğu yerde kalakalır. Korkusunu yener, her gün biraz daha yükseğe tırmanır. Günler su gibi akar, 14 yılı geride bırakır. Bu süre zarfında Türkiyenin gezmediği ili, ilçesi kalmaz. İş için gittiği ülkelerin sayısını kendisi bile unutur. 120 metrelik baz istasyonlarının kurulumunda görev alır. Gurbette çalıştığı bir gün memleketten acı haber gelir. Abisi, elektrik akımına kapılarak hayatını kaybeder. Başka bir gün amcasının küçük oğlu Artvinde direkten düşer ve ölür, büyük oğlu ise felç olur...
Yüksek gerilim hattında çalışırken hayatını kaybedenler sadece Ordudaki yerel gazetelerde haber yapılıyor, ulusal basına yansımıyor. Direkten düşüp ölenlerin sayısı, iş güvenliği alanında dünya standartlarının ne kadar gerisinde olduğumuzu gözler önüne seriyor. Cumhur Yılmaz, Direkten düştüğü için ölen yüzden fazla kişi tanıyorum. Bizim oradaki mezarlıklar yaşlılardan çok gençlerle dolu. diyor.
Gölköye bağlı Aydoğan Belediyesinin internet sitesindeki kaybettiklerimiz köşesi, Yılmazın verdiği rakamı doğruluyor. Yüksek gerilim hattında çalışırken hayatını kaybeden yaklaşık 70 kişiden bazıları listede şöyle sıralanmış, 1969 doğumlu Ersin Dalkıç, 1999da İstanbulda direkten düştü. Muzaffer Daş, 2003 yılında elektrik çarpması sonucunda öldü. İlhan Erdem, 1998 yılında Mısırda direkten düşerek öldü Gölköylüler için bu tip ölümler artık sıradan bir hal almış. Ölen işçilerin yakınları ile taşeron firmalar arasında devam eden davalar var. Bazı aileler ise mahkemeye gitmek yerine kan parası alarak anlaşma yoluna gidiyor. Ayrıca ilçede kolu ve bacağı kopan çok sayıda işçi bulunuyor.
Aylık 5-6 bin tl para kazanıyorlar
Montajcılar, bir direğe sekiz kişi çıkıyor. Karşılıklı iki grup halinde çalışıyorlar. Dikkatlerini toparlamak için birbirleriyle sürekli bağırarak konuşuyorlar. Sanırsınız ki yukarıda kavga ediyorlar! Eğer böyle yapmazlarsa işçiler hayal dünyasına dalabiliyor, hata yapma ihtimalleri artıyor. Yüksek gerilim direkleri, arazinin yapısına göre 300 ile 700 metre aralıklarla dikiliyor. Hattın projesi hazırlandıktan sonra, direklerin çukurları kazılıyor, kalıp beton dökülüyor. Bu beton, temel işlevi görüyor. Sonrasında montaj işlemi başlıyor. 50 metrelik bir direği 8 kişi, 2 günde örüp tamamlayabiliyor. Direkler örüldükten sonra vinç yardımıyla elektrik telleri çekiliyor. Tellere, olası bir helikopter kazasını önlemek için belli aralıklarda büyük toplar takılıyor.
Montajcılar, daha fazla demir örebilmek için akşama kadar birbirleriyle yarışıyor. Yağmur yağdığında yukarı kesinlikle çıkılmıyor. Yükseklik korkusu olanlar, tansiyon ve kalp hastaları montajcı olamıyor. Direkte çalışanlar, öğle yemeği için saat 12de aşağı iniyor. Aşçı, o gün için ne pişirdiyse birlikte oturup yiyorlar. Bazen ekmek arası kıyma oluyor menüde, bazen de domates, salatalık, biber ve zeytin Kara çaydanlıkta odun ateşiyle çay demleyip içiyorlar. Akşam güneş batana kadar direk ören işçiler, günlük 140 ile 200 TL arasında yevmiye alıyor. Yevmiye ücretlerini cazip bulan Gölköylü gençler, daha çocuk yaşta gurbete çıkıyor. İşçilerden biri, Bakmayın bizim buradaki garibanlığımıza, Gölköyde insanlar bizi doktor ya da avukat sanıyor! Üstümüz başımız fiyakalı oluyor. 15 ton fındığı olan çiftçiler bile bu işi yapmak istiyor. diyor.
Yerde çalışan halatçılar ise 80 TL günlük ücret alıyor. İşçilerin hepsine sigorta yapılıyor. Olumsuz hava şartları yüzünden şantiyede yatsalar bile günlük yevmiyeleri deftere yazılıyor. Almanyada bir direğin montajı haftalar alabiliyor. Almanlar, montaj sırasında vinç kullanıyor, özel iş ayakkabısından baretine kadar can güvenliğine son derece önem veriyorlar. Zamanla yarışmak yerine tedbirli davranmayı tercih ediyorlar. Türkiyede ise durum işçilerin tabiriyle kara düzen işliyor. Şantiyedeki şeflerin, Emniyet kemerlerinizi takın uyarılarına rağmen yukarıda çalışan bazı montajcılar daha rahat hareket edebilmek için bu hayati kurala uymuyor.
Montajcılara kız vermiyorlar!
Ordunun Bulut köyünde yaşayan Olgun Yılmaz, 17 yaşından bu yana elektrik
direklerine tırmanıyor. Mesleğe başladığı ilk birkaç yıl yemez içmez
para biriktir. Sonra sevdiği kızı babasından ister. Kızın babası, Eğer
montajcılığı bırakırsan kızımı sana veririm. der. Gölköylü diğer
gençler de Yılmazla aynı kaderi paylaşıyor. Aileler, çok tehlikeli bir
iş olduğu için kızlarını montajcılara vermek istemiyor. Kızların da
kaçmaktan başka çaresi kalmıyor. Memlekete her gittiğinde Olgunun eşi
ona aynı tavsiyede bulunuyor, Şu mesleği bırak, gerekirse kuru ekmek
yeriz... Olgun, çalışıp para kazanmaya mecbur, çünkü abisini Marmara
Üniversitesinde okutuyor. Bir yandan da köye yaptırdığı evin geride
kalan 16 bin TL borcunu ödüyor.
ZAMAN
YORUMLAR